Türk İdari Teşkilatı Tarihi adli kitap, “… kendisi Tarihçilerin Kutbu, Tarihçilerin Şeyhi, Hocaların Hocalarının Hocası, Kavramsal çerçeve ve tarihsel bağlam üstadı, Alim gibi ifadelerle anılmaktadır.” (s. 7) sözlerinden de anlaşılacağı üzere, ülkemiz tarih bilimi açısından çok önemli bir yere sahip Halil İnancık tarafından kaleme alınan bir eser. Türkiye Tarihi Dizisi:49 numarasıyla Kronik Kitap tarafından okuyucuyla buluşturulan eserin elimde Eylül 2023 tarihli 1. baskısı vardı ve 208 sayfalık eseri, yaptığım bir araştırma konusunda bilgi sahibi olmak için okudum.
Türk İdari Teşkilatı Tarihi adlı eser, 25 Temmuz 2016 tarihinde 100 yaşında vefat eden yazarın, “İnancık’ın Ankara Üniversitesi siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuttuğu Türk İdari Teşkilatı Tarihi de bunlardan biridir.” (s. 7) sözlerinden de anlaşılacağı üzere 1942’den itibaren Ankara Üniversitesi’nde verdiği ders notları temel alınarak yayınevi tarafından derlenmiş ve çeşitli düzeltmeler yapılmış bir kitaptır.
Ne yazık ki benim de araştırma yaptığım başta taşra yönetimi konusu olmak üzere, yazarın “Türk idare tarihi üzerine henüz bir eser yazılmamıştır. Osmanlı teşkilatı tarihi üzerine elde mevcut umumî eserler eskimiştir. Yahut noksan ve hatalarla doludur.” (s. 11) tespitine katılıyorum ve akademi camiasının bu konuya eğilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani tam anlamıyla elimizde idari teşkilatı anlatan bir kitap yok, zaten öyle bir iddiası da yok eserin, ders notları bir araya getirilmiş.
Halil İnalcık’ın Türk İdari Teşkilatı Tarihi Kitabı Hakkında İnceleme
Eser, kapsamlı bir içindekiler kısmı ve yayınevinin takdimi ile bizleri karşılıyor. Bu kısımda, “Öncelikle Osmanlı Devleti’nin teşkilatını ele alacağız. Zira bugünkü Türkiye’miz bu Türk Devleti’nin yalnız zaman ve mekân bakımından değil, içtimai ve tarihi devamlılık bakımından da doğrudan doğruya halefi sayılır.” (s. 9) cümlesinden de anlaşılacağı üzere eserin çerçevesi hakkında bilgiler veriliyor ve devamında Osmanlı’nın tarihi, devirler halinde kısaca irdeleniyor. Kitapta oldukça fazla (ki bazılarını aşağıya ekleyeceğim, bazılarını da sonraki sayfaya ekleyeceğim) eski Türkçe kelimeler mevcut ve çoğu da şapkalı harflerle yani eski Türkçe’ye uygun kelimelerdi, hepsi özenle seçilmiş gibiydi.

Kitabın kapağında 5 farklı kişinin görüntüsü yer alıyor; giysilerden hepsinin farklı unvanlara sahip kişiler olduğunu tahmin ediyorum. Bunlar muhtemelen Osmanlı’nın önemli unvanlarına sahip kişileri gösteren fotoğraflar olabilir ama doğrudan Gazi Mustafa Kemal, II. Mahmud veya diğer spesifik bir figür tanımlanmamış gibi gözüküyor; kapağı tasarlayan Kutan Ural’ın amacı, temsilî sembollerle Osmanlı idari geleneğini yansıtmak olmuş gibi görünüyor. Ayrıca kapak tasarımındaki yıldız biçimli geometrik desenler, Osmanlı ve İslam sanatında sıkça rastlanan “kutsal geometri” anlayışını yansıtmak için seçilmiş diye düşünüyorum. Sonsuzluğu ve düzeni simgeleyen bu çokgen motifler, kitabın Osmanlı’daki idari sistemin yapısal bütünlüğünü anlatan içeriğiyle anlamlı bir bütünlük oluşturmuş bana göre: tabii amaç, yukarıda belirttiğim ise…
Türk İdari Teşkilatı Tarihi adlı eserde dikkatimi çeken bazı tarihi bilgileri özellikle paylaşmak istiyorum ki bunları sayfa sıralarına göre şu şekilde yazabilirim:
- “… Hatta 1345’e kadar Rumeli’de bile, gazanın önderinin Aydınoğlu Umur Bey olduğu unutulmamalıdır.” (s. 15)
- “Ahîlerin ilk Osmanlı Beyliği’ni kurmakta ve teşkilâtlandırmakta oynadıkları esaslı rol haklı olarak belirtilmektedir. … Bizzat I. Murad’ın bir ahî reisi olduğu bize kadar gelen bir vesika ile bugün malûmdur.” (s. 20)
- “II. Murad 1422 İstanbul muhasarasında top kullanmıştı. … Fakat top esas itibariyle Fatih’in elinde kudretli bir savaş vasıtası haline gelmiştir. O, Orta Çağ’ın en kavi surlarını yıkmak için devrin en büyük topunu döktürmüş ve Türk ordusu İstanbul’a ‘top yıktuğu gedikten’ girmiştir.” (s. 27)
- “Esasen II. Bayezid babasının siyasetini temsil etmesinden korkulan Cem’e karşı gayr-ı memnun zümreler tarafından tahta geçirilmişti.” (s. 30)
- “Şah İsmail’e karşı sefere çıkmadan önce, onun bütün Anadolu’ya yayılmış olan müridlerini ve halifelerini tespit ettirip hapis veya idam ettirdi.” (s. 32)
- “II. Mahmud modern Türkiye’yi doğuran yeni bir devrin hakiki kurucusudur. Büyük siyasî buhranlar karşısında herkesin fevkalâde tedbirler beklediği bir zamanda devleti kesin olarak Garplılaşma yoluna koydu. Onu anlamayanlar yüzüne ‘Gavur padişah’ diye bağırdı.” (s. 53)
- “Osman hakkında en eski kaynak, Osman Gazi’nin çağdaşı olan Bizanslı tarihçi Pachymeres’tir. O, XIII. asrın ikinci yarısında Menteşe’den Karesi’ye kadar Sasa Bey ve Aydınoğlu Mehmed Bey gibi Türk beylerinin Batı Anadolu’yu fethettiklerini ve Bizans’ın boş mukavemet teşebbüslerini anlattıktan sonra birdenbire 1301 tarihine doğru Osman’ın Bitinya’daki korkutucu akınlarından bahseder.” (s. 65)
- “Oğuz geleneğinde Kayı, Oğuzhan’ın büyük oğludur. Ve Türkler üzerinde meşru hâkimiyet onun soyuna aittir. … Fakat biz Osman’ın Oğuz töresince bey seçildiği faraziyesini çok şüpheli saymaktayız.” (s. 67)
şeklindeki cümleler benim için hem bazı yeni bilgiler içeriyor hem de tarihi bilgilerimi tazelemek anlamında katkı sunuyordu. Aslında yukarıda özellikle verdiğim cümlelerin hepsi için ayrı ayrı konuşmak ya da yazmak gerekir: çünkü bazıları tarihi bilinenleri değiştirme gayesi güdüyor bazıları ise tarihi daha iyi anlamamıza katkı sağlıyordu. Özellikle son maddede yazdığım, Osman Bey’in kurultayca seçildiği yönündeki iddianın gerçek olmadığını düşündüğü cümlesi, dikkat çekicidir.
Kitapta Uç Beyliği’nden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine, yani Abdülhamid’in düşüşüne kadar idari yapının evrimi ele alınırken, İnalcık’ın on yıllar süren akademik çalışmalarının ders notları tarafından oluşturulan bir sentezini okurken buluyoruz kendimizi. Oldukça fazla bilgi var ve bu bilgilerin neredeyse çoğu arşiv belgeleriyle desteklenmişti: fakat kaynakça kısmına da baktığımızda, kendi tarihimizle ilgili fazlasıyla yabancı kaynağın yer aldığını ve üzülerek söylüyorum ki kendi tarihimizi yabancılardan öğrendiğimizi görüyorum. Bu eski Türk tarihi için de geçerliydi.
Kul Sistemi, Tımar ve Saray: Osmanlı’nın Yönetsel Mimarisi
Eserde, Osmanlı’nın idari yapısı ile birlikte en önemli yapı taşlarına yazarın yorumlamalarıyla birlikte yer verilmiştir, örneğin “Denilebilir ki kul sistemi, kadılar ve tımar sistemi imparatorluğun temel direkleridir.” (s. 21) cümlesiyle, kul sistemi, kadılar ve tımar sisteminin Osmanlı için ne kadar önemli olduğu üzerinde durulmuştur.
Kul sisteminin çalışma prensibine ve Osmanlı’ya olan katkıları anlatılırken, “Köleleri hususî bir terbiyeye tâbi tutarak idare ve orduda sadık ve kifayetli unsurlar olarak yetiştirme ve kullanma usulüne kul sistemi diyoruz. Osmanlı devlet teşkilâtı bir taraftan ulemaya diğer taraftan kul sistemine dayanır. Ulemâ kanun ve şeriatı ve onunla ilgili teşkilâtı, kul sistemi ise padişahın siyasi otoritesini, icra kuvvetini temsil eder. Kul sistemi Osmanlılardan önceki İslâm devletlerinde bütün hususiyetleriyle mevcuttur.” (s. 91) cümlesi ve devamında önemli bilgilere yer verilmiştir.
Kul sistemi hakkında verilen diğer önemli bilgiler ise şunlar olabilir;
- “… Osmanlı hükûmetini kul sisteminin bir parçası sayar. Fakat hakikatte 1453 yazında Çandarlı Halil’in idamına kadar vezîr-i âzamlar umumiyetle ulemadan gelmişler ve kullar en fazla beylerbeylik ve ikinci vezirliğe kadar yükselebilmişlerdir. 1453’ten sonra divanda kullar hâkim olmuşlardır.” (s. 107)
- “Kemalpaşazâde, kul sistemini Osmanlı Devleti’nin sağlamlığı ve devamlılığının başlıca temeli saymıştır.” (s. 97)
Yukarıda da belirtildiği üzere Osmanlı’daki kul sistemi, padişaha mutlak sadakat temelinde yükselen bir yönetim modelini bizlere gösteriyordu: devşirme kökenli yöneticiler ve askerî elit sınıf, doğrudan sultana bağlı olduğu için merkezi otorite güçleniyor, iç isyan riski en aza indiriliyordu ve böylelikle Osmanlı’nın uzun süreli istikrarında ve merkezî yönetimin etkinliğinde kilit rol oynuyorlardı. Devletin bekası ve devamlılığı için önemli olan bu sistem ile Osmanlı, uzun yıllar üç kıtada hüküm sürmeyi başarmıştı ve bu durum bizlere şunu gösteriyordu: istikrar için, sadakat çok önemliydi. Günümüze en büyük yansıması, bu tespit olabilirdi.
Kitapta yer alan “Vezîr-i Âzam Sokullu Mehmed Sırbistan’da ailesini ihya etmiştir.” (s. 93) cümlesinden, benim de merak ettiğim konulardan biri olan devşirmelerin, kendi aileleriyle irtibat kurduklarını ancak Osmanlı için çalışmaya ve önemli görevlere gelmeye devam ettiklerini de görmüş oluyoruz.
Tanzimat’tan Abdülhamid’e: İdari Reformların Tarihsel Arka Planı
Tanzimat dönemi hakkında değerli hocamızın, oldukça fazla yorumlarına ve tespitlerine Türk İdari Teşkilatı Tarihi adlı eserde rastlıyoruz. Bunlardan bazılarını aşağıya yazmak istiyorum:
- “Tanzimat’ın eski ıslahat teşebbüslerinden mahiyet itibariyle farkı, İslâm devletine Avrupa devlet ve hukuk esaslarını tatbike kalkmasıdır.” (s. 54)
- “1864 Vilayet Kanunu, Fransız vilayet teşkilâtını Osmanlı İmparatorluğu’na tatbik ediyordu. Bir aralık Fransız Medeni Kanunu’nun kabulü bile tasarlandı. Fakat sonra şer’î hukukun medeni hukuka ait fasılları Mecelle olarak tedvin olundu (1870-1877).” (s. 55)
- “Tanzimat’ın bol bol çıkardığı nizamnameler ve kurduğu müesseseler büyük köylü kütlelerinin hayatını iyiye götüren hiçbir etki yapmamıştır.” (s. 57)
- “Osmanlı Devlet adamları beka kaygısı ile Osmanlı ananelerini ve gazi devlet prensiplerini bırakarak Batılılaşmaya karar verdiler. Kütle, buna mukavemet göstermekten geri kalmadı ise de yukarıdan gelen Batılılaşma hareketi gittikçe kuvvet kazandı. Bununla beraber, birçok meselelerde Batı’da hâlâ din veya Philhellenism (Yunan hayranlığı) fikirlerinin tesiri altında eski Şark Meselesi zihniyetinin devam ettiğini Türkler acı acı müşahede ettiler. Sevr Muahedesi bu kökleşmiş taassubun ve düşmanlığın en insafsız örneğini teşkil ediyordu.” (s. 58)
- “Reşit Paşa gerçekte padişahın otoritesini ve karar verme yetkisini fiilen bürokrasiye devretmek emelinde idi.” (s. 154)
- “Özetle, Tanzimat’tan gaye, devletin kuvvetlenmesi, memleketin kalkınması ve huzurun yerleşmesidir.” (s. 160)
- “…, devlet müesseselerinin lâikleştirilmesi Tanzimat’ın en önemli cephesidir.” (s. 161)
- “Reşid Paşa’nın başarısızlığının başlıca sebeplerinden biri, bu reformların ruhuna uygun hareket edecek bir personelden mahrum olması idi. … Reşid’in iktidardan düşmesinde bilhassa malî sahada başarısızlığı âmil olmuştur. Meclis-i Vâlâ’nın yaptığı en mühim ve radikal reform, iltizamın kaldırılması idi. Devrimci bir kararla kaldırılan bu asırlık müessese yerine konan yeni teşkilât, vasıta ve eleman yokluğu yüzünden maliyeyi bir anarşi içine atmıştır.” (s. 172 – 173)
- “Muhafazakârlar için, Tanzimat’ın reâyâyı şımarttığı, genel bir ayaklanma ve imparatorluğun parçalanma tehlikesini yarattığı iddialarını Niş isyanı doğrulamış oluyordu.” (s. 189)
- “… Bu tarihten sonra Balkanlarda millî uyanış ve modernleşme hareketleri gelişirken Türk politika hayatına, uzun zaman taşraya hâkim âyan-ağaların gelenekçiliği ile merkezdeki bürokratların modernleşme çabaları arasındaki çatışma hâkim olacaktır.” (s. 193)
Yukarıda yazdığım kitaptan alıntı cümlelerinin de gösterdiği üzere; Tanzimat Dönemi, Osmanlı idari yapısının modernleşmeye yöneldiği bir kırılma noktası olarak ele alınmış ve yazarın öznel yorumlarına da yer verilmiş. Halil İnalcık, bu dönemde Batı’dan alınan idarî reformların, klasik Osmanlı teşkilat yapısıyla nasıl bir gerilim ve dönüşüm oluşturduğunu belgelerle ortaya koymaya çalışmış. Merkeziyetçiliğin artışı, bürokrasinin yeniden yapılanması ve hukuk sisteminde getirilen yenilikler kitapta dikkatle işlenmiş ve başarılı – başarısız sonuçlarının sebepleri üzerine de öznel yorumlara yer verilmişti.
Halil İnalcık’tan Arşiv Belgeleriyle Osmanlı Devlet Teşkilatı
Türk İdari Teşkilatı Tarihi kitabında, Osmanlı İmparatorluğu’nun beylik döneminden itibaren uyguladığı idari teşkilat hakkında önemli bilgiler verilmişti. Bunlardan not aldığım bazı cümleleri de paylaşmak istiyorum:
- “Uç cemiyetinde gazâ hayatın esas kalıbını teşkil etmektedir. Bununla beraber uç esas itibariyle basit, müsamahalı, uzlaştırıcı, katılaşmamış bir cemiyettir.” (s. 19)
- “Vilayetlerde bütün hukukî ve sivil işlere bakan kadıların doğrudan doğruya merkeze bağlı olup valilerin emrinde olmadıklarını da bilhassa belirtmek lâzımdır.” (s. 26)
- “1695 tarihine doğru ‘vali ve muhassıl ve voyvodaların taht-ı iltizamına dâhil olan mîrî mukataanın ekseri rical-i devlet ve âyan-ı memleket uhdelerinde idi.’” (s. 51)
- “Enderûn’dan kırk sekiz vezîr-i âzam yetişmiştir. Bunların arasında Fatih’in vezirleri Mahmud ve Gedik Ahmed, Kanunî’nin vezirleri İbrahim ve Sokullu Mehmed gibi dehâ mertebesinde devlet adamları ve kumandanlar vardır.” (s. 96)
- “Bîrun, Farsça dışarı demektir. Osmanlılar buna taşra hizmetleri de demekte idiler.” (s. 98)
- “Bir kelime ile saray, yalnız idare ve ordu için değil, Osmanlı edebiyatı, sanatı, iktisadî hayatı gibi pek çeşitli faaliyet sahaları için de geniş teşkilâtlı ve yüksek kaliteli bir merkez teşkil etmekte idi.” (s. 101)
- “Vezîr-i âzam aslında birinci vezîr sayılırdı. Vezîr-i âzam payitahtan uzaklaşırsa ikinci vezîr kaymakam sıfatıyla onun bütün salâhiyetlerini üzerine alırdı.” (s. 112)
- “Bugünkü Türkiye XV. asırda Trakya hariç, beş eyalete ayrılmış bulunuyordu (Anadolu, Karaman, Sivas, Diyarbakır ve Erzurum).” (s. 132)
- “Vezîrler ile beylerbeylerinden başkası paşa unvanı taşıyamazdı. … XVII. asrın başlarında otuz iki eyalet vardı. Fakat iki beylerbeyi yani Rumeli beylerbeyi mertebece daima birinciliği muhafaza etti. … Beylerbeyinin altında sancakbeyleri gelirdi. Her eyalet müteaddit sancaklara ayrılmıştı. Mesela Rumeli Eyaleti yirmi üç sancağa, Anadolu eyaleti on dört sancağa, Karaman Eyaleti yedi sancağa ayrılmıştı. Sancaklardan biri Paşa Sancağı adıyla beylerbeyinin merkez sancağını teşkil ederdi. … Sancak da subaşılıklara ayrılmıştı. …. Her subaşılığa dâhil köylerde sipahiler otururlar ve doğrudan doğruya subaşılara tâbi bulunurlardı. … Her beylerbeyi padişah ordusuna geldiği zaman alay gösterir yani geçit resmi yapardı.” (s. 133)
- “Bir sipahinin ilk defa tımar alabilmesi için mutlaka padişahtan tevcih vesikası (berat) alması lâzımdır.” (s. 134)
- “Sipahiler köylerde oturarak köylüleri kontrol ederler, asayişi korurlar, eşkıyalığa meydan vermezler, suçluları yakalarlar ve kadı naibinin verdiği kararı yerine getirirlerdi. Böylece polis hizmetini köye kadar ulaştırmış olurlardı. Sancak dâhilinde idam gibi ağır cezaları tatbik etmek yalnız sancakbeyinin salâhiyeti dâhilinde idi. … Sipahilerin daima köylerinde oturmaları ve sefere bizzat gelmeleri şarttı. Aksi takdirde tımarlarını kaybederlerdi. … Kuruluş devrinde, XIV. ve XV. asırlarda, Osmanlı ordusunun en mühim kuvveti hiç şüphesiz tımarlı sipahilerdi.” (s. 135 – 136)
Halil İnalcık’ın Türk İdarî Teşkilâtı Tarihi adlı eserde yazan yukarıdaki cümleler bir arada değerlendirildiğinde; Uç beyliği döneminden itibaren gazâ temelli ve esnek bir toplum yapısına sahip olan Osmanlılar, zamanla güçlü bir merkezî otorite kurmuş, kadıları doğrudan merkeze bağlayarak yerel yöneticilerin müdahalesini sınırlamıştır. Tımar sistemi aracılığıyla sipahiler hem köylerde güvenliği sağlamış hem de devletin taşradaki gözetim görevini üstlenmiştir. Beylerbeyilik, sancak ve subaşılık gibi çok katmanlı bir hiyerarşiyle idari organizasyon sağlanırken, saray yalnızca yönetimin değil aynı zamanda sanat, edebiyat ve iktisadî hayatın da merkezi olmuştur.
İnancık hocamız eserinde “Dârü’l Harb’e karşı gazâ, bu devletin dinamik bir esası olarak daima muhafaza olunmuştur.” (s. 18) cümlesiyle gaza etmenin devlet için önemi üzerinde dururken; “Varna’da Osmanlı zaferi (10 Ekim 1444) kadar şümullü neticeler doğurmuş savaş azdır.” (s. 24) cümlesiyle Papalık önderliğinde Macar, Leh, Eflak ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan Haçlı ordusu ile II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü Bulgaristan’ın Varna şehri yakınında yapılmış savaşın tarihi önemi üzerinde durmuştur.
Yine yazar “Osmanlı İmparatorluğu kesin olarak Fatih zamanında kurulmuştur. … Kendisi için kullandığı, iki kara (Anadolu ve Rumeli) ve iki denizin (Karadeniz ve Akdeniz) hâkimi unvanı, onun kendi imparatorluğunu nasıl telâkki ettiğini gösterebilir.” (s. 26) cümlesiyle Osmanlı’nın İmparatorluk hüviyetine Fatih zamanında girdiği tespitini paylaşırken; “XVI. asır Osmanlı Uç Devleti’nin ve kültürünün sonu demektir.” (s. 33) cümlesiyle bir başka önemli tespitte bulunuyordu.
Kitapta ayrıca yazarın Sened-i İttifak gibi, Yeniçeri sorunu gibi, Lale Devri gibi Osmanlı tarihi açısından hiç olumlu bulunmayan konulara da değindiğini görüyoruz. Bu başlıklar, Osmanlı’nın merkezî otoritesini zayıflatan gelişmeler olarak değerlendirilirken, Halil İnalcık bu olayları yalnızca birer tarihsel kırılma olarak değil, aynı zamanda klasik Osmanlı idaresinin çözülmeye başladığı dönemin işaretleri olarak ele alıyor. Reformlarla çelişen yapılar, askerî disiplindeki bozulmalar ve yönetim geleneğinden sapmalar, eserde dikkat çekici analizlerle yorumlanıyor. Ancak bu yorumlarla, reformları yapan kişilere yönelik yazarın olumlu bakış açısıyla yaklaştığını düşündüren cümleler kurduğu izlenimine kapılmadığımı söylesem, yalan olmaz. Yani yazar yapılan reformların birçoğunu destekliyor gibi ama neden başarısız olduklarını da irdelemeye çalışıyordu.
Türk İdarî Teşkilâtı Tarihi adlı eserde bazı imla hatalarına da rastladım; örneğin “Halif” yerine “halife” (s. 32), “bağısız” yerine “bağımsız” (s. 53), “sulatanın” yerine “sultan” (s. 95), “istikraz” yerine “istikrarsız” (s. 180), “iki” yerine “iyi” (s. 186) şeklindeki harf hataları gösterilebilir. Ayrıca yazarın nedense padişahlara sultan ifadesini kullanmaması, yine sürekli Fatih Mehmed demesinin sebebini anlamış değilim. Bunun yanında kitapta sürekli “Tanrı” ifadesini kullanması da acaba dönem şartları gereği miydi? Yayınevi neden düzeltmedi? Bunların cevaplarını bilemiyorum ama dikkatimi çekmişti. Ayrıca “ işaretinin bazı sayfalarda tek kullanılması da (örneğin 161) gözümden kaçmadı.
Sonuç: Osmanlı’nın İdari Hafızasına Açılan Arşiv Kapısı
Halil İnalcık’ın Türk İdarî Teşkilâtı Tarihi adlı eseri, sadece bir ders kitabı ya da akademik not derlemesi değil; aynı zamanda Osmanlı idaresine dair tarihsel bir belleği arşiv belgeleriyle ortaya koyan, kaynak niteliğinde bir başvuru çalışmasıdır.: kitapta da ifade edildiği üzere İdari Teşkilat hakkında ülkemizde ne yazık ki kapsamlı bir çalışma yok ve bu alanda eksikliği tam olarak gidermese de yön verecek bir eserdi.
Kitapta yazar kul sistemi, tımar yapısı, saray düzeni, kadıların işleyişi ve taşra teşkilatı gibi konuları derinlikli biçimde ele alırken; Tanzimat, Lale Devri, Yeniçeri isyanları gibi çözülme dönemi gelişmelerine de tarihçi gözüyle yaklaştığını görüyoruz. Eserdeki yorumlar, Osmanlı idari geleneğini yalnızca övmekle kalmaz, aynı zamanda eleştirerek anlamamıza da katkı sunar. Bu haliyle Türk İdarî Teşkilâtı Tarihi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan yönetim mirasını kavramak isteyen herkes için tarihî ve akademik değeri yüksek bir kaynaktır bana göre.
Türk İdarî Teşkilâtı Tarihi kitabında altını çizdiğim yerler:
“O zaman çağdaş Batı vesikaları Bayezid için Imperator Turcorum unvanını kullanmakta idiler.” (s. 16)
“Köse Mihal gibi mahalli Rum tekfurları Osmanlılarla iş birliği yapmakta engel görmüyorlardı.” (s. 18)
“Osmanlı ilerlemeleri Batı’da Haçlı faaliyetlerine yeni bir istikamet vermiştir. Artık Filistin’in zaptından ziyade Osmanlı taarruzunu karşılamak ve bu devleti ortadan kaldırmak, Hıristiyan âlemi için, Papalık için, gaye olmuştur. Haçlı faaliyetlerinin ağırlık merkezi Filistin ve Mısır üzerinden Balkanlara intikal etmiştir.” (s. 19)
“Yalnız Josef Jirecek, Raguza Arşivi’nin şahadetine dayanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yollarda emniyeti sağlamak ve ticaret sahasını genişletmek suretiyle Raguza ticaretinin gelişmesine yardım ettiğini itiraftan geri kalmamıştır. Fatih’in siyasî rakip olarak Venedik’e zarar verdiği muhakkaktır. Fakat umumiyetle ticareti ve hususiyle Floransa ticaretini teşvik etmiştir. Aynı zamanda imparatorluk tebaası, Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi tüccarlarını İtalyanlara karşı himaye ettiği de bir hakikattir.” (s. 28)
“Bir Osmanlı istilası bekleyen Bosna kralı, Papa’ya kendi köylülerinin Osmanlılarla birleşmeye hazır olduklarından şikâyet ediyordu. Osmanlıların kütlevî mukavemete uğramamalarının mühim âmillerinden biri de Ortodokslar ve Bogomiller arasında Katoliklere karşı duyulan emniyetsizliktir.” (s. 29)
“Osmanlı İmparatorluğu’nun birliği için zarurî padişahlık otoritesi sözde kalmış, Yeniçeri hükûmeti başlamıştır. Bunlar XVII. asırda vezîr-i âzamlığa kendi ağalarını getireceklerdir. Yeniçeri tahakkümüne son veren ve padişahlık otoritesini geri getiren IV. Murad ve Köprülü Mehmed Paşa’dır.” (s. 41)
“… devrin ruhunu: Gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan mısralarıyla ifadelendiren şair Nedim bu hamlenin tezahürleriydi. … Osmanlılar Hayyâmâne bir hayat görüşüne yahut Mevlevî panteizmine kendilerini bırakmışlardı.” (s. 49)
“1828’den 1831’e kadar İngiltere’den pamuk ipliği ve pamuklu ithalatı üç misli artmıştır.” (s. 56)
“… Köprülü ise uçlarda, muhtelif zamanlardaki göçler neticesinde kesif bir Türk kütlesinin hudutları tazyik ettiğini ve fütuhata âmil olduğunu; Selçuklu Anadolu’sunun yüksek kültür merkezlerinden gelen din adamlarının ve yerleşik unsurların devletin teşkilâtlanmasında başlıca rolü oynadıklarını göstermiştir.” (s. 61)
“Bayrak, kılıç ve at emâret yani beylik alâmetleri (alât-i mülûkiyye) sayılmakta idi.” (s. 68)
“Osman’a ait bu menkıbelerin hiçbir tarihî asıl ve esası olmadığını söylemeye hacet yoktur. … Orta Asya Türklerinde ve Moğollarda han soyunun gökten, Tanrı’dan inen bir ışıktan çıktığı ve mesela Cengiz Han’ın hanlığa seçilişinde Tanrı’dan haber alan bir şamanın mühim bir rol oynadığı anlatılır. Dede Korkut efsanesine göre gaipten haber veren Dede Korkut, Tanrı’nın hanlığı kıyamete kadar Kayı neslinden Osman’a ve soyuna verdiğini müjdelemiş. … Buna benzer bir görüş İslam’da Şiîler arasında, İmâmiyye mezhebinde mevcuttur. Baba, Ata, Alperen, Abdal adlarıyla tanınan ve eski Türk şamanlarının İslâm cilası altında birer örneği olan Türkmen şeyhleri kendi nefislerinde gerek İslâmi-Şiî telâkkileri gerekse eski Türk geleneklerini devam ettirmektedirler.” (s. 70)
“Fütüvvet bir taraftan kahramanlığı, alicenaplığı ve cömertliği en yüksek ahlâk prensipleri sayan Arap – İran ideal insan telâkkisine, öbür taraftan kendini hemcinsi için feda eden ve insanların beğenmesi için değil yalnız Allah için iyilik etmeyi şiar edinen sofîlerin tasavvuf ahlâkına ve insan-ı kâmil anlayışına dayanır.” (s. 75)
“İlk Osmanlı beyleri zamanına ait vakıf kayıtları ve eski rivayetler ahîlerin başlangıçtan beri üstün bir rol oynadıklarını ortaya koymaktadır. Osman Gazi’nin nüfuz ve otoritesinin tesisinde onun zengin ve nüfuzlu bir ahî şeyhi olarak görünen Edebâli ile yakın münasebetleri ve akrabalığı kesin bir rol oynamış olmalıdır. Ahîlerin beyaz keçe külahının muntazam Osmanlı askerine başlık olarak seçilmesi mânidar olmakla beraber ahî tesirini gösteren tek misal değildir. … Fatih Mehmed 1470‘ten sonra yaptığı büyük toprak ıslahatı esnasında vakıfların büyük bir kısmını tekrar devletin mîrî toprakları haline ircâ ettiğinden zaviye teşkilâtı ve ahîlik de zayıflamıştır.” (s. 76)
“II. Abdülhamid halife sıfatını devrinde devletin başlıca siyaset mesnedi olarak kullanmıştır.” (s. 88)
“… Enderûn padişahın hususî hayatını geçirdiği kısım, Bîrun’a açılan kapı hükûmet işlerini gördüğü umumî ve resmi hayatını geçirdiği, merasimleri takip ettiği yerdir. … Kapı olmak hükûmet toplantısı yapmak mânâsına gelir.” (s. 91)
“Osmanlı Devleti’nin, XVI. asra kadar idaresi altındaki milletleri İslâmlaştırma konusu ile alâkalı bulunmadığı kesin olarak ileri sürülebilir. XV. Asırda Hristiyan sipahilere tereddütsüzce tımarlar verilmiş ve bunlar Hıristiyan olarak birkaç nesil bu tımarları ellerinde tutmuşlardır. Bu kadar mühim bir tevcih için dahi İslâmiyet bir şart olarak aranmıyordu. Yukarıda görüldüğü üzere, kul sistemi Fatih Mehmed tarafından mutlak ve merkezi otoritesini takviye etmek üzere devlet içinde hâkim mevkie getirilmişti. … Şeriata göre padişaha harp esirlerinden beşte biri (hums-ı şer’î) verilirdi. Bunlara pençik oğlanı adı verilmiştir. … Müslümanlardan devşirmeye tâbi olanlar yalnız Bosnalılardır. Venedikli Trevisano’ya göre fakir Balkanlı köylüler için bu, daha ziyade bir imtiyaz ve şeref sayılmakta idi.” (s. 92)
“Yeniçeriler, Yeni Çağ Avrupa’sında ilk daimî orduyu teşkil ederler. … keza yeniçeri ordusunun bir kısmı, umumiyetle üçte biri nöbetle imparatorluğun mühim noktalarındaki kalelerde garnizon vazifesi görürdü. … Yabancı elçi ve tüccarları korumak üzere Yeniçerilerin muhafız olarak kullanıldığını da biliyoruz. Savaşta doğrudan doğruya padişahın etrafında yer alırlardı. … Onlardan Solak adı verilen bölük, padişahın muhafazası için daimî surette yanında giderdi. … Hükûmetin, yani vezîr-i âzamın Yeniçeri Ocağı’nı kontrol için yegâne vasıtası Yeniçeri kâtibidir. … I. Mehmed’in ölümünde saltanat veraseti meselesinde rol oynayarak ilk defa devlet işlerine karışmışlardır. … 1617 – 1648 arasında sultanları dört defa tahttan indirdiler ve birisini, II. Osman’ı katlettiler.” (s. 103 – 104 – 105)
“Bilhassa devletin iki mühim faaliyet sahasında, maliye ve adliye işlerinde vezîr-i âzamın salâhiyetleri sınırlanmıştır. Adliyede kadıasker, maliyede defterdar, vezîr-i âzamın salâhiyetlerini paylaşırlar. … Bütün devlet salâhiyetleri tam ve mutlak olarak yalnız padişahın şahsında toplanırdı.” (s. 108)
“… Fakat unutulmamalıdır ki, Sened-i İttifak tamamıyla o zamanki memleket şartlarının bir mahsulü olup ileri bir devlet düzeni yaratma gayesi gütmüyordu. … Sened-i İttifak, Osmanlı İmparatorluğu’nun içtimaî-siyasî yapısını değiştirecek bir hareketin temeli olabilirdi. … Sened-i İttifak’a konan şartların uygulanması, neticede âyanın bi’l-ittifak harekete geçmelerine bağlı idi. Ayân, bu birliği koruyamadı ve merkezî hükûmet onların ileri gelenlerini zamanla birer birer ortadan kaldırdı. Rusya’ya karşı 1806’da başlayan harp devam ediyordu. Devlet için âyanın getirdiği askerî birliklere şiddetle ihtiyaç vardı. II. Mahmud ancak 1812’de harp son bulduktan ve bilhassa 1815’ten sonra âyana karşı şiddetle harekete geçti.” (s. 147)
Türk İdarî Teşkilâtı Tarihi adlı kitaptan bazı kelimeler ve anlamları:
1. Mütearife
- TDK Tanımı: Ortakça bilinen, taraflar arasında önceden kararlaştırılmış olan.
- Resmi Cümle: Taraflar arasında mütearife hükümler doğrultusunda sözleşme imzalanmıştır.
- Gündelik/Edebi Cümle: Bu, ikimizin de mütearife bildiği bir meseledir artık.
2. İçtimaî
- TDK Tanımı: Toplumla ilgili, toplumsal.
- Resmi Cümle: İçtimai yapıdaki bozulmalar, devlet politikalarını doğrudan etkilemektedir.
- Gündelik/Edebi Cümle: Bu mahallenin içtimai dokusu hâlâ korunmuş gibi görünüyor.
3. Tekâmül
- TDK Tanımı: Gelişme, olgunlaşma.
- Resmi Cümle: Hukuk sistemimizin tekâmülü uzun vadeli reformlarla sağlanabilir.
- Gündelik/Edebi Cümle: Zamanla fikirlerinde büyük bir tekâmül yaşadı.
4. İntikal
- TDK Tanımı: Bir yerden başka bir yere geçme, aktarılma.
- Resmi Cümle: Mülkiyetin miras yoluyla intikali mahkeme kararıyla tescil edilmiştir.
- Gündelik/Edebi Cümle: Haber, sabaha karşı köye intikal etti.
5. Müspet
- TDK Tanımı: Olumlu, olumlayan, pozitif.
- Resmi Cümle: Proje sonuçları müspet yönde değerlendirilmektedir.
- Gündelik/Edebi Cümle: Onun söyledikleri bana müspet bir etki yaptı.
- Daha fazlasını word dosyası halinde kaydettim, bir ara yükleyeceğim.