1. Anasayfa
  2. Genel Kategoriler

Fahrenheit 451

Fahrenheit 451
Fahrenheit 451 kitap incelemesi
0

Fahrenheit 451, uzun zaman sonra okuduğum bir kitap oldu: yaklaşık 1 yıldır işlerim dolayısıyla kitaplarımdan uzak kalmıştım ve okuma açılışını, bilim kurgu klasiklerinden, Amerikalı yazar Ray Bradbury tarafından kaleme alınan, orijinal adı ile ülkemizde yayımlanan ismi aynı olan, kitap sitelerinde bilim kurgu kategorisinde ilk 10 arasında yer alan bu kitapla yapmış oldum. Elimde Ekim 2024 tarihli, İthaki yayınlarından 32. baskısı yer alan eserin çevirisi Dost Körpe isimli çevirmene ait. Fahrenheit 451, kitap yakmanın sembolik anlamıyla yazılmış en etkileyici distopya romanlarından biridir. Arka kapağında “Fahrenheit 451, yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday.” gibi iddialı bir cümle yer alan kırmızı kapaklı bu eseri güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 110 TL gibi bir fiyata şu an itibariyle satın alabiliyordunuz.

Yazar Ray Bradbury, Mars Yıllıkları, Resimli Adam ve Sonbahar Ülkesi gibi kitaplarla adını duyurmuş ünlü bir bilim kurgu yazarı ancak ilk kez bir eseriyle tanışmış oldum. Yazar bu eserini ilk defa 1953 yılında yayımladı: bu tarih, kitabı okumadan önce dikkatimizi çekmesi gereken önemli bir tarih (yazının devamında anlayacaksınız). Fahrenheit 451, günümüzde modern bilim kurgu edebiyatının en önemli eserlerinden biri sayılıyor ki satış listelerinde üst sıralarda. İsmini, kitap kağıdının yanmaya başladığı sıcaklık olan 451 derece Fahrenheitten alır (yaklaşık 233 °C): zaten kitabın ilk sayfasını çevirdiğinizde karşınıza “Fahrenheit 451: Kitap kağıdının tutuşup yanma sıcaklığı…” cümlesi çıkar. Yazar da kitabın sonunda yazdığı sesli önsözünde “… ve önümüzdeki birkaç yıl içinde santigrat ölçeğine geçersek büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağım.” (s. 199) cümlesiyle ismin güncelliğinin devam etmesinden yana olduğunu belirtir. Zaten günümüzde Avrupa’ya nazaran ABD’de halen daha güncel olarak Fahrenheit (ülkemizde fahrenhayt olarak yazılır ve okunur) ısı birimi kullanılır.

Fahrenheit 451: Sessizliğin ve Ateşin Arasında

Fahrenheit 451 kitabının sayfalarını çevirmeye devam ediyoruz: eser, “Çizgili kâğıt verirlerse, yan çevirip yaz. – Juan Ramón Jiménez” cümlesinin karşıladığı sayfa ile devam ediyor. Kitap içerisinde önemli bazı yazarlara atıflar var; örneğin kitabın yazar Don Congdon’a adanmış olduğunu görüyoruz (ünlü bir Amerikalı yazar, kitabın yazarıyla bağını bilmiyorum). Juan Ramón Jiménez ise Nobel ödüllü ünlü bir İspanyol şair: yine yazarla alakasını bilmiyorum. Ancak eserde Shakespeare alıntılarını da sık sık gördük, belirteyim. Fahrenheit 451, “Şömine ve Semender”, “Elek ve Kum” ve “Işıl Işıl Yanan” başlıklı üç kısımdan oluşuyor. Ayrıca eserin sunuş kısmının ünlü ödüllü yazar Neil Gaiman tarafından yazıldığını, yine sonsöz kısmının da Harold Bloom isimli eleştirmen ve yazar tarafından 2008 tarihli bir yazıdan oluşturulduğunu ekleyelim.

Sunuş kısmında yazar Gaiman, Fahrenheit 451 adlı eseri “Fahrenheit 451 spekülatif kurgudur. Bir ‘bu böyle sürerse…’ öyküsüdür. Ray Bradbury bizim geçmişimiz olan kendi şimdiki zamanı hakkında yazıyordu. Bizi bir şeyler konusunda uyarıyordu; bunların bazıları barizdir, bazılarınıysa aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra görmek daha zor.” (s. 12) sözleriyle özetliyor. Spekülatif kurguda, yani, “ya şöyle olsa?”, “Keşke…”, “Bu böyle sürerse…” sorularında cevaplar aranırken, Gaiman’ın deyişiyle eser ortaya çıkıyor: “Ray Bradbury, ‘Bu böyle sürerse… artık kimse kitap okumayacak’ diye düşündü ve böylece Fahrenheit 451 başladı.” (s. 14). Son tahlilde Gaiman, “Bu kitap bir şeyleri umursamakla ilgilidir. Kitaplara yazılmış bir aşk mektubudur, ama bence bir o kadar da insanlara ve 1920’lerin Waukegan, Illinois’unun dünyasına, Ray Bradbury’nin çocukluğunu geçirdiği ve çocuklukla ilgili kitabı Karahindiba Şarabı’nda Green Town olarak ölümsüzleştirdiği dünyaya yazılmış bir aşk mektudur.” (s. 17) sözleriyle kitabın yazılış amacını belirtiyor.

Bloom tarafından yazılan sonsöz kısmındaki “Bradbury, Ekran (sinema, televizyon, bilgisayar) Çağı’nın okumayı sona erdirebileceğini elli yıl önceden görecek kadar öngörü sahibiydi. Shakespeare ile çağdaşlarını okuyamıyorsanız hafızanızı yitirirsiniz, hatırlayamazsanız da düşünemezsiniz.” (s. 202) tespiti, gerçekten kitabı okuduktan sonra daha da anlamlı gelen bir cümleydi. Yani, kitapta yer alan ve yazının devamında da aktaracağım birçok bilim kurgu ürünü sahneleri, şaşırarak okudum: “Elini ön kapısının eldiven deliğine soktu ve dokunuşunun onu tanımasını bekledi. Ön kapı kayarak açıldı.” (s. 30) veya “her gece boyunca açık olan, robot veznedarların hizmet verdiği bankaya gitmişti.” (s. 115) cümleleri, ne kadar tanıdık değil mi, günümüzden bakınca? Gerçekten yazarın hayal gücü, olağanüstüymüş, diyebilirim. Faber ile Montag’ın sadece kulaklık ile haberleşmelerini de o dönem açısından çok ileri bir teknoloji olduğunu eklemek lazım. Bazı sahnelerin ise hala günümüzde var olmadığını ancak gelecekte olabileceğini düşünüyorum: ama adam 1953 yılında bunu hayal ediyor! Müthiş!

Eserin bir de sesli önsöz denilen, yazarın dilinden, kitabın yazılış serüveninin anlatıldığı bir kısmı da var. Yazar burada kitabı yazma fikrinin nereden çıktığını anlattıktan sonra yazma serüvenini “Eh, gelecekte kitapların yakılmasıyla ilgili bir roman yazmak için kütüphaneden daha iyi bir yer olur mu? diye düşündüm. Ve o sırada UCLA kütüphanesinin bodrumunda, yarım saatte bir içine on sent atarak kullanılan bir daktilonun bulunduğu muhteşem odayı keşfettim.” (s. 196) sözleriyle özetliyor. İlk başta kitabın ismini farklı olarak düşündüğünü “… kitaba birçok isim verdiğim oldu. Bir ara ismi ‘Gece Yarısından Çok Sonra’ idi. Bir süreliğine ‘itfaiyeci’ydi. Ama bu isimlerin hiçbirini beğenmedim.” (s. 199) sözleriyle anlatırken, iyi ki Fahrenheit 451 ismini seçti diyoruz okuyucu olarak, değil mi? Diğer isimler çok iyi değildi, sanırım yayınevleri de kabul etmezdi! 1976 yılında yazılan bu sesli önsöz, sonradan esere eklendi.

Fahrenheit 451 özeti

Fahrenheit 451 kitabında özetle neler anlatılıyor dersek: toplumda kitapların yasaklandığı ve insanların düşünmelerinin, sorgulamalarının istenmediği karanlık bir gelecekte, İtfaiyeciler, yangın söndürmek yerine kitapları yakmakla görevlidirler. Ana karakter olan Guy Montag, 451 numaralı sembolik kaskıyla bir itfaiyecidir ve bu sistemin sadık bir uygulayıcısıyken zamanla ve bir kız çocuğuyla tanıştıktan sonra kitaplara ve düşünce özgürlüğüne ilgi duymaya başlar. Bu uyanış, onu sistemle çatışmaya sürükler (Aklıma nedense Adem – Havva Aleyhisselam hikayesi geldi: yazarın dini düşüncesini bilmiyorum, sürekli İncil’e atıflar vardı ancak sanki bir başkaldırış olarak seçildi gibi, neden kız çocuk, neden erkek değil? Çok fazla sorular sorulabilir, eleştirilebilir). Montag, zamanla sistemle olan savaşını yeni arkadaşlıklar edinmesi izlerken, 1950’li yıllarda yazılmasına rağmen günümüzü çok iyi anlatan bir serüvenin içerisinde, onu takip ederken buluruz kendimizi.

Ray Bradbury, bu romanla toplumun düşünmeyi bırakıp sadece eğlenceye ve yüzeysel yaşantıya odaklanmasının tehlikelerine dikkat çekiyor aslında: bunu da teknolojinin belki de henüz emekleme döneminde olduğu, bugün hayatımızı kolaylaştıran (!) bir çok teknolojik ürünün olmadığı bir dönemden, günümüze ayna tutan, sanki günümüzü görmüşçesine yazdığı hayali kurgulardan çıkardığı, aslında çıkarmakla kalmayıp, gördüğü gerçeklerle biz okuyucuları, yazıldığı günden bugüne kadar uyardığını görüyoruz aslında… Kitapların sadece bilgi değil, aynı zamanda özgürlüğün, insanlığın ve eleştirel düşüncenin simgesi olduğunu bizlere bas bas bağırıyor, yazar. Bugün yazılsaydı bu eser, belki içerik anlamında eleştirilebilirdi ancak geçmişten, bugünü adeta görerek anlatması, zaten onu değerli kılan en önemli etken.

Fahrenheit 451 kitabından, çok sevdiğim bir Ray Bradbury cümlesi.

Eserde çok fazla karakter yok aslında: iyice tanıdığımız karakterler ise baş karakter olan Guy Montag ile onun tanıştığı küçük kız çocuğu Clarisse McClellan, amiri olan kötü adam Yüzbaşı Beatty, arkadaşı Profesör Faber ve eşi Mildred. Hayali kurgunun hangi yıllarda geçtiğini bilmiyoruz ancak kitapta verilen tarihlerden ilki “1790’da Koloniler’de, İngiliz etkisi taşıyan kitapları yakma amacıyla kuruldu. İlk İtfaiyeci: Benjamin Franklin.” (s. 55) ve ikincisi “2020’den beri iki atom savaşı başlatıp kazandık!” (s. 95) cümlelerinde yer alıyordu. İlki güya romandaki itfaiye teşkilatının kuruluş tarihiydi ancak yazar burada çok ince bir hiciv örneği verdi: Franklin, ABD’nin kurucularındandır ve ilk itfaiye teşkilatını kurmuştur. Yazar yukarıda yazdığım cümledeki bu isim tercihiyle, “ya geçmişinizi bile değiştirdilerse ve farkında bile değilseniz?” veya “tarihte yaşamış en aydın kişiler bile size düşman olarak gösterilmeye başlandıysa?” sorularını okuyucuya aktarmaktadır. Gerçekten, ince bir zekâ ürünü!

İkinci cümlesi ise bana biraz siyasi geldi: çünkü İkinci dünya savaşının son aşamasında, 1945’de ABD, ”Little Boy” (Küçük Oğlan) adlı bombayı Hiroşima’da kullanmıştır: yani atom bombası, yazar kitabı yazarken kullanılmıştır. Buna rağmen 2020 sonrasına atıfta bulunmaktadır: yani, iyimser tahminle Bradbury, Hiroşima’yı doğrudan yazmayı tercih etmeyerek, “bir daha olursa bile kimse önemsemeyecek” korkusunu dile getirmekle yetinmiştir. Yazar bu yüzden atom savaşlarını geçmişte değil, gelecekte olmuş gibi anlatır: çünkü asıl korkutucu olan bomba değil, toplumun duyarsızlaşmasıdır. Zaten ikinci cümleyi, kötü karakter, yani geçmişi unutup kitapları yakan karakterin ağzından dile getiriyordu.

Duvar Ekranlarından Bugünün Telefonlarına: Bradbury’nin Kehaneti Gerçek mi?

Fahrenheit 451 kitabında “yılan” ifadesi birkaç yerde geçiyor: aslında bu gerçek bir yılandan çok mekanik bir aleti ifade ediyor. Bradbury, teknolojik araçları kitapta sık sık canlılara benzeterek betimler ve “yılan” mecazı da bunlardan biridir. Kitabın başlarında Montag’ın karısı Mildred, aşırı dozda hap alarak intihar girişiminde bulunur. Montag, onu baygın halde bulur ve hemen yardım çağırır. Gelen sağlık görevlileri, olağan ve sıradan bir işlem gibi, Mildred’in midesini temizlemek için bir cihaz kullanırlar, buna da yılan derler. Buna benzer aletleri örneğin Matrix filminde de görmüştük, değil mi? Bilimkurgu filmlerinde sıklıkla kullanılan bir metaforu, 1950’li tarihli bir kitapta görmek… Vay be!

Kitapta geçen bir başka ifade de “ejderha” kelimesidir: aslında mitolojik bir yaratık değil; kitap yakan itfaiye aracına verilen mecazi bir isimdir. Kitapta bu ifadenin kullanılmasının sebebi ateşin kutsal değil, yıkıcı olmasıdır. Yani itfaiyeciler artık günümüzdeki gibi kahraman değil, ejderhaların sırtındaki cellatlardır. Bradbury’nin “ejderha”sı, modern çağın mekanik zalimliğinin bir sembolüdür. Bu ejderha aslında kitapları değil; düşünceyi, bireyi, özgürlüğü yakar. Yani bugün bir ekran karşısında saatlerce düşünmeden oturuyorsak, belki de biz hâlâ o ejderhanın gölgesindeyiz… ve yanıyoruz, farkında değiliz!

Fahrenheit 451 romanında yer alan evin duvarları, sıradan tuğla-duvar değil; adeta birer dev ekrandır. Bradbury’nin bu betimlemesi, teknolojinin ev yaşamını nasıl ele geçirdiğini çok çarpıcı biçimde anlatır. Bradbury’nin bu hayali, bugün baktığımızda fazlasıyla gerçek olmuş gibi. Televizyon, internet, akıllı telefonlar… Hepimiz biraz “duvarlar arasında” yaşamıyor muyuz artık? Taştan, duvardan bahsetmiyorum: çevremizdeki örülü teknolojik duvarları görüyor muyuz? Yazarın 1950’li yıllardan, adeta günümüzü yazması… En büyük mü bilmiyorum ama çok büyük. : ) Bir de eserde araçlara, taksilere vs. böcek ifadesi kullanılıyor ki, değişik bir tercih: “… iniş yapınca tekrar böceğe dönüştüler” (s. 151) denilerek helikopterlerin bile hem yer de hem de havada hareket eden araçlar olması hayali, gerçekten büyük bir hayal gücünün eseridir bana göre.

Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 romanında bahsettiği Herkül ile Antaios efsanesi, aslında yüzeyde bir mitolojik hikâye gibi görünse de romanın temel felsefesine çok derin ve anlamlı bir şekilde bağlıdır. Antaios, toprakla temas ettiği müddetçe yenilemezdir ancak Herkül onu yerden kaldırarak, boğarak öldürmüştür. Kitabın sonunda insanlar şehirlerden kaçarak doğada, hafızalarında kitaplarla, yeni bir toplum kurmaya hazırlanır. Yani toprakla, insanlıkla, düşünceyle yeniden temas kurarlar ve böylece kurtulurlar. Bu metaforun kullanılması da gerçekten yerinde bir tercihtir ve anlamlıdır.

Fahrenheit 451’de geçen Eyüp Kitabı, Bradbury’nin bilinçli bir tercihidir ve romanın ana temasına ruhsal sınanma, acı, sabır ve inanç gibi kavramlar üzerinden güçlü bir derinlik kazandırır. Montag’ın içsel dönüşümü de aynen Eyüp gibi acıyla yoğrulur, ama umutla tamamlanır. Romanda karakterin ağzından veya kitaplardan alıntı yapılmak istenildiğinde (kötü karakter bile olsa) genelde incilden alıntılar yapıldığını gördük, bu da kitabın dini bir arka planı da olduğunu gösterir.

Eserde ayrıca semender kelimesini de çok sık okuyoruz: semender, aslında itfaiyecilerin simgesidir. Montag’ın kol armasında da semender vardır. İtfaiye aracına da semender denir. Çünkü semender, efsanelerde ateşle yaşayan, yanmayan, hatta ateşte doğan bir hayvandır. Yani semender, aynı zamanda ateşin efendisi, yakan ama yanmayan figürdür. Bunun dışında kitapta geçen “kendi kuyruğunu yiyen semender” ifadesiyle de yazar aslında “Ateşin efendisi olan semender, sonunda kendi kuyruğunu yemeye başlar. Bu da onun kendi kendini yok ettiğini, bir tür intiharı, çürümeyi, bozulmayı simgeler.” demektedir.

Kitaplar Neden Hâlâ Gerekli? Bradbury’den Günümüze Uyarı

Fahrenheit 451, yalnızca kitapların değil, kutsalların içinin boşaltıldığı bir dünyayı da resmeder. Bradbury’nin romanda yazdığı satırlarında, İsa figürü artık ne kutsal bir peygamberdir ne de ruhlara hitap eden bir kurtarıcıdır. O, yalnızca duvar ekranlarında konuşan, “aileden biri” gibi davranan, reklamvari bir yüz haline gelmiştir: “… Tanrım, bugünlerde onu ‘oturma odalarımızda’ amma çok değiştirdiler. İsa ‘aileden’ biri artık… İsa artık her yerde bulunan bir naneli çubuk şeker…” (s. 103). Bu ifade, maneviyatın, gösteri kültürü içinde nasıl yüzeyselleştirildiğini ortaya koyar. İsa, artık ruhu sarsan değil, tüketilen bir figürdür. Toplumun dine değil, “dindar görüntüye” ihtiyacı vardır. Bradbury bu tercihleriyle aslında bir dine saldırmaz; aksine, dinin araçsallaştırılmasına ve içinin boşaltılmasına karşı çıkar. Düşünmeyen, sorgulamayan bir toplumda kutsal olan bile sıradanlaşır, hatta pazarlanabilir hale gelir. Günümüzde örneklerini görmüyor muyuz? Sosyal medyadan dini sözler paylaşmak ancak her türlü hırsızlığa, yanlışa karşı sessiz kalmak, gibi bir şey…

Kitapta, anlamlı bazı cümleler de beni düşünmeye itmiştir, “Tanrım, çoğunluğun o korkunç tiranlığı! Hepimizin çalacak kendi arpı var.” cümlesi bunlardan biridir (diğerlerini yazının sonuna ekliyorum). Bu cümle ile yazar kitabın özünü adeta birkaç satıra damıtmış, derin anlamlarla dolu bir haykırışta bulunmuştur. Bradbury burada, “çoğunluk her zaman haklı değildir” diyerek demokrasiye değil, çoğunlukçuluğa karşı çıkmaktadır. Tıpkı Alexis de Tocqueville’in dediği gibi: “Çoğunluğun tiranlığı, demokrasinin kara gölgesidir.” demeye çalışmıştır. Aslında çoğunluğun sessiz kalıp, düzene ayak uydurmasına tepki göstermiştir belki de, kimbilir. Yani, yazara göre herkesin bir arpı vardır ama sistem seni başkasının ezgisine zorlar. Ancak özgür birey, kendi arpını çalabilir, yani kendi düşüncesini kurabilir. Tabii ki herkes kendi düşüncesiyle hareket etmelidir ancak demokratik bir toplumda, herkesin düşüncesi aynı değildir. Tartışmalı, felsefi ağırlıklı bir konu, bu kısmı geçiyorum.

Evet, gelelim son cümlelere: Fahrenheit 451 romanı bugüne kadar iki kez sinemaya uyarlanmıştı. İlki yönetmen François Truffaut’un 1966 yapımı versiyonudur ki eleştirmenlerden olumlu notlar almış (ben de temin ettim, en kısa zamanda izleyeceğim); diğeri ise HBO tarafından 2018 yılında izleyiciyle buluşturulan ancak vasat bulunan, günümüz teknolojisiyle çekilen aynı isimli filmdir. İyi bir sinema izleyicisi ve aynı zamanda kitap okuyucusu olarak ben; kitabın ana hatlarına bağlı kalarak, günümüz teknolojisiyle, yazarın hayal gücüne yakın bir şekilde yeniden çekilmesi, izleyiciyle buluşturulması lazım diye düşünüyorum.

Fahrenheit 451 ve Günümüz Arasında Köprü: Distopya Gerçek Oldu Mu?

Bradbury, bu eseri belki 1953’te yazdı ama sanki 2025’i ve geleceği görmüş gibi yazdı. Bu klasik bilim kurgu eserinin günümüzde neden hâlâ okunduğunu, neden hâlâ rahatsız edici bir şekilde “tanıdık” geldiğini eseri okuyarak anlıyorum. Bradbury’nin “duvar ekranları” dediği şey, bugün hepimizin cebinde taşıdığı telefon ekranlarına, evlerimizdeki devasa televizyonlara, sürekli açık kalan bildirimlere dönüşmüştür. Kitabın yazıldığı yıllarda ütopya sanılan şeyler (örneğin kulak içi iletişim cihazları, dev ekranlar, yapay etkileşimler) artık bugün birer gerçeklik: İnsanlar tıpkı Montag’ın evden çıkmayan eşi Mildred gibi, sanal “aileleriyle” duygusal bağ kuruyor. Saatlerce sosyal medya ekranlarına bakıyor ama kimse kimseye dokunmuyor (instagram gibi). Tıpkı kitapta olduğu gibi, bilgi parçalara bölünmüş, hızla tüketilip unutuluyor (twitter gibi). Bradbury’nin kahramanı Montag gibi, bugün de uyanan birey sayısı az. Ancak dün olduğu gibi bugünde soru hâlâ aynı: “Gerçekten düşünüyor muyuz, yoksa sadece eğleniyor muyuz?” Fahrenheit 451 belki de bu yüzden günümüzde artık geleceği anlatmıyor, aslında ve maalesef biz o geleceğin içindeyiz.

Fahrenheit 451, yalnızca kitapların yakıldığı bir distopya değil, düşünen insanın yok sayıldığı bir çağın habercisi. Bradbury’nin çizdiği bu karanlık dünyada asıl yangın sayfalarda değil, insan zihnindedir. Günümüzde dijital bilgi bolluğu, bizi derin düşünmekten uzaklaştırırken, bu eser hâlâ bir uyarı olarak dimdik ayakta duruyor. İşte bu yüzden, Bloom tarafından sonsöz kısmının son cümlesi olan şu soru, bugün her zamankinden daha anlamlı: “Günümüzde, gelecek nesilleri şimdiye kadar yazılmış en iyi eserleri ezberlemeye teşvik etmekten daha önemli bir girişim var mı?” (s. 202). Cevabı hep birlikte düşünmek, belki de hâlâ geç kalmadığımızın bir göstergesi olabilir.

Kitapları daha çok sevelim, onları mecazi olarak bile olsa yakmayalım, teknoloji girdabı içerisinde biz de yanmayalım… Buraya kadar okuduğun için teşekkürler.

Fahrenheit 451 kitabında altını çizdiğim önemli cümleler:

“Birileri size bir öykünün neyle ilgili olduğunu söylerse, muhtemelen haklıdırlar. Öykünün yalnızca bununla ilgili olduğunu söylerlerse, kesinlikle yanılıyorlardır.” (s. 13)

“Adam rolü yap, Ridley Efendi; bugün İngiltere’de Tanrı’nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki asla sönmeyecek!” (s. 56)

“… Okullardan denetmenler, eleştirmenler, bilgili insanlar ve hayal gücü kuvvetli yaratıcılar yerine koşucular, atlayıcılar, yarışçılar, vasıfsız işçiler, gaspçılar, kapkaççılar, havacılar ve yüzücüler çıktıkça ‘entelektüel’ kelimesi tam da hak ettiği şekilde küfür haline geldi tabii. İnsan bilmediği şeyden korkar hep.” (s. 79)

“Siyahi insanlar Küçük Siyah Sambo’yu sevmiyor. Yak gitsin. Beyaz insanlar Tom Amca’nın Kulübesi’nden hazzetmiyor. Yak gitsin. Biri tütün ve akciğer kanseri üstüne kitap mı yazmış? Sigara üreticileri ağlıyor mu? Kitabı yak gitsin. Sakinlik Montag. Huzur, Montag.” (s. 80)

“Bir şeyin nasıl değil neden yapıldığını öğrenmek istiyordu. Bu utandırıcı olabilir. Birçok şey hakkında ‘neden’ diye sorarsan ve bunun sürdürürsen, sonunda epey mutsuz olabilirsin.” (s. 81)

“Bir insanın siyasi açıdan mutsuz olmasını istemiyorsan, bir meseleyi iki farklı açıdan sunma ki kaygılara kapılmasın; tek bir açıdan sun. Daha da iyisi, hiçbir açıdan sunma. Bırak savaş diye bir şey olduğunu unutsun.” (s. 82)

“İnsanlara en popüler şarkıların sözlerini, eyalet başkentlerinin isimlerini veya Iowa’da geçen sene ne kadar mısır yetiştiğini hatırlayarak kazanacakları yarışmalar vereceksin. Onları yanmaz verilerle dolduracaksın, ‘gerçekleri’ boğazlarına tıkıştıracaksın, öyle ki kendilerini tıka basa doymuş ama onca veri sayesinde kesinlikle ‘zeki’ hissedecekler. O zaman, düşündükleri hissine kapılırlar… hareket etmedikleri halde hareket ediyormuş gibi hissederler. Ve mutlu olurlar, çünkü o türden gerçekler değişmez. Onlara bir şeyleri yorumlamaları için felsefe veya sosyoloji gibi kaygan zeminli şeyler vermeyeceksin. O yol melankoliye çıkar.” (s. 82)

“İyi yazarlar hayata sık sık dokunur. Vasatlarsa elini hayatın üstünden çabucak geçirir. Kötüler hayata tecavüz eder ve onu sineklere bırakır.” (s. 105)

“Rahatına düşkün insanlar balmumundan aya benzeyen, gözeneksiz, tüysüz, ifadesiz yüzler ister yalnızca. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki çiçekler bereketli topraklarda, iyi yağmurlarla büyümek yerine çiçeklerden beslenerek yaşamaya çalışıyor.” (s. 105) —- burada yazar şunu anlatmak istiyor: Toplum artık “canlı ve gerçek yüzler” değil, “sorunsuz, duygusuz, sessiz insan kopyaları” istiyor. Gerçek duygu, yüz ifadesi, düşünce, acı, neşe — bunların hepsi rahatsız edici bulunuyor. İnsanlar artık bilgi üretmek yerine, başkalarının düşüncelerini yüzeysel olarak tekrar ediyor. Gerçek eğitim, emek, sorgulama yerine; “hazır bilgi”, “kolay haz”, “yapay duygular” tercih ediliyor. Herkes tüketici, hiç kimse kök salmıyor.

“Televizyon alıcısı ‘gerçektir’. Anlıktır, boyutu vardır. Sana ne düşüneceğini söyler, bangır bangır kafana sokar. O haklı olmalıdır. … Oysa insanı bir televizyon odasına tohum attığında hapseden pençeden kim kendini kurtarabilmiş ki? Seni istediği şekilde büyütüp şekillendirir! Dünya kadar gerçek bir ortamdır. Gerçeğe dönüşür ve gerçek olur. Kitaplar mantıkla alt edilebilir. …” (s. 106)

“Kitaplar aptal, salak olduğumuzu bize hatırlatmak için var. Onlar gösteri alayı caddeden gürültüyle geçerken Sezar’a ‘Fani olduğunu hatırlar Sezar’ diyen muhafız kıtası gibiler.” (s. 108)

“… Garanti isteme. Tek bir şey, tek bir kişi veya makine ya da kütüphane tarafından kurtarılma arayışına da girme. Kendini kurtar, boğulursan da en azından kıyıya doğru gittiğini bilerek ölürsün.” (s. 108)

“… borsa işsiz kalmış tehlikeli entelektüellerin dünyadaki son sığınağıdır.” (s. 113)

“… Bütün bunların uzayda güzel bir ateşle yanan, ama eninde sonunda bir yere çarpacak, alevler içinde, devasa, kocaman bir meteor olduğunu bilmiyorlar. Onlar alevleri, güzel ateşi görüyor sadece…” (s. 127)

“En büyük aptallar biraz akıllı olanlardır.” (s. 129)

Reaksiyonunu Göster!
  • 5
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir