Kendini Aldatan İnsan
  1. Anasayfa
  2. Kitap İncelemesi

Kendini Aldatan İnsan

0

Kendini Aldatan İnsan, Ketebe Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturulan, yaygın bilinen adıyla Îmam-ı Gazzâlî tarafından kaleme alınan din ve tasavvuf türünde nitelendirebileceğimiz, çok önemli bir eserdir. Orijinal adı el-Keşf ve’t-Tebyîn fî Ğurûri’l-Halki Ecmaîn olan eser yaklaşık 74 sayfa boyutunda ama içerikte aktarılanlar ansiklopedilerce anlatılacak türdendi. Kasım 2022 tarihli 1. baskısının elimde yer aldığı eser Muhammed Yazıcı tarafından dilimize çevrildi. Yayınevinin Gazzâlî Kitaplığı serisinde piyasaya sürdüğü eseri bu yazıyı yazdığım sıralarda güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 50 – 60 TL arasında fiyatlarla satın alınabiliniyordu.

Gazzâlî veya sokak ağzında genellikle İmam Gazali olarak bildiğimiz bu önemli isim, Hüccetü’l-İslâm ve Zeynüddîn lakaplarıyla da tanınır. Kendisi Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde yaşamış olan en ünlü İslam bilginlerinden biridir. Bildiğim kadarıyla felsefe alanına yönelik olumsuz tutumuna karşın mantık bilimine yönelik önemli katkıları olan Gazzâlî’nin, döneminin Müslüman ve Hristiyan filozoflarının büyük kısmını etkilediğini, çalışmalarıyla tasavvufun uzun süre yaşayabilmesini sağladığını söylemek gerekiyor. Düşünce tarzının daha sonraki bilim adamlarını da etkilediğini (örneğin David Hume, İbn Rüşd, Descartes gibi) eklemek mümkün. Yazarın yaklaşık 500’e yakın eser yazdığı söylenir (hepsi günümüze ulaşmadı tabii, kim bilir bilinmeyen kitaplarında neler yazıyordu neler…).

Kendini Aldatan İnsan Kitap İncelemesi

Ben de yazarımızın bazı kitaplarını alıp okumaya başladım ancak çeviri olan bu kitaplar genellikle – bu kitapta olduğu gibi – hacmi küçük ancak barındırdığı anlam açısından büyük eserler. Kendini Aldatan İnsan adlı kitap ise mavi renkli bir kapağa sahip. Mavi renk akla ve bedene iyi gelen; sadakat, bilgelik, cennet, gerçeklik, inanç, akıl gibi anlamları ihtiva eden bir renktir. Ataerkil toplumlarda genellikle erkeği temsil eder ve erkekler tarafından da tercih edilen bir renktir.  Özellikle neden mavi renk seçildi bilemiyorum: ancak kapakta Selçuklu motiflerini andıran, Arapça süslemeler olduğunu düşündüğüm bir sembolde bulunuyor. Kapakta büyük puntolarla yazarın ismi, daha küçük puntolarla kitabın ismi ve orijinal adı yer alıyor. Kitap sayfalarına geçmeden önce de kırmızı renkli boş sayfalar bizleri karşılıyor.

Ayrıntılı bir içindekiler kısmına sahip olan Kendini Aldatan İnsan adlı kitapta ayrıca yazarın ve çevirmenin kısa bir biyografisi yer alıyor. İçindekiler kısmından kitabın iki bölüme ayrıldığını (Kafirlerin Aldanışı – Müminlerin Aldanışı), Müminlerin Aldanışı kısmının ise 4 farklı başlıkta (Alimler, Abidler, Zenginler, Sufiler) farklı gruplar halinde incelendiğini görüyoruz. “Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın. (Fatır, 35:5)” ayetiyle başlayan eserin giriş bölümünde çevirmene ait olduğunu düşündüğüm bir metin bizleri karşılıyor. Bu kısımda yer alan “İnsanoğlunun yeryüzü macerası bir aldanma hikayesi ile başlar: Adem çok cazip bir teklifle aldatılmıştı. Ve bir başka aldanma hikayesi ile devam eder: Kabil ile Habil. … Yeryüzünün bütün aldatma hikayelerinin temelinde bir aldanma korkusu vardır. … Bundan dolayı her aldatma bir aldanmadır. Kendisini aldatmadan başkasını aldatamaz insan.’’ (s.9) cümleleri aslında kitabın başlangıcı için çok doğru bir tercihti.

“Her insan aldanır” diyor giriş kısmında çevirmen ve ekliyor “İnsan için iki trajedi vardır; der Oscar Wilde. Birincisi arzularının tatmin olmaması. İkincisi ise tatmin olması. İçindeki boşluk dolduğunda ayrı bir çukurun içinde bulur kendini. Boş kaldığında ise okyanuslar kadar derin bir uçurumun…’’ (s.10). Aslında kişi, kendini ilk aldatandır bir nevi, insanoğlu “Kendisini her aldattığında hem mağrur hem mağdur olur. Ne gariptir ki mağrur da aynı kökten gelir; ‘Aldanma’ demektir. Kişinin kendisini aldatmasının en kolay yolu; hadsiz bir özgüvenle olur. Her aldatma hikayesi, bir güvenme hadisesi değil midir zaten?” (s.10) diyor çevirmen. Katılmamak elde mi?

Kendini Aldatan İnsan adlı eserimizi elimize aldığımızda, daha giriş kısmına girmeden yazarımızın kısa bir biyografisini okumuştuk ancak yayınevi veya çevirmen yeterli görmemiş olacak ki bir de “İmam Gazzâlî: Biyografik ve Entelektüel Bir Portre” başlıklı bir bölüm daha ekliyor. Bu bölümde Gazzâlî’yi daha ayrıntılı bir şekilde, yaşadığı dönemi de içine alacak şekilde, eserlerinin adlarıyla birlikte tanıyor, düşünce dünyasının etkisinin uzandığı bölgeleri de öğreniyoruz. Burada yazılanlardan bazılarının çevirmenin öznel yorumunu içerdiğini söyleyebiliriz. Yazının devamında yer alan “Elinizde bulunan eserin yeri ve önemi” alt başlığı altında kitap hakkında önemli bir ayrıntıyı öğreniyoruz: “Elimizdeki eser Gazzâlî’nin muamele ilmi çerçevesine dahildir. İhyada mühlikat sınıfı içinde yer alan bir konuyu işler. İhya’nın ‘Mühlikat’ bölümünün onuncu kitabının başlığı ‘Kitabü Zemmi’l-Ğurur’dur’ (Gururun Yergisi Kitabı). … Elinizdeki kitap İhya’daki bu başlık altında yer alan muhtevanın el-Keşf ve’t-Tebyin fi Ğururi’l-Halki Ecmain (Tüm İnsanların Aldanışının Keşif ve Beyanı) adıyla – muhtemelen – Gazzâlî tarafından kısaltılmış halidir.” (s.19).

Kendini Aldatan İnsan adlı kitabında yer alan “Elinizde bulunan eserin yeri ve önemi” alt başlığı altında çevirmenin çeviri yaparken neden “gurur” yerine “aldanma” kelimesini seçtiğini de öğreniyoruz. Çeviri hakkında not başlığı altında da eseri çevirirken kullanmış olduğu yöntemlere dair notlarına yer veren çevirmen, Eyüpsultan notunu düştüğü bu kısımda ayrıca “Dolayısıyla elimizdeki çeviri, Gazzali’nin el-Keşf ve’t-Tebyin fi Ğururi’l-Halki Ecmain adlı eserinin eldeki baskılarının, İhya’dan yararlanarak tashih ve tadil edilmesiyle oluşturulmuştur.’’ (s.22) ifadeleri ile birlikte “Bu kitap ‘Metinlerle İslam Medeniyeti’ başlığıyla başlattığımız İslam Medeniyetinin gelişimine katkısı olmuş fakat müfredata girmemiş metinlerin ders olarak okunmasını planladığımız uzun soluklu bir okuma projesinin ‘Gazzâlî Okumaları’ kısmının ilk metnidir.’’ (s.22) bilgisine de yer veriyor.

Artık Kendini Aldatan İnsan adlı kitabın çevirisini okumaya başlayabiliriz. İlk olarak Kitabü’l Keşf ve’t-Tebyin Fi Ğurûri’l-Halki Ecmain adlı bir başlık bizleri karşılıyor. Burada “Bu Kitabü’l Keşf ve’t-Tebyin Fi Ğurûri’l-Halki Ecmain (Tüm Yaratılmışların Aldanışı Hakkında Keşif ve Beyan) isimli kitaptır.” (s.25) açıklamasıyla, Yaratılmışların Tasnifi başlığını görüyoruz. Burada yazar insanları mükellefiyetlerine göre mümin ve kafir olarak ikiye ayırırken, kafirleri bir bütün halinde değerlendirip müminleri ise alim, abid, zengin ve sufiler şeklinde dört gruba ayırdığını ifade ettiğini görüyoruz. Daha sonrasında ise iki bölüm halinde (kafirlerin aldanışı ve müminlerin aldanışı) şeklinde bu iki farklı mükellefiyete sahip insanoğlunu anlatmaya, aktarmaya çalışmaya başlıyor.

Kendini Aldatan İnsan: yazar insanoğluna ayna tutuyor

Kitabı okurken İmam Gazzâlî’nin bazı düşünceleri ile benim anlık düşüncelerimin uyuştuğunu gördüm: mesela, Gazzâlî din konusundaki bazı polemiklerin yararlı olmadığını düşünür. Hatta bununla ilgili “Ebu Ümame, Peygamberimizin (sav) ‘Yoldan çıkmış hiçbir topluluk yoktur ki polemik (cedel) verilmiş olmasın’ dediğini aktarır.” (s.44) hadisini paylaşırken çevirmen de dipnot olarak “Gazzali inanç konularında şüphe ve itiraz üretmeye yol açan bu polemiklerin insanların zihinlerine izalesi güç şüpheler sokabileceğine de dikkat çekerek dinde polemikçiliğin, astarı yüzünden pahalıya mal olan ve pek de akıllıca olmayan bir yol olduğuna işaret eder. Gazzali’nin ilgili eleştiriler içinde en çok dikkat çekeni, dinde polemikçiliğin kimseyi yanlıştan döndürmediği yönündeki eleştirisidir.’’ (s.44) ifadesine yer verir. İki paylaşıma da katıldığımı ifade etmek istiyorum.

Kendini Aldatan İnsan adlı kitapta Aldanan Alimler kısmında on birinci grup olarak eleştirilen gramer, lügat, şiir ve garip kelime ve şivelerle uğraşan dil bilginlerine yönelik tespitleri de beğendiğimi ve doğru bulduğumu söyleyebilirim. Bu kısımda paylaşılan “Akıllarını kullanabilseler Arap dilinin Türk dilinden bir farkının olmadığını anlarlardı.’’ cümlesi ile “Tek fark, şeriatın Arapça söz aracılığıyla gelmiş olmasıdır.’’ (s.50) cümleleri yazarın, kutsal kitabımızın yazıldığı dilden ziyade anlatmak istediğinin önemli olduğunu belirtmesi ve buna yönelik açıklamalarda bulunması dikkatimi çekmişti. Bunun yanında “Allah’ın ezeli sıfatı Kur’an’ın lafzı değil, mana ve özüdür. İlahi olan bu özün herhangi bir dile özgü olmadığı açıktır.’’ (s.50) şeklindeki çevirmenin dipnotunun da yazarın düşüncelerini pekiştirmek anlamında yerinde bir paylaşım olduğunu söylemek gerek.

Bu arada yazarın Aldanan Abidler kısmında üçüncü grup olarak eleştirdikleri hakkında kullandığı “böyle bir elçi görevinden alınıp cezalandırılmakla kalmaz ayrıca akıl hastanesine de yerleştirilir.” (s. 53) cümlesi okurken gülümsetti. Kendini Aldatan İnsan dizgi çalışması, çevirisi, biçimsel bütünlüğü ile gerçekten okuma zevki açısından olumlu düşüncelere sahip olmamıza neden olurken, çevirmen notlarının eserin asıl metniyle uyumlu ve anlaşılır olması da güzel bir bütünleşme sağladı diyebilirim. Kitapta birbirinden değerli ve tam zamanında kullanılan 57 dipnot yer alırken, her ne kadar çeviri başarılı olsa da anlamını bilmediğim oldukça fazla kelime ile karşılaştığımı da eklemek istiyorum (bazılarını aşağıya ekledim anlamlarıyla beraber).

Gazzâlî bu önemli eserinde insanoğlunun aldanışının bir hakikat olduğunu vurgulamakta ve aldanma hikayelerini çeşitli tasvirlerle okuyucuya aktarmaya çalışmaktadır. Kitapta Gazzâlî insanoğlunun çeşitli gruplara ayırarak aldanmamış gibi görünen, toplumda önemli bir yere sahip olan ve rol model kabul edilen sınıfların aslında gizli birer aldanışına kapıldıklarını vurgulamaktadır. İnsanların aldanışını irdeleyen bu kitap, günümüzde güncelliğini korumakta ve insanların aldandıklarını fark etmelerine yardımcı olmaktadır. Ben kitabı okurken aldanan grupta yer alan bazı isimleri kafamda canlandırdım bile…

Bu değerli eseri aslında iki cümle ile başlatıp bitirmek yerinde olurdu; birincisi “Allah’la kulu arasındaki ilk perde kulun nefsi/kendisidir.’’ (s.74) cümlesi olabilecekken sonuç cümlesinin “Allah yolunun yolcularının aldandığı hususları yazmaya ciltler yetmez. Bunları sonuna kadar anlatmak için de tüm mükâşefe ilimlerini açıklamak gerekir ki bunu açmaya da ruhsat verilmemiştir.’’ (s.74) şeklinde olması doğru bir tercihti. Hacmi küçük bu koca kitabı okuduktan sonra şunları düşündüm: dosdoğru olmaya çalış, insanoğlu kusursuz değildir, mükemmel olan İslam’dır.

Yazarın bir diğer kitabı hakkında yazmış olduğum yazı.

Özellikle kitapta bahsedilen sınıflarda yer aldığını düşünenler, imamlar, öğretmenler, zenginler ile aslında hepimizin okuması gereken bir kitap. Çevirmenin dediği gibi: “Hacmi ile ters orantılı bu büyük kitap bizi en azından kendimizi kandırmaktan vazgeçmeye yani korkunun kendimizden geldiğinin farkına varmaya çağırıyor.’’ (s.11). Kitap âlim, âbid, sûfi ve zâhid gibi çeşitli dini sınıflar içinde temayüz etmiş birçok insanın, aslında temel güdülerini tatmin için uğraştığı dinî görev ve erdemleri -belki kendileri bile farkında olmadan- nasıl paravan olarak kullandıklarını gün yüzüne çıkartmaktadır. Aslında yazar insanların günlük hayatlarında yaptığı ve kendilerine övünç kaynağı olarak gösterdikleri işlemlerin/amellerin aslında nefislerine ve aslında bir anlamda şeytana nasıl hizmet ettiğini, böylelikle kendilerini kandırıp nasıl hareket ettiklerini kalplerine ayna tutarak, müthiş tespit ve bazen nüktelerle birlikte akıcı bir şekilde izah ediyor.

Her türlü aldanıştan ve aldatılıştan uzak güzel yarınlarınız ve keyifli okumalarınız olsun diyorum.

Kendini Aldatan İnsanlar adlı kitapta altını çizdiğim anlamlı cümleler:

“İçindeki boşluklar boş bırakmaya gelmez, şeytan insanı doldurmanın ustasıdır.’’ (s.10)

“Neyin hayalini kalbinde zikrini dilinde taşıyorsan onun zindanında yaşıyorsun demektir.’’ (s.10)

“Ğarur, yani çokça aldatan bu şeytanın en bilinen ismidir ve en iyi bildiği şeydir.’’ (s.10)

“Bir dervişi, önünde bütün şehveti ile arzı endam eden dünya değil, ona olan kayıtsızlığı kandırır. Bir alimi cehalet değil bilgi yoldan çıkarır. Koyun bir ömür kurt korkusuyla yaşar ama gün gelir, kendisini onu koruyup kollamakla görevli çoban yer.’’ (s.10)

“Bu kimseler Hazreti Peygamber’in (sav) şu sözünü unutmuşlardır. “Akıllı kimse kendini sorgulayan ve ölüm sonrası için çabalayandır. Ahmak kimse nefsani arzularının peşine takılan sonra da kuruntularını Allah’tan bekleyendir.’’ (s.33)

“Umut öncesinde bir çaba varsa umuttur yoksa düpedüz kendini kandırmaktır.’’ (s.33)

“Oysa dilini günahtan korumak tespih ve zikirden daha değerlidir.’’ (s.34)

“Muamele ilmi, helal ve haram bilgisi yanında, iyi ve kötü huyları kapsayan ahlak bilgisidir. Kişinin davranış ve tutumlarına mal olmadıkça Allah’ın ve sıfatlarının bilgisinin kişiye ne faydası olabilir?’’ (s.36)

“Bu alimler başkalarını tedavi edip şifa dağıtan ama kendisini tedavi etmek elinde olduğu halde bundan geri durup hastalıktan muzdarip olan doktorlara benzerler.’’ (s.36)

“Bu grupta yer alan kendini kandırmış alimlerin -onlardan biri olmaktan Allah’a sığınırız- sorunu, yenik düştükleri dünya ve konfor sevgisidir.’’ (s.36)

“Sebebi de Hazreti Peygamber’in (sav) şu sözlerinden gaflette olmalarıdır: “Riya küçük şirktir.’’ “Ateşin odunu yediği gibi haset de iyilikleri yer.’’ “Suyun sebzeleri beslediği gibi para ve ikbal tutkusu da kalpte nifak tohumunu besler.’’ (s.37)

“Kalbini arındırmayanın ibadeti sağlam olmaz.’’ (s.37)

“Bunlar Halife Ömer’in, Şam’ı ziyareti sırasında mütevazi kıyafetinden dolayı yadırgandığında “Bizler Allah’ın İslam’la onurlandırdığı insanlarız, onuru başka şeylerde aramayız.’’ Sözünde simgeleşen sahabenin tevazu ve alçak gönüllülüğünden habersizler.’’ (s.38)

“Biri sözlerine itiraz etse gururlarına dokunur, hiddete kapılırlar. Sorulduğunda da Haksızlığa tepki gösterdiklerini söyleyerek üstünü örterler. Bu düpedüz bir aldanıştır.’’ (s.38)

“Aldanmış alimlerin hali tam olarak Hazreti İsa’nın şu sözünde özetlenmiştir: Kötü alim vadinin ağzına oturmuş kaya gibidir. Ne kendisi sudan yararlanır ne suyun geçip de ekin alanlarına varmasına izin verir.’’ (s.39)

“Nefsin sinsi ve tekinsiz hileleri bu gibi saklı köşelerde gizlidir. İnsan farkına varamadığından bunları ihmal eder. Bu alimlerin hali tarlasını zararlı otlardan arındırmaya çalışan çiftçinin halini andırır. Çiftçi tarlasını gezer, görebildiği zararlı otları söküp atar. Ancak henüz toprağın altından çıkmamış olan otlar da vardır.’’ (s.40)

“Gece gündüz fıkıh mezheplerinin çelişkilerini arar akranları olan diğer alimlerin ayıplarını bulmak için didinip dururlar. Bunların asıl hedefi ilim de değildir, hedefleri akranları karşısında üstünlük sağlamaktır. Zamanlarının kalplerini arındırmak için harcamış olsalar, bu kendileri için, dünyada büyüklenmekten başka yarar görmeyecekleri bu gibi teknik bilgilerden daha hayırlı olurdu. Dünyada geçici büyüklenme halinin ahiretteki karşılığı alev alev yanan ateştir. (s.43)

“Gereksiz ayrıntılara gereğinden fazla zaman ve emek vererek ömür sermayesi gibi en değerli varlıklarını zayi ederler.’’ (s.52)

“Bu ayrıntılara takılıp kalacağına ibadette asıl gerekli olanın duygu bütünlüğü (huzur-i kalb) olduğunu anlayamaz.’’ (s.53)

“İnsanların namazda Fatiha okuma sorumluluğun, Arapların günlük hayatta konuşurken harflere gösterdiği özenden daha fazla özen gerektirmediğini anlayamazlar. Bu büyük bir aldanıştır.’’ (s.53)

“Kur’an okunurken, belki onun lafzından keyif alsalar da mana ve inceliklerinin manevi hazzını yaşayamazlar. Biri. Kur’an’ı günde yüz kere hatmetse de eğer onun içindeki buyrukları yerine getirmez, yasaklarından sakınmazsa Allah’ın cezasını hak eder.’’ (s.54)

“Oruca gösterdikleri özene karşı dilleri gün boyu gıybet ve boş sözlerden, kalplerini riyadan, akşamları mideleri haramdan uzak durmaz.’’ (s.54)

“Hac ibadetiyle aldananlardır. Bunlar üzerindeki kul haklarını ve borçlarını ödemeden hac yolculuğuna çıkarlar. Yola çıkmadan önce ana babalarının rızasını da almamışlardır. Hac için gerekli parayı helal yollardan tedarik etme konusunda da özensizdirler. Bazıları farz haclarını yerine getirmiş oldukları halde nafile hac yolculuğuna çıkarlar ama yolculuk boyunca namazlarını da diğer farz ibadetlerini de ihmal eder, beden ve kıyafet temizliğini yerine getiremezler.’’ (s.55)

“Gazzâlî yapılan işin kendisinden çok yapan kişinin o işle ilgili niyet ve çıkarına bakmaktadır. Kişinin hayırlı işleri yaparken ardındaki motivasyona odaklanan bu bakış dindarlığın ve iyiliğin özünde samimiyet aramaktadır.’’ (s.56)

“İnsanların sığınması altında yaşamak zorsa Allah’ın sığınması altında yaşamak çok daha zordur! İnsanın iç ve dış dünyasını günahlardan koruyarak Allah’a sığınması ne güzeldir!’’ (s.57)

“Baş olmak ya ilimle ya vaazla ya da yalın zühdle elde edilir. Zahidler kolay olan diğer ikisini bırakıp en tehlikeli olanı seçerler. Çünkü manevi şan ve şöhret, mal ve mülkten daha değerlidir.’’ (s.57)

“Oysa iyilikler arasında sıralamayı çiğnemek de bir kusurdur.’’ (s.59)

“Ana babanın nafakasını hac ibadetinin önüne almak.’’ (s.60)

“Ne var ki sorumluluklar arasında öncelik sonralık sıralamasında aldanmak çoğu kimsenin farkına varmayacağı kadar sinsice bir tehlikedir ve bundan ancak ilimde kök salmış alimler korunabilir.’’ (s.60)

“Hayır için yaptıkları harcamalar ve inşa ettirdikleri yapılarla insanların iyiliğini düşündüklerini ve niyetlerinin halis olduğunu sanırlar. Oysa kimsenin haberi olmayacak biçimde bir yoksula tek bir dinar bağış yapmaları istendiğinde yüksünürler.’’ (s.61)

“Bulundukları bölge içinde yakınlarında yaşayan yoksullar vardır. Onların ihtiyaçlarını görmek, cami yaptırmak veya donatmaktan daha önemli ve daha değerlidir.’’ (s.62)

“Cami süslemeleri ibadet edenlerin dikkatlerini dağıtır. İbadetin amacı olan kalp dinginliğini bozar. Zihni caminin süslemeleriyle meşgul olan kişinin namazında huşu olmaz. Namaz kılan kişin, cami süslemeleri sebebiyle dikkatini dağıtıp ibadetine zarar veren her şeyin vebali onları yaptıranların günah hanesine kaydedilmektedir.’’ (s.62)

“Çünkü camileri süslemek hiçbir şekilde helal değildir. Ebu Derda der ki “Mescitlerinizi süslediğiniz, Mushaflarınızı çeşitli tezyinatla donattığınız zaman helaki bekleyin.’’ Hasan-ı Basri’nin anlattığına göre, Allah Resulü (sav) Medine’de mescidini inşa ederken Cebrail yanına gelir ve ona “Mescidi yedi zira yüksekliğinde yap ve onu süsleme, nakışlarla donatma’’ der.’’ (s.62)

“Ahir zamanda üzerine farz olmadığı halde hacca gidenler çoğalacak, seyahatleri kolay ve rızıkları bol olacak. Ama hacdan elleri boş dönecekler.’’ (s.63)

“İnsan parayı ticaretin kirli işlerinden ve helal olup olmadığını şüpheli yollardan kazanınca, benliği onu ancak kendi arzularını tatmin için harcamaya itiyor. Fakat gözünü boyamak için salih amelleri/ibadetleri paravan olarak kullanıyor. Oysa Allah, ancak kalbi korku ve hürmetle titreyen (müttaki) amellerini kabul edeceğine dair yüce zatına yemen etmiştir.’’ (s.64)

“Ne öğüt almış ne gereğini yerine getirmiş olsalar da sırf vaaz dinleyerek sevap kazanacaklarını sanırlar. Bu da başka bir aldanış biçimidir. Halbuki zikir ve sohbet ortamları insanları iyilik ve hayra teşvik ettiği için değerlidir. Kişinin iyiliğe karşı heyecan ve isteğini arttırmayan bir zikir ve sohbet ortamının kıymeti yoktur. İlgi ve heyecan iyidir, çünkü insanı eyleme iter. Eyleme itecek kadar gücü olmayan ilgi ve heyecandan hayır çıkmaz.’’ (s.65)

“Davranışlarına etki edip senin yüzünü dünyadan çevirerek Allah’a döndürmeye yetmeyen her vaaz aleyhine kanıttır. Bunları aleyhine görüyorsan sen aldanmışsındır.’’ (s.66)

“Oysa nefislerimizin arzularıyla mücadele(mücahede) ve riyazet uğruna kendilerini yormamış, sürekli duygularını denetlemek (murakabe), iç ve dış dünyalarını gizli açık günahlardan arındırmak için emek vermemişlerdir. Halbuki bunlar tasavvufun ilkelerindendir.’’ (s.67)

“Üzerlerindeki Sufi kostüm çıkartılıp kılık kıyafete değil, insanın kalbine bakan Büyük Yargıcı’nın huzuruna getirildiklerinde onların da foyaları meydana çıkacaktır.’’ (s.67)

“Oysa sözünü ettikleri makamların sadece isim ve lafızlarını bilir, anlam ve özlerinden gafildirler.’’ (s.69)

“Sahabe tevekkülden, çöl yolculuğuna yanına azık almayıp canını tehlikeye atmayı anlamamıştır. Bilakis sahabelerin hayatından öğrendiğimize göre onlar yanlarına azıklarını alır ve Allah’a tevekkül ederlerdi. Onların tevekkülü azığa değil, Allah’a idi.’’ (s.71)

“Tevekkül kişiyi uhrevi yolculuğuna kurtaracak olan makamlardan bir makamdır ama her makamın aldatıcı bir yanı vardır, şeytan orada insanlara tuzak kurar ve birçok kimseyi aldatır.’’ (s.71)

“Bilakis ancak tüm iyi hasletleri gözetir, tüm kötü hasletlerden sakınırsa, Allah da kulundan razı olur. Bu hasletlerden biri olmasa da diğeri bana yeter, diye düşünen kişi aldanmıştır.’’ (s.72)

“Haram paraları toplayıp iyilik olsun diye hac yolunda harcamak, cami inşa edip duvarlarını necasetle sıvamaya ve sonra da “Kastım Allah’ın evini mamur hale getirmektir.’’ Demeye benzer.’’ (s.72)

“Mesela herhangi bir şey için “Bu, nefsin bir kusurudur, bunun bir kusur olduğunun farkında olmamak da bir kusurdur, bunun kusur olduğuna dönüp bakmak da (iltifat) bir kusurdur, gibi (garip) ince ve derin sözler söylerler. Bunun gibi, düşünüp üretmek için epey vakit harcamak gereken zincirleme sözler bulmaya düşkündürler. Hayatını Nefsin kusurlarını incelemek ve bunların ilacının bilgisini araştırmak için harcayan kimsenin hali, hac yolculuğunun güçlükleri ve tehlikeleri üzerine araştırma yapan ama bir kez olsun hac yolculuğuna çıkmamış olan kimseni haline benzer. Hac yolculuğunun güçlük ve tehlikeleri üzerine yaptığı araştırma hac ibadetinin yerine geçmez.’’’ (s.73)

Kendini Aldatan İnsan adlı kitapta anlamını bilmediğim bazı kelimeler ve anlamları:

Şaire ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup kadın şair anlamındadır.

İğfal ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup bir kadını aldatma, baştan çıkarma, ırzına geçme, kandırma anlamına gelir: “Geniş bir cephede çıkarılacak ufak ufak keşif kollarıyla düşmanın iğfali de mümkündür.”

İnfak ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup nafaka verip bir kimsenin geçimini sağlama anlamına gelir.

Münkeşif ne demek: Osmanlı döneminde açılmış, ortaya çıkmış, keşfedilmiş, meydana çıkarılmış, yeni bulunmuş, keşfolan anlamında genelde hukuki terim olarak kullanılan bir kelimedir.

Meful ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup yapılmış, işlenmiş, bir işin etkisinde olan anlamındadır.

İstiğna ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup önerilen bir işe karşı nazlanma, nazlı davranma, doygunluk anlamında kullanılır.

Müceddid ne demek: Yenileyen anlamındadır. Müslümanlık açısından dine bir “yenilik” getiren kişiler için kullanılan İslami bir terimdir. Müslüman geleneğine göre, İslam’ı yeniden canlandırmak, onu yabancı unsurlardan temizlemek ve onu orijinal saflığına geri döndürmek için İslam takvimindeki her yüzyılının başında ortaya çıkan kişiyi ifade eder. Müceddide yüzyılın en büyük Müslümanı gözüyle bakılır.

Muhtevi ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup ihtiva eden, içine alan, kapsayan, içinde bulunduran.

Teksif ne demek: Yoğunlaştırma anlamındadır, teksif etmek ise yoğunlaştırmak anlamında kullanılan birdeyimdir.

Müamelat ne demek: “Hukukî bir sonuca yönelik irade beyanı” anlamındaki muâmele kelimesinin çoğulu olan muâmelât fıkhın ibadetler dışında kalan kısmını, yani hukukun tamamını ifade eden bir terimdir.

Mühlikat ne demek: Osmanlı döneminde kullanılan bir kelime olup kötü ve günah olan işleri, helak eden veya hayrı ve sevabı bozan fena hareketleri ifade etmek için kullanılır.

Biteviye ne demek: Tekdüze veya durmadan, sürekli olan anlamlarında kullanılabilir: “Bunun intikamını şimdi, tek gözüyle biteviye kuş peşinde dolaşarak çıkarıyordu.” Biteviyelik ise değişmeden, aynı biçimde sürüp gitme durumunu ifade eder: “Biteviyelik tesirini gidermek için mimar büyük ve küçük pencereleri nöbetleşe yukarıya doğru istiflemiştir.”

Seciye ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup karakter anlamında kullanılabilir: “Halk seciyesi en fazla türkülerde abartılı bir şekil alır.” Seciyeli şeklinde kullanıldığında ise sağlam karakterli anlamına gelir. Seciyesiz ise tam tersine kendine güvenilmeyen kimse anlamına gelir.

Temayüz ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup başkalarına göre üstün duruma gelme, sivrilme, seçkinleşme anlamına gelirken temayüz etmek, sivrilmek, seçkinleşmek anlamına gelir.

Tahriç ne demek: Sözlükte “çıkmak” anlamındaki “çıkarmak, hüküm elde etmek” mânasına gelen kelime hadis ilminde sıklıkla kullanılır. Tahriç yapana muharric, hadisin kaynağına veya râvisine mahrec denir. Tahrîc sonunda oluşan eserler de tahrîc adıyla anılır.

Tefakkuh ne demek: Tasavvufi bir kelimedir. Zihnin yoğunlaştığı şeyden damıttığı sonucu şimdi ve buraya taşıyarak fıkıh üretmesi, lehinde ve aleyhinde olanı tespit etmesidir.

Cedel ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup karşısındakini susturmak için yapılan tartışma anlamına gelirken, cedelleşme çoğulunu ifade eder: “Yüce ve yüceltici dinimiz, müntesibi bulunan Müslümanlara birbirine zıt görüşlerle cedelleşmeyi yasaklamış bulunmaktadır.”

Zühd ne demek: Arapça kökenli bir kelime olup bir şeye rağbet etmemek, ona karşı ilgisiz davranmak, ondan yüz çevirmek anlamına gelirken genellikle dünyaya karşı olumsuz tavır ve davranışların bütününü ifade eder. Dünya malına, makama, mevkiye, şan ve şöhrete önem vermeme; azla yetinme, çokça ibadet etme, âhiret için hayırlı işlere yönelme zühdün bazı göstergeleridir.

Kendini Aldatan İnsanlar adlı kitapta karşıma çıkan ve yazarın da eserinde kullandığı ayetlerden bazıları:

İman edenler, hicret eden ve Allah yolunda savaşanlar; şüphesiz işte bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah çok yargılayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir. (Bakara /218)

Allah buyurdu: “Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblîs), “Ben ondan daha üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. (Araf/12)

Size verilen her şey dünya hayatının geçici zevklerinden ibarettir. Allah katında olanlar ise daha iyi ve daha kalıcıdır. Bunlar, iman eden ve rablerine dayanıp güvenenler içindir. (şura/36)

Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Ahirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir. (hadid/20)

Böyle bir böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbimin huzuruna götürülürsem bile, hiç şüphem yok ki, orada bunun yerine daha iyisini bulurum.” (kefh /35-36)

Gizli konuşmaktan menedilen o kimseleri görmüyor musun, yine dönüp yasaklandıkları şeyi yapıyorlar; günah işleme, haksızlık etme ve peygambere karşı gelme hususunda fısıldaşıyorlar. Sana geldiklerinde de Allah’ın seni selâmlamadığı bir biçimde selâm veriyorlar. Üstelik birbirlerine, “Allah bizi bu söylediklerimizden dolayı cezalandırsa ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter; işte oraya girecekler; ne kötü bir sondur o! (Mücadele/8)

“Aramızda Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu kimseler de bunlar mı?” demeleri için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri bilmez mi? (enam/53)

İnkâr edenler inananlara şöyle dediler: “Eğer bu iyi bir şey olsaydı bizi bırakıp da onlara gelmezdi!” Onunla doğru yolu bulamadıkları için, “Bu eski bir yalandır” demeye devam edeceklerdir. (Ahkaf/11)

İnsan var ya, rabbi ona imtihan için ikramda bulunduğunda ve onu nimetlere boğduğunda, “Rabbim bana ikram etti” der (mutlu olur). (fecr/15)

Sanıyorlar mı ki, onlara mal ve evlâtlar verirken yalnızca iyilikleri için çırpınıyoruz! Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar. Ellerinde hiçbir kesin delil olmadan Allah’ın ayetlerini tartışmaya kalkışanlara gelince, onların içlerindeki, hedefine asla ulaştıramayacakları bir büyüklenme duygusundan başka bir şey değildir. Öyleyse sen Allah’a sığın; kuşkusuz her şeyi işiten, gören yalnız O’dur. (Mü’minun/55-56)

Sen bu sözü yalan sayanı bana bırak! Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz. (Kalem/44)

Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler. (enam/44)

Allah’ın ansızın gelen azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası Allah’ın azabından emin olamaz. (Araf /99)

Yahudiler tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah en iyi tuzak bozucudur. (Ali İmran/54)

Sen o inkârcılara süre ver, onlara biraz zaman tanı. (Tarık/17)

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. (Necm/38-39)

İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır. (Abese/34-37)

İşte bunlar, yaptıklarının karşılığı olarak içinde devamlı kalmak üzere cennetliklerdir. (ahkaf /14)

Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir. (Şems/9-10)

İnsanların diriltileceği gün ve Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme!” (Şuara/88-89)

Bununla beraber müminlerin hepsinin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde yeterli bilgi sahibi olmaya çalışmak ve seferden dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. (tövbe /122)

Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü. “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “Batanları sevmem” dedi. Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” (enam/76-78)

İyi okumalar…

  • 2
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
Sakine Hasan Sarı Kitap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir