El-Medinetü’l Fazıla – İdeal Toplum
  1. Anasayfa
  2. Genel

El-Medinetü’l Fazıla – İdeal Toplum

0

El-Medinetü’l Fazıla yani ülkemizde yayımlanan ismiyle İdeal Toplum adlı eser ünlü filozof ve bilim adamı Farabi tarafından kaleme alınan, siyaset felsefesi alanında değerli bir yapıttır. Mantık bilimine yaptığı katkılar nedeniyle döneminin aydınları tarafından Muallim-i Sânî yani İkinci Üstat (Birincisi Aristo’dur) olarak nitelendirilen Farabi, batıda Alpharabius ismiyle bilinen önemli bir bilim adamıdır. Felsefe alanında nitelendirebileceğimiz eserin elimde Çağdaş Kitap Yayınevi tarafından ilk baskısı Şubat 2021 tarihinde yapılan nüshası bulunmaktaydı. Yaklaşık 128 sayfalık eserin “İdeal Devlet” adıyla farklı yayınevleri tarafından da ülkemizde okuyucuların beğenisine sunulduğunu belirteyim.

Eseri elimize aldığımızda, kapağında Farabi’nin portresi olduğunu görüyoruz. Bu portre ile Google üzerinde yaptığım araştırmada İbn-i Haldun ve Biruni isimlerinin de yer aldığı sonuçlar karşıma çıktı: yani portrenin kime ait olduğunu ve kimin tarafından yapıldığını bulamadım, genel – geçer bir portre olup olmadığı konusunda da bilgi edinemedim. Kitabın arka kapağında ise hem Farabi’nin hem de kitabın kısa bir tanıtım yazısı bulunuyor. Kitabı, bu yazıyı hazırladığım sıralarda güvenilir sitelerde yaklaşık 30 TL gibi bir fiyata satın alabiliyorduk.

El-Medinetü’l Fazıla – İdeal Toplum – İdeal Devlet – Erdemliler Şehri – Faziletli Şehir Kitap İncelemesi

Elimdeki El-Medinetü’l Fazıla adlı eserde kapsamlı bir içindekiler kısmı bulunuyor. İçindekiler kısmından sonra “Farabi kimdir” başlığı altında eserin yayın yönetmenliği, editörlüğü ve mütercimliğini yapan Bekir Güneş tarafından yazılmış 4 (dört) sayfalık bir önsöz – giriş kısmı bizleri karşılıyor. Güneş, Farabi’yi ”Farabi uğraştığı ilimlerin her birinde en az bir ihtisas sahibi kadar liyakat göstermişti. Dolayısıyla ona bir alim demekten ziyade bir akademi demek daha doğru olur.” (s.7) sözleriyle tanımlıyor. Farabi’nin hayatından ziyade bilimsel – akademik geçmişinden bahseden Güneş, ”Farabi’nin en büyük ızdırabı yalnızlıktır. Fakat onun bu yalnızlığı kendi ruhi ve zihni üstünlüğünün bir mahsulüydü.” (s.8) tespitinde bulunuyor.

Yalnız, El-Medinetü’l Fazıla adlı kitabın dili bana çok ağır geldiğinden daha ilk sayfalardan itibaren kitabı tam olarak anlama konusunda zorluklar çektim diyebilirim. Çeviride kullanılan bazı kelimelerin anlamlarını bilmiyordum: bu da konuyu anlamak, yorumlamak için bana engel oluyordu. Bu kelimelerden bazılarını aşağıda yazdım, anlamlarıyla birlikte… Bu durum kitabı tekraren okumam gerektiğini bana gösteriyor. Ancak mütercimin Farabi hakkında “anlaşılmaz” imasında bulunmasından sonra kendisinin de giriş kısmında “anlaşılmaz” kelimeler kurması, ironikti. Farklı bir yayınevinde bulunan baskısını önümüzdeki dönemde, aşağıda vereceğim kelimelerin anlamlarını iyice anladıktan sonra, tekrar okumayı düşündüğümü de buraya eklemek istiyorum.

Mütercim Güneş, “Farabi kimdir” başlıklı kısımda Farabi hakkında ufak bilgiler vererek ilerledi. ”Onun ‘Sonsuz Kuvvet Kitabı, Felek Hareketinin Daimî Kitabı, Mevcudatın Başlangıcı Kitabı, Şiir Sanatını Kanunları Kitabı, Lafızlar ve Harfler Kitabı, Diller Kitabı, Musiki İlminin Ustukusları Kitabı’ onuncu asırdan fazla yirminci asır nesillerinin alıştıkları mevzulara ait kitaplardır.” (s.11) sözleriyle döneminden bugüne kadar eserlerinin hala okunduğunu, geçerliliğini koruduğunu dile getirdi. Ne kadar önemli bir bilim adamı olduğunu ise ”Şam’da öldüğü zaman, cenaze namazını Suriye ve Cezire Kralı Hamdan oğlu Seyfüddevle kılmıştı.” (s.14) sözleriyle yeniden anlıyoruz.

Gelelim kitaba…

Farabi, El-Medinetü’l Fazıla adlı kitabında ilk başta tasavvufi konular işliyor gibi gözükse de temelde ideal siyasete, ideal yönetime ilişkin yaklaşımını ortaya koymaya çalıştığını görüyoruz. Bazı kaynaklarda Erdemliler Şehri veya İdeal Devlet olarak da isimlendirilen bu kitabın Arapçadan direkt çevirisi “En Mükemmel Devletin Yurttaşlarının Görüşlerinin İlkeleri” şeklinde olmalıydı. Bu biraz karmaşık geldiğinden veya yayınevlerinin farklı gerekçelerinden olsa gerek bazıları İdeal Devlet veya İdeal Toplum demiş, bazıları da Erdemliler Şehri ifadesini kullanmayı tercih etmişti. Kitabı tam olarak sindiremediğimden (fazla anlamını bilmediğim kelime olması akıcı bir şekilde okumamı ve anlamamı engelledi), kitabın isminin bana göre hangisi olduğunu söylemekten kendimi geri çekiyorum ama alternatiflerden bahsetmek istedim.

El-Medinetü’l Fazıla adlı eserde yazar tarafından “İlk Mevcut hakkında” başlığıyla konuya giriş yapılıyor: Önce yaratanın ve O’nun sıfatlarını anlatır ve yaratıcıyı ilk varlık, ilk sebep, bir ve ezeli olan olarak nitelendirir. Daha sonrasında ise O’nun ortağı, benzeri ve zıddı bulunmadığını ifade ederek tarifinin de yapılamayacağını belirtir. Buraya kadar anlatılanlar ışığında Kur’an-ı Kerim ile temelde olmasa da yaratanın sıfatlarına yönelik yorumlamadan kaynaklanan farklılıklar olduğu göze çarpıyor. Bunun sebebi üzerinde felsefi bilimiyle uğraşanların daha sık duracağını düşünüyorum. Farabi devamındaki başlıklarda mutlak bir olan yaratandan çıkan ilk akıldan çokluğun nasıl gelişip yayıldığını kurmuş olduğu sistemin kendi mantığı içinde anlatmaya çalışıyor. Bunu iyice belletmek için olsa gerek fizyoloji, psikoloji, astronomi, fizik ve kozmoloji gibi alanlarda örnek meseleleri dile getirerek tartışıp yorumlamaya çalışıyor.

El-Medinetü’l Fazıla adlı kitabın başlıklarından olan “İnsanın Topluluk ve Yardımlaşmaya İhtiyacı Hakkında” adlı bölüm ile aslında kitabın ana içeriği olan ve biz okuyucuların merakla beklediği “İdeal Toplum – Devlet” bağlamındaki konuları anlatmaya başlanılıyor. Bu kısım ve sonrasında anlatılanlar ile yazarın asıl amacının ahlâkî ve fikrî erdemlere dayalı ideal bir devlet düzeninin oluşturulmasını anlatmak istediğini anlıyoruz. İnsan organlarını ise günümüz şehirlerine benzetiyor ve en önemli organımızın kalbimiz olduğunu ifade ediyor:

”Kalp bünyemizin hâkim uzvudur. Ona riyaset edecek başka uzuv yoktur. Arkasından dimağ gelir ki ikinci derece olan bir hâkim uzuvdur ve diğer uzuvlara ancak kalbin reisliği altında reislik eder. Dimağ kalbe hizmet eder; diğer uzuvlar da ona, tabiatıyla kalbin maksatlarına göre hizmet ederler. Bu bakımdan dimağ bir konak kahyasına benzer. Kâhya konak sahibine hizmet eder. Konağın hizmetçileri ise kâhyanın emrinde oldukları halde konak sahibinin maksatlarına hizmet ederler.” (s.63)

El-Medinetü’l Fazıla adlı kitapta yazar, insanlığın yaşadığı şehirleri organlara benzetiyor. Başkentimiz kalbimiz iken fazıl yani erdemli bir şehrin nasıl olması gerektiğini şu cümleler ile anlatıyor:

”Evvela vücudunun tam ve her uzvunun kıvamında olması lazımdır ki vazifesini kolayca yapsın. … Sonra kendisine söylenen her şeyi tabiatıyla kavrayıp anlaması lazımdır ki hem söylenenin maksadını hem konu mevzusu olan şeyi olduğu gibi anlasın. … Sonra hafızası kuvvetli olmalı ki anladığı, gördüğü, işittiği ve sezdiği her şeyi iyi bellesin ve unutmasın. … Sonra uyanık ve zeki olması lazımdır ki gördüğü en ufak delili anında fark edip yerinde kullanmasını bilsin. … Sonra güzel konuşmasını bilmeli ki zamirindeki her şeyi açıkça izah etsin. … Sonra öğretmeyi ve öğrenmeyi sevmesi, buna kendini kaptırmış olması ve her şeyi kolayca öğretmesi lazımdır ki öğretme ve öğrenme yorgunları ona ne ızdırap versin ne de vücudunu hırpalasın. … Sonra yemeye, içmeye ve kadınlara düşkün olmaması ve tabiatıyla oyundan sakınması lazımdır. … Sonra doğruluğu ve doğruları sevmesi, yalandan ve yalancılardan nefret etmesi lazımdır. … Sonra yüce olması ve yüceliği sevmesi lazımdır ki utandırıcı şeylere düşmesin ve tabiatıyla hep yüksekleri arasın; gümüşle altın gibi şeylere ve diğer dünyalıklara göz koymasın. … Sonra adaleti ve adalet ehlini sevmesi, istibdattan, zulümden ve zalimlerden nefret etmesi lazımdır ki hem kendi akrabasından hem de başkalarından hak arasın, onları Hakka davet etsin, istibdat kurbanlarının imdadına yetişsin, iyi ve güzel bildiği her şeyi desteklesin. … Sonra mutedil mizaçta olmalı ki kendisinden adalet istendiği zaman şiddet göstermesin, titizlik ve aksilik etmesin; fakat istibdada ve kötülüğe davet edildiği zaman şiddet ve aksilik göstersin. … Sonra büyük bir azim ve irade sahibi olmalı ki zaruri bulduğu şeyleri gerçekleştirmek hususunda cesaret göstersin, korkak veyahut yumuşak olmasın.” (s.93 – 94).

El-Medinetü’l Fazıla adlı kitapta yazar bir şehrin reisinin yani yöneticisinin nasıl olması gerektiğini ise şu sözlerle anlatıyor;

”Birincisi, hâkim olması lazımdır. … İkincisi, ondan önce gelenlerin şehre verdikleri kanun ve düsturları bilip bellemesi ve bütün işlerinde onların izinden bu kanunlar mucibinde hareket etmesi lazımdır. … Üçüncüsü, eskilerin kanununa bağlamadıkları hususlar hakkında iyi istibdatlarda bulunması ve istibdatlarında eskilerin izinden yürümesi lazımdır. … Dördüncüsü, eskilerin tabiatıyla meşgul olamadıkları hazır meseleler hakkında iyi hükümler verebilmesi için kuvvetli istibdatlarda bulunması ve istibdatlarının şehir menfaatlerinden mülhem olmaları lazımdır. … Beşincisi, eskilerin şeriatlarını ve onların izlerinden giderek kendisinin istibdat ettiği kanunları iyi konuşarak öğretebilmesi lazımdır. … Altıncısı, harp yorgunlarına bedenen mütehammil olması ve harp sanatının esaslı ve tali özelliklerini bilmesi lazımdır.” (s.95).

Yine aynı kitapta erdemli bir şehrin yöneticisinde olmaması gerekenleri ”Onlar ancak sıhhat, servet, şehvet, serazat olmak, saygı ve itibar kazanmak gibi zevahire, hayatın gayesi nazarıyla bakarlar. İşte bu şeylerin her biri cahil şehir halkınca birer saadet sayılır. Onların en büyük saadetleri de bütün şeylerin bir arada toplanmasıdır.” (s.96) sözleriyle ifade ediyor. Cahil ve şaşkın şehirler üzerinde yazar uzunca duruyor, hatta ”Cahil şehirlerin bir kısmı zaruri, bir kısmı da değiştirilmiş: bir kısmı düşmüş, bir kısmı haysiyetçi, bir kısmı da toplumcudur.” (s.122) ifadelerini kullanıyor. Cahil ve Şaşkın şehirlerden bahsederken bu şehirlerde “adalet” kavramının “adalet başkasını ezmektir” şeklinde nitelendirildiğini söylüyor (nokta atışı tespit).

Yazarın düşünce dünyası doğru ama gerçek dünyada uygulaması zor

Daha ilk sayfada mütercim, Farabi’nin ağzından yazarın “Aristo’dan etkilendiği” belirttiğinden, elimdeki bu eserin Yunan felsefesinden, özellikle Aristo’nun siyaset felsefesinden esinlenerek oluşturulduğunu söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte felsefi ilmiyle uğraşanların daha net çıkarım da bulunacağı bir konu var: yazar, kendi felsefi yaklaşımını da mutlaka yapıtında değerlendirmiş ve aktarmıştır. Ancak yazarın böyle bir kitap yazmayı neden tercih ettiğini de sorgulamak gerekir: yaşadığı dönemde Abbasilerin zayıflamaya başlaması, yazarın Şii olan Hamdani hanedanının yanında yaşaması, bulunduğu coğrafyada küçük devletlerin ortaya çıkması ve birbirleri arasında savaşması sonrası oluşan kaos ortamı Farabi’yi kitabı yazmaya iten nedenler olabilir. Nihayetinde bu tip eserler aslında bir nevi kendi dönemini eleştiren ancak günümüzde de geçerliliğini koruyan metinlerdir.

Kitabın ilmi anlamda neşrinin farklı kişiler tarafından günümüze kadar yapılmış olmasının yanında ticari baskılar neticesinde neşredilen eserler olması ihtimali, sıhhatli bir nüsha ile karşılaşmamızı zora sokuyor (elimdeki kitabın hangi çeviri nüshadan Türkçemize çevrildiğini ise bilmiyorum, bulamadım). Benim gibi eski Türkçe kelimeler konusunda pek iyi olmayanlar için anlamlandırma adına zorluk çekebileceğiniz eserin daha iyi bir çevirisini okumak isterdim. Bu haliyle sadece anlayabildiklerimi yazmaya çalıştım. Günümüzde ideal toplum, ideal devlet, erdemliler şehri, faziletli şehir gibi birçok farklı şekilde nitelendirilen El-Medinetü’l Fazıla adlı eser kıymetli bir yapıt olarak kütüphanemdeki yerini aldı ancak tekrar okuyacaklarım listesine de eklendi.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Arapça kökenli kelime sayısının çokça olması nedeniyle tam olarak kavrayamasam da kitabı okuduktan sonra filozofun kurduğu bu ütopik düzene uygun bir devletin veya toplumun oluşmasının zor olduğunu, yaşadığı dönem veya günümüzde böyle bir oluşumun ortaya çıkmasının imkansız olduğunu düşünenlerdenim. Tabii burada önemli olan bu ütopik düşüncenin gerçekleşip gerçekleşmemesi değil, yazarın klasik Yunan felsefesi ile klasik İslam felsefesinin kaynaştığı ilk metinlerden birini ortaya çıkarmış olmasıdır. Özellikle yöneticilerin nasıl olması ve olmaması gerektiği konusundaki evrensel tespitleri, okumaya değer bana göre…

El-Medinetü’l Fazıla adlı kitapta altını çizdiğim bazı önemli cümleler:   

”Nitekim ışık, görünen şeylerin en mükemmeli ve en belirlisi olup sair görünenler onunla görünür. Renklerin görünmesine sebep odur. Dolayısıyla bir şey ne kadar tam ve büyük olursa gözün onu o derece tam görmesi lazımdır. Halbuki biz vaziyetin öyle olmadığını görüyoruz. Işık ne kadar kuvvetli olursa gözlerimizi o kadar karartır. Bu hal, ışığın sönüklüğü ve eksikliği yüzünden değil, bilakis belirliliğin ve aydınlığın encüst derecesinde bulunmasındandır. O, gözleri kamaştıran bir nur olduğu için gözleri karartıyor.” (s.26)

”İlk sebep, ilk akıl ve ilk hak buna kıyas edilir. O’nun, tarafımızdan eksik anlaşılması, kendi eksikliğinden değildir. Ancak akli kuvvetimizin zaafı, tarafımızdan tasavvur edilmesini güçleştiriyor.” (s.26)

”Fakat şunu bilmemiz lazımdır ki maddeye bulaşmış olduğumuzdan, cevherimiz O’nun cevherinden uzak kalmıştır. Cevherimiz O’na yaklaştıkça O’nu tasavvurumuz daha tam daha doğru ve daha gerçek bir hal alıyor.” (s.26)

”Nihayet maddeden tamamıyla sıyrıldığımız anda, zihnimiz O’nu en mükemmel surette kavrar.” (s.26)

”İnsan ise müstesna surette, son terkipten hasıl olur.” (s.51)

”Ceninin meniden teşekkülü yoğurdu mayadan teşekkülüne benzer. Rahimdeki kandan teşekküllüsü ise sağılmış sütten yoğurdun teşekkülüne ve bakırdan ibriğin yapılmasına benzer.” (s.67)

”İşte saadet merhalesine bu iki şeyle varılır. Biri ferdi başkasına bağlayan beraberlikle, diğeri ferdi mensup olduğu zümreye bağlayan beraberlikle. Her fert bu iki saadete ulaşmak için çalıştığı takdirde üstün bir ruh seviyesine varır.” (s.98)

”Toplumcu şehir halkı istisna edilirse diğer şehirlerin halkı gayede müttefiklerdir. Toplumcu şehrin gayeleri çoktur. Gayeleri savaşma ve korunmaya matuf olmakla barışçı şehirleri kendi aralarında veya mensup oldukları şehirler zümresine katılmak zorunda bırakırlar.” (s.122)

”Bugün aklettiğiniz her şeyin zıt ve nakizi doru olabilir.” (s.127)

El-Medinetü’l Fazıla kitabında anlamını bilmediğim kelimelerin anlamları:

Mucip olmak ne demek: Gerektirmek, ilgisini çekmek anlamında kullanılır.

Nezahat ne demek: Ahlaki ve ruhi olarak temiz demektir; “ahlakı nezahati…” denirse ahlakı temiz anlayacağız.

Şümul ne demek: Kapsam, içine alan, kapsayan anlamındadır; hukukta ise bir yasanın kabul ediliş tarihinden önce gerçekleşmiş suçlara uygulanmasını sağlar.

Şakirt ne demek: Öğrenci veya çırak anlamında kullanılabilir; aynı zamanda Osmanlı saray mutfağında aşçı yamaklarına verilen isimdir.

Salahiyet ne demek: Arapça kökenli kelime yetki anlamındadır: “Bu cezai salahiyet hangi kanunla tespit edilmiştir, bilmiyorum.”

Muakkip ne demek: Arapça kökenli kelime izleyen, arkasından koşan, takip eden, işi yürüten anlamındadır.

Taravet ne demek: Arapça kökenli kelime körpelik anlamında kullanılır; yani dalından yeni koparılmış, tazeliği üstünde, daha büyümemiş (bitki) veya çok genç kimse anlamında da kullanılabilir. “Daima yüzünüzün taravetiyle beraber gönlünüzün tazeliğini de kaybetmeye başlayacaksınız.”

Aidiyet ne demek: Arapça kökenli kelime aitlik, ait olma durumu anlamındadır: “Süreksiz olan ya da gelip geçici olmaya aday nitelik taşıyan aidiyetler toplumun devamlılığının temel dinamiği olamazlar.”

Kesret ne demek: Arapça kökenli kelime çokluk anlamına gelir.

Muayyen ne demek: Arapça kökenli kelime belirli, belirlenmiş olan, bilinen anlamındadır: “Fakat bu hususta daha muayyen bir tarzda konuşmak icap eder.”

Mefkure ne demek: Arapça kökenli kelime kısaca ülkü anlamına gelir, yani insanı duyular dünyasının üstüne yükselten ve hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemeyecek olan, yalnızca erişilmesi istenen amaç olarak kalan kılavuz ilke anlamında kullanılabilir: “Bazıları mefkûrenin enginliğini ve azametini tamamıyla kavrayamayacak derecede dardırlar.”

Mündemiç ne demek: Arapça kökenli kelime felsefe terimlerinden biri olan içkin anlamındadır, yani varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan, yalnızca bilinçten olan, yalnızca bilinç içeriği olarak var olan anlamında kullanılabilir.

Muvahhit ne demek: Arapça kökenli olan kelime yaratanın bir olduğuna, yaratanın birliğine inanan anlamındadır.

Terkip ne demek: Arapça kökenli olan kelime birleşim, birleştirme, bir araya getirme, bileşim ve son olarak tamlama anlamında kullanılabilir: “… Arapça, Acemce manasız ve mücerret terkipler yapılıyor, milliyet inkâr ediliyor, mazi karikatürleştiriliyor, istikbal bir duman hâlinde tasavvur olunuyordu.” Terkip etmek yani birleştirmek, bir araya getirmek şeklinde de deyim olarak kullanılabilir.

Adese ne demek: Arapça kökenli olan kelime mercek anlamındadır: “Yaşamayı tatsız, dünyayı mahdut gösteren bu adese bana babamdan mı yadigâr kalmıştı?”

Eklektisizm ne demek: Yunanca kökenli kelime farklı felsefî veya sanat sistemlerinden alınan unsurların yeni bir sistem içinde yeniden kullanılmasıdır. Sanattaki farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen unsurların yeni bir tasarım, ürün ya da düşünce akımı oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder.

Mübeşşir ne demek: Arapça kökenli bir kelime olan mübeşşir, muştu veren, müjde getiren kimse anlamına gelir.

Mücerret ne demek: Arapça kökenli olan kelime soyut, katışık ve karışık olmayan, yalın durum anlamına gelir: “Siz mücerret bir kanun ve nizamı tutturmuşsunuz ve öylece de yürüyorsunuz.” Ruhumücerret ise katışık ve karışık olmayan ruh şeklinde nitelendirilebilir ve bitişik yazılır: “Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım / O zaman yükselerek arşa değer belki başım.”

Müşahhas ne demek: Somut anlamında kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir: “Bazen hayalim daha müşahhas olur, tanıdığım İstanbul sebillerini, mahallemizin küçük ve fakir süslü çeşmesini görür gibi olurdum.”

Bililtizam ne demek: Bilerek anlamında kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir: “Kurşunları kimseye atmıyor, bililtizam kimseyi belki öldürmüyor…”

Şeniyet ne demek: Gerçeklik anlamında kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir.

İfsat etmek ne demek: Tek başına “ifsat” olarak kullanılır ve Arapça kökenli bir kelime olarak büzeni bozma, karışıklık çıkarma, kargaşalık durumu anlamında kullanılır.

Şamil ne demek: Arapça kökenli olan kelime içine alan, kaplayan, kapsayan anlamındadır.

İfna etmek ne demek: Arapça kökenli olan kelime yok etmek, tüketmek anlamında kullanılır.

Teakup ne demek: Arapça kökenli olan kelime art arda gelme anlamındadır.

Varit değil ne demek: Varit kelimesi tek başına olabileceği akla gelen anlamındayken kitapta olumsuz şekilde kullanılmıştır, başka bir örnek vermek gerekirse: “Bu, kitap satılmıyor iddiası varit değil.” Varit olmak deyimi ise geçerli durumda bulunmak anlamında kullanılabilirdi: “İster birinci ister ikinci ihtimal varit olsun, bunun o kadar önemi yoktur.”

İhsas ne demek: Arapça kökenli olan kelime üstü kapalı anlatma, sezdirme, ima, duyma, hissetme, duyum anlamında kullanılabilir. İhsas etmek ise sezdirmek, ima etmek anlamındadır: “Bunların hepsini bana beş on kelimeyle ihsas etti.” İhsasırey ise görüş veya kararı önceden hissettirme, oyu önceden açıklama anlamındadır.

Müdrik ne demek: Arapça kökenli olan kelime anlamış, idrak etmiş olan anlamına gelir: “Daima affını istemesine ve buna ait memleketinden heyecanla haber beklemesine göre kabahatini müdrik görünüyor.”

Itlak Etmek ne demek: Arapça kökenli olan kelime salıverme, koyuverme, cezayı affetme, erkeğin karısını boşaması gibi çeşitli anlamlara gelir.

Gark etmek ne demek: Batırmak, boğmak anlamına gelen kelimeyi mecaz olarak kullandığımızda ise birine bir şeyi bol bol vermek anlamında değerlendirebiliriz: “Bu hayrı ile milletimizi nura gark edeceğine herkes kani idi.” Gark kelimesi ise tek başına suda boğulma, suya batma anlamına gelir.

Mümteni ne demek: Arapça kökenli olan kelime bir şeyi yapmaktan çekinen, kaçınan anlamına gelir.

Mebzul ne demek: Arapça kökenli olan kelime bol anlamına gelir.

Araz ne demek: Arapça kökenli olan kelime felsefe terimi olarak ilinek anlamına gelir ki ilinek ortaya çıkması, belirmesi için başka bir öze ihtiyaç duyan şey veya bir nesnenin özünde bulunmayan, sonradan eklenen nitelik anlamına gelir. Tıp dilinde ise belirti anlamında kullanılır.

İclal Etmek ne demek: Saygı gösterme, büyük sayma, ağırlama, ikram, tâzim, büyüklük, ululuk, azamet, kudret anlamlarına gelir.

Tazim ne demek: Saygı göstermek, ululamak anlamına gelir.

Temcit etmek ne demek: Arapça kökenli olan kelime Recep, şaban ve ramazan ayları süresince, sabah ezanından sonra minarelerden okunan ve Allah’ın yüceliğini belirten duadır. Ayrıca tâzim ve senâ etmek anlamına da gelir.

Revnak ne demek: Arapça kökenli olan kelime parlaklık anlamına gelir. Revnak etmek ise hoşluk, güzellik, renklilik katmak anlamına gelir: “Sefiremizin tiyatrosever oluşu konuşmalara daha da revnak verdi.”

Ziynet ne demek: Süs anlamında Arapça kökenli bir kelimedir.

Künhüne varmak ne demek: Bir şeyin aslını, özünü anlamak anlamında kullanılır.

Tahayyül ne demek: Arapça kökenli olan kelime duyu organlarıyla algılanmış bir şeyi mevcut olmadığı zaman zihinde veya hayalde canlandırma; imgeleme anlamına gelir: “Kapıları yeşil sabahlara açılan sıcak tahayyüllerle dolu yaz geceleri…” Tahayyül etmek zihinde veya hayalde canlandırmak anlamında tahayyüle dalmak ise tahayyül etmek anlamında kullanılabilir.

Riyaset ne demek: başkanlık anlamına gelir: “Öğleden sonra Posta ve Telgraf Nezaretinin üst katındaki salonda içtimaya bizzat riyaset edecekti.” Riyaseticumhur ise Cumhurbaşkanlığını ifade eder. Riyaset etmek ise başkanlık etmek demektir.

İstihdaf ne demek: İstihdaf veya İstihdaf etmek amaçlama, amaçlamak anlamında kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir.

Mukaddime ne demek: Arapça kökenli olan kelime önsöz veya başlangıç anlamında kullanılabilir: “Babam, ‘eti senin, kemiği benim!’ mukaddimesiyle beni hocaya emanet ettiğini söyledi.”

Nevin ne demek: Farsça bir kelime olan Nevin ülkemizde isim olarak da kullanılmakta ve yeni olan, yepyeni anlamında kullanılır.

Ve 20’ye yakın daha anlamını bilmediğim ve buraya yazamadığım farklı kelimeler…

Size iyi okumalar.

  • 4
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir