İslam Deklarasyonu
  1. Anasayfa
  2. Kitap İncelemesi

İslam Deklarasyonu

0

İslam Deklarasyonu adlı kitap, Fide Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturulan, Bosna Hersek denince akla ilk gelen isim olan devlet adamı Alija İzetbegović (kitapta Aliya İzzetbegovic şeklinde yazılmıştı) tarafından kaleme alınan önemli bir eserdir. “Müslüman Halkların ve Müslümanların İslamlaşmasına Dair Bir Program” alt başlığı ile okuyucuyla buluşan eser, farklı yayınevleri tarafından aynı isimle piyasaya sürülmüş, Fide Yayınları tarafından ise ilk baskısını 2007 yılında yapmış bir eserdi. Elimde Ekim 2017 tarihli 35. baskısı yer alan kitap, Dr. Rahman Ademi tarafından dilimize çevirisi yapılmış, yaklaşık 101 sayfalık bir eserdi.

Kapağı çevirdiğimizde kitabın yazarının kısa bir biyografisi bizleri karşılıyor. Bu bölümde yer alan “1946 yılında Genç Müslümanlar Örgütü’ne üye olmaktan üç yıl hapse mahkum edildi. İslam Deklarasyonu’nu yayınladı.” sözleriyle deklarasyonun geçmişi hakkında kısa bir bilgi veriliyordu. İçindekiler kısmında eserde bir sunuş kısmının olduğunu, bunun yanında “Müslüman halkların geri kalmışlığı”, “İslami düzen”, “İslami düzenin bugünkü sorunları” şeklinde 3 ayrı konuda deklarasyonun kaleme alındığını, ayrıca “Pakistan İslam Cumhuriyeti”, “Panislamizm ve Irkçılık”, “Hristiyanlık ve Yahudilik”, “Kapitalizm ve Sosyalizm” başlıklarında kısa metinlerin bizleri karşılayacağını, sonuç kısmıyla kitabın sonlandırılacağını görüyoruz.

İslam Deklarasyonu Kitap İncelemesi

İslam Deklarasyonu kitabının Sunuş kısmında Fide Yayınları adına Kevser Terzioğlu tarafından kaleme alınan tarihsiz bir metin vardı. Bu metin “Tarihiyle bağları koparılmıştı. Faşizmden sonra komünizm dalgasıyla İslam’a ait ne varsa silinmeye çalışılmıştı.” sözleriyle İslamiyet’e yönelik Batı toplumu tarafından yapılan yozlaştırma veya daha doğru bir ifade ile yok edilme çalışmalarına işaret edilmişti. Sunuş kısmında ayrıca bu yok etme çabalarına karşı mücadelede bulunan İzzetbegoviç’in dünya barışı ve İslam adına yaptığı çalışmaların önemi üzerinde duruluyordu. Bu kısımda yer alan “Elindeki kitap onun çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarından derlenmiştir.” cümlesi deklarasyonun çerçevesini de bizlere gösteriyordu.

Kendisi de aynı zamanda bir yazar olan Kevser Terzioğlu sunuş kısmında Boşnak toplumu hakkında “Kendi hallerine bırakılsa Endülüs güzelliğinde bir İslam toplumu ve dünya kardeşliği örneği verebileceklerdi. Dini farklı olanla bir arada beraber yaşayabilmenin en güzel örneğini vermekteydiler. Bugünkü dünyamızın en çok ihtiyacı olan kardeşçe bir arada yaşayabilmenin ender örneklerindendir.” tespitini paylaşıyordu ki çok yerinde bir tespitti. Kitapta bir de ikinci baskıya bir not kısmı yer alıyor ki bu kısımda “İslam deklarasyonu ve İslami Yeniden Doğuşun Sorunları kitabını tercüme etme şerefini Rabbimiz bize lütfetti.” sözleriyle başlıyor, dil ve redaksiyon konusunda düzeltmeler yapıldığını ifade ediliyordu. Ancak yukarıda belirttiğim gibi elimde 35. Baskı var ve hala eksiklikleri göze çarpıyordu!

Besmele ile devam eden İslam Deklarasyonu kitabında artık yazarın kendi metninin çevirisini okumaya başlıyoruz. Yazar bu kısımda hedefini “Müslümanların İslamlaşması” şeklinde – ki anlamlı bir amaçtır – belirlerken, sloganı da “İnanmak ve Mücadele Etmek” şeklinde belirlemişti. Yazarın “Bildiri, hangi tarafta olduklarını apaçık bir biçimde kalplerinde hisseden ve nereye ait olduklarını bilen Müslümanlara yöneliktir.” Sözleri de metnin hitap ettiği kesimi nokta atışı belirtiyordu. Amaca ve slogana uygun şekilde “Bu alem artık XX. asrın ilk yarısındaki dünya olmayacaktır. Sükunet ve pasiflik devresi ebedi olarak geçmiştir.” sözleriyle biz okuyucuyu uyarıyordu.

Batı toplumunun amacını yazar giriş kısmında çok güzel bir şekilde özetliyor, “Bu hareket ve değişim anından, özellikle güçlü Batılı ve Doğulu yabancılar, herkes istifade etmeye çalışmaktadır. Orduları yerine onlar şimdi düşünce ve sermayelerini benimsetmektedirler ve bu yeni tesir biçimi ile yine aynı hedefe varmak istemektedirler: Müslümanlar arasındaki varlıklarını teminat altına almak, Müslüman halkların siyasi ve maddi bağımlılığını ve manevi güçsüzlüğünü devam ettirmek.” (s. 15) tespitinde bulunuyordu. Aslında düşmanımızın amacını bilirsek, ona göre hamle yapabilmek daha kolay olurdu: yazar da bu tespitleriyle sorunun kaynağını dile getiriyor, yapmamız gerekenleri ise metnin devamında dile getiriyordu.

Saraybosna’da 1970 yılında (Cemaziye’l Evvel, 1390) tarihinde yazıldığı belirtilen giriş metninin en önemli cümlesi bana göre “Bu anormal duruma son vererek yeni Müslüman neslin önüne engel olabilecek bir güç yoktur.” (s. 16) cümlesiydi: yani yazar, yeni nesle oldukça fazla güveniyordu. Yazar deklarasyonu da “Mesajımızı İslam için canını veren arkadaşlarımıza ithaf ediyoruz.” (s. 16) sözleriyle din uğruna şehit olanlara ithaf ettiğini dile getiriyordu. Devamında ilk başlığımız olan “Müslüman Halkların Geri Kalmışlığı” ile okumaya devam ediyoruz. Müslüman halkların geri kalmışlığının sebepleri konusunda sorularla başlayan bölümde yazar aslında İslam birlikteliğinin gerçekleşmesinin yenilenmenin gücü olacağını ve geri kalmışlıktan kurtulmanın anahtarı olduğunu dile getiriyordu.

Yazar bu bölümde örnekler de veriyordu: “1950’li yıllarda sadece birkaç bin hakiki Müslüman mücahidi İngiltere’yi Süveyş kanalından çekilmeye zorladı, Arap ırkçı rejimlerinin müttefik orduları ise İsrail’e karşı üçüncü defa savaşı kaybetmektedirler. İslam ülkesi olarak Türkiye dünyaya hakim idi.” (s. 19) tespiti ülkemizin de kitapta adının geçtiği yerlerdendi. Aslında yazarın burada bahsettiği Osmanlı İmparatorluğu idi. Osmanlı’yı örnek olarak göstermesi de İslam dünyasında birliği sağlama girişimlerinde başarılı olması sonucu sürekli büyümesi olsa gerekti. İlgili bölüm alt başlıklarla devam ediyordu; örneğin “Muhafazakarlar ve Modernistler” şeklinde alt başlıklarla konu hakkındaki düşüncelerini okurlara yazar paylaşmaya devam ediyordu.

İslam Deklarasyonu adlı kitabın bu kısmında yazarın güncel konulardaki tespitleri de kısaca yer alıyordu: “İlahiyatçılar yanlış yerde yanlış insanlar oldular. Ve İslam dünyasının uyanış emareleri gösterdiği şu günlerde bu kesim, bu alemin her türlü sert ve karanlık göstergelerinin temsilcileri oldu. … Sözde ilericiler, batıcılar, modernistler ve kendilerini daha nasıl adlandıran kimseler, onlar bütün İslam dünyasında tam bir felaketi temsil etmektedirler, zira çok sayıdadırlar ve özellikle hükümet, eğitim ve kamu hayatının tümünde çok etkilidirler.” (s. 23) sözleriyle yazar İlahiyatçıların uyanan toplumun önüne set olduklarını, önemli makamların da İslam ile alakası olmayan tipler tarafından işgal edildiğini dile getiriyordu.

Kişisel görüşümü ekleyeyim: ülkemizde bu kadar din adamı olmasına rağmen bu kadar ahlaksızlık olması, yazarın eleştirileri açısından bakıldığında bile haklı eleştirilerdi. Gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

İslam Deklarasyonu kitabında yazar önemli yorumlara yer veriyor

Yazar, ille de Batı diyenlere de çok anlamlı bir cevap veriyordu: “Onlar, batının gücünün, nasıl yaşandığında değil, nasıl çalıştığında bulunduğunu anlayamamaktadırlar. Batının gücü modada, allahsızlıkta, gece kulüplerinde ve ahlaksız gençlikte değil, batılı insanların hayranlık bırakan çalışkanlık, ısrarlı gayretleri ve sorumluluklarında yatmaktadır.” (s. 24). Ayrıca yazar Batıcılara “İslami terbiye almadıkları, halkla manevi ve ahlaki bağ kuramadıkları için onlar çok hızlı bir şekilde temel ölçütleri kaybederler ve yerli kanaatlerinin, adet ve inançlarının tahrip edilmesi, yerlerine ise yabancılara ait olanların ikame edilmesiyle, topraklarında bir gecede, aşırı hayranlık duydukları Amerika’yı yaratacaklarını sanmaktadırlar.” (s. 23) diyordu. Güzel falsolar.

Ülkemizin adının geçtiği bir diğer cümle ise “Yakın tarihimizde Japonya ve Türkiye örnekleri bu hususta klasik durum arz ederler.” (s 25) şeklindeydi. Bu kısımda yazar bu iki ülkede yapılan reformların milletin kültürel gelişimine etkisi üzerinde durarak Japonya için olumlu, Türkiye içinse ihanete varan bir gelişme olduğunu dile getirerek “Ondan sonra iki ülkede de bilinen reformlar gerçekleşti. Başkasının değil, kendi hayatını yaşamak için Japonya ilerlemeyi ve geleneği birleştirmeye çalıştı. Türkiye ile alakalı olarak, onun modernistleri tam tersi bir yol seçmişlerdi. Bugün Türkiye üçüncü sınıf bir ülke, Japonya ise dünya milletlerin zirvesine çıkmıştır. … Bu durum bir sonuçtur ve bu konuda ama olanlar dahi görmeye başlamalıdır.” (s. 25) tespitine yer vermiştir. Tartışılabilir.

Yazar, İslam Deklarasyonu kitabında yukarıda belirttiğim ülkelerin kültürleri hakkındaki düşüncelerini “Bütün medeniyetlerin özü ve ilerlemesi, yok edilmesi ve inkar edilmesine değil, devam ettirilmesine bağlıdır.” (s.26) sözleriyle temellendirmektedir. Bu cümlesinden sonra ülkemizde yaşanan reformlar üzerinde durmaya devam eden yazar “Birçok diğer ‘paralel’ reformlarla beraber, yeni Türk nesli kendini manevi dayanaktan yoksun ve adeta bir çeşit manevi boşluk (vakum) içinde buldu. Türkiye kendi “hafızasını”, geçmişini kaybetti. Bu durum kime gerekli idi?” (s. 26) sözleriyle mantıklı bir soru sormaktadır. Düşündürücü değil mi? Reformların sonucunu ise “Türkiye ve başka ülkelerde bu vahşiliğin sonucu olarak hasta millet yarattılar veya yaratmak üzeredirler.” (s. 26) sözleriyle ifade etmektedir.

İslam deklarasyonu adlı kitapta altı çizilecek, anlamlı cümleler oldukça fazlaydı. Yazarın İslam dünyasının geçerli durumunu çok iyi analiz ettiği, örnekler üzerinden düşüncesini ifade etmeye çalıştığını görüyoruz. Sorduğu mantıklı soruların – ki örneğin “Ne olduğunu ve köklerin nereden geldiğini bilmeyen bir ülke, nereye gideceğini ve yüzünü neye doğru çevirmesi gerektiğini bilebilir mi?” (s. 26) sorusunu verebiliriz – yanında sorulara yönelik cevapları da okuyucuyu tatmin edici seviyede ve oldukça bilge cevaplar içeriyordu. Ona “Bilge Kral” boş yere demiyorlar… Yine de eserin çevirisinin kötü olduğunu düşünüyorum, bazen Google Translate ile çeviri yapıldı sanki diye hissetmedim değil… Devam edelim.

İslam Deklarasyonu adlı kitabında yazar muhafazakar ve modernist kesime oldukça fazla kafayı takmış, fırsat buldukça eleştiriyordu. Yazarın ‘’Bu iki tip insan- muhafazakar ve modernistler (ilericiler) bu günkü Müslüman halkların durumunu anlamak adına bir anahtar teşkil etmektedirler. Gerçekte onlar bu durumun hakiki ve son müsebbipleri değildir. Daha sonraki değerlendirmede her iki durum, daha derin bir sebebin ifade edilmesini göstermektedirler: İslam düşüncesinin aşağılanması veya red edilmesi.” (s. 29) şeklindeki cümlesi, ağır ithamların bulunduğu ve bence haklı sebeplerle yazılmış ifadelerdi.

Yazarımız İslam toplumundaki güçsüzlüğün sebeplerini önce doğru sorular sorarak irdeliyor, sonrasında tespitlerini ise esir durumda, eğitimsiz, fakir, bölünmüş toplum olduğumuz şeklinde sıralıyor, bu alt başlıkların açıklamalarını da istatistiki verilerden yararlanarak açıklamaya çalışıyordu. Günümüzde de devam eden ve yazıldığı dönemi de yansıtan eğitim sisteminin başarısız olduğunu ve bu sistem ile direnişin olamayacağını dile getiren yazar “Hiçbir Müslüman ülkesinde halkın ihtiyaçlarına cevap verecek ve İslam ahlakının anlayışına uygun olarak gelişmiş bir eğitim sistemine sahip değiliz.” (s. 33) şeklinde üzüldüğümüz bir tespitini de bizlerle paylaşıyordu. Maalesef, haklı… İlerleyen sayfalarda eğitim hakkında görüşlerine yine yer verecekti.

Eğitim konusuna sadece yazar değil, Müslüman toplumundan da eleştiriler geldiğini söyleyen yazar “Müslüman toplumunun eğitim ve okula karşı soğuk olduğu yolunda anlamsız ve saçma bir suçlama ortaya atılmaktadır. Hakikatte ise, okula karşı bir ret tavrı olmadığı açıktır, tepki, İslam ve halkla her türlü manevi bağını kaybeden yabancı okula karşıdır.” (s. 35) sözlerini paylaştı. İslami düzenin bir şekilde kurulabileceğine inancını da dile getiren yazar “Bu topraklarda ve gökyüzü altında inşa edilebilecek bir düzen, ilerleme ve refah Avrupa ve Amerika’nın değildir.” (s. 39) diyerek adeta göz dağı vermektedir. Yazar “İslami düzen, en kısa biçimde şu şekilde tanımlanabilir: Din ve kanun, terbiye ve güç, ülkü ve çıkarlar, manevi toplum ve devlet, gönüllülük ve zorlamanın birliğidir.” (s. 43) sözleriyle ifade etmektedir.

İlk bölümde İslami düzenden satır aralarında oldukça bahseden yazar, ikinci bölümün başlığı olarak da İslami Düzen ifadesini seçmişti. Bu bölümde yukarıda da tanımını yaptığı üzere İslami Düzen konusundaki düşüncelerini, tanımdaki ifadeler üzerinden ayrı ayrı başlık altında değerlendirmeye, biz okuyuculara aktarmaya çalıştı. Düzenin sağlanması için siyasi zeminin de uygun olması gerektiğini söyleyen yazar “İslami iktidar olmadan İslami toplum tamamlanmamış ve güçsüzdür; İslami iktidar ise İslami toplum olmaksızın ya ütopya veya zulümdür.” (s. 43) ifadesini kullanmıştır. Yazar ‘’İslam, şeytanın elinde bulunan vasıtaları koparmaya yönelik teşebbüste bulunmuştur.” (s. 45) diyerek özellikle Şarabın (İçkinin her türlüsü), Kumarın (benim yorumum; sanal kumar dahil) ve Sihrin (bu çeşitlendirilebilir) tamamen yasaklanması gerektiğini ifade etmiştir.

İslam Deklarasyonu kitabının genelinde Bilge Kral; İslam’ın bilime ve doğaya açık olduğunu, iyi bir dünya için İslam’ın yeterli olduğunu, günümüzde İslami nizamın gücü ele geçiremediğini, iyi bir dünya oluşması için İslam’ın her şeye açık olduğunu, demokrasinin tek başına yeterli olmadığını ve gerektiğinde diktatörlüğe dönüşebileceğini, bu nedenle İslami şartlara uygun yönetimin gerekli olduğunu kısa ve öz cümlelerle, bazen devrik cümlelerin okuma akıcılığını bozmasına rağmen, okuyarak metne devam ediyoruz. Ben okurken bilge kralın konuya oldukça hakim olduğunu, net ifadelerle çözüm önerilerinde bulunduğunu gördüm. “İç düzeni kapsamayan, insanı değiştirmeyen, onun iç rönesansını sağlamayan-Allah olmaksızın zaten mümkün değildir- bir kurtuluş sahtedir.” (s. 51) sözleriyle samimi bir şekilde ilerlenmesi gerektiğini dile getiriyordu.

İslam Deklarasyonu adlı kitabın “Bizim Zamanımızda İslam Düzeni – Tezler” alt başlıklı kısmında yazar, neslimizin risk alarak ilerlemesini ancak bunu da prensipler belirleyip sıraya koyarak yapmasını dile getirdikten sonra toplumdan tutun da kadın ve aileye, zekat ve faizden tutun da Müslümanların kardeşliği ve birliğine kadar toplamda 17 alt başlık altında kısa metinlerle meramını anlatmaya çalıştığını görüyoruz. Yazar bu kısımda net olan en önemli konunun Allah’ın bir olduğu ve insanların eşit olduğunu dile getirmektedir. Devamında dikkatimi çeken cümleler ise “İslam milliyet değildir ancak bu toplumun üst milliyetidir.” (s.54) cümlesi ile bunu tamamlayan Panislamizm konusundaki görüşlerini içeren cümlelerdir.

İslam Deklarasyonu adlı kitapta yazarın üzerinde durduğu bir diğer konu da eğitimdir. Eğitim konusunda oldukça fazla yorumda ve tespitte bulunan yazar, İslamiyet’in yeniden güçlenmesi ve yenilenmesinin, eğitim sayesinde olacağını dile getiren cümleleri farklı sayfalarda dile getirmiştir, bunlardan bir tanesi de: “İlk etapta cami yeniden okul gibi kullanılabilir. Eğer eğitim – öğretim programlarında başarısızlığa uğramazsak, yenilmemizi sağlayacak alan yoktur.” (s. 59) şeklindedir. Yazarın adalet konusunda kurduğu “Güç ve kanun sadece adaletin vasıtalarıdır. Adaletin kendisi insanların kalplerinde mevcuttur, aksi durumda adalet yoktur.” (s. 53) cümlesi de oldukça dikkat çekicidir: üzerinde düşünülmesi gereken ifadelerden bir tanesidir.

Aliya İzzetbegovic (Boşnakça: Alija Izetbegović şeklinde yazılırken dilimizde bazıları Aliya İzzetbegoviç şeklinde de yazmaktadır; hepsi doğrudur, ben elimizdeki kitapta yazıldığı şekliyle devam ettim) kitabında “İslam, ilk ortaya çıkışında, eski medeniyetlerin bütün bilgilerine hiçbir komplekse kapılmadan yaklaştı ve onları değerlendirdi.” (s. 59) sözlerini kullanarak, İslam toplumunda geçmişten gelen doğru geleneklerin devamının önemine de işaret etti adeta. Mehdi konusunda ise yazar çok net bir şekilde “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır veya sıkıntılar ve sorunların ağırlığı imkanlar ve mücadele vasıtalarla kıyaslanamayacak derecede büyük olduğunda, güçsüzlüğümüzden büyüyen yalancı bir umuttur.” (s.62) ifadelerini kullanarak, başkalarının yardımına güvenmenin batıl bir inanç olduğunu, mehdi diye bir şey olmadığını dile getirmiştir.

İslam Deklarasyonu adlı kitapta kadın ve aile konusu da yazar tarafından ihmal edilmeyerek metinde yer verilmişti. Yazar bu konuda “Medeniyet kadından kullanılan veya tapılan bir nesneye yarattı, ancak bu esnada, tek saygıdeğer özelliği olan şahsiyetini aldı. Anneliğini ihmal ederek o, kadını, temel ve yeri doldurulamaz rolünden yoksun bıraktı. … Soyut eşitliğin yerine o, kadına, onun için bütün kıymetleri ile beraber, sevgi, nikah ve çocuk temin etmektedir.” (s. 64) sözlerini okuyucuyla paylaşırken ailelerin devamlılığı konusunda önerilerini de dile getirmekten çekinmemiştir. Adalet konusuna eserinde sık sık yer veren yazar “Kur’an-ı Kerim bizim düşmanlarımızı sevmemizi emretmemiştir ancak kesinlikle adil olmamızı ve affetmemizi emretmiştir.” (s. 65) sözleriyle düşman bile olsa, adil olmamız gerektiğini dile getirerek affetmenin erdemi üzerinde durmuştur.

İslam, Panislamizm, İslami Düzenin Sorunları Kısa Kısa İrdelenmiştir

İslam Deklarasyonu adlı kitabın 3. bölümü olan “İslami Düzenin Bugünkü Sorunları” başlığında yazarımız, İslami düzenin sağlanması için birlik olunması gerektiğini, bunun da öncelikle siyasal bir devrimle meydana geleceğini ancak ahlaki olarak güçlü olmadıkça bunun gerçekleşmesinin zor olacağını ima eden cümlelere yer vermiştir. Ahlaki konuda yer yer kutsal kitabımızdan ayetlere de yer veren yazar Müslüman dünyanın geri kalmışlığından kurtulması için çok hızlı bir şekilde eğitim ve sanayileşme konularına odaklanmasını ancak bu hızlanmanın getireceği riskleri (alkol, rüşvet, haksız zenginleşme vs. gibi) dikkate alarak ilerlenmesi gerektiği üzerinde durdu. Tabii ki her şeyin başı olarak: Allah’a olan temiz ve sarsılmaz bir iman ile birlikte halkın dini vecibelerini yerine getirerek kültürün el üstünde tutulması olduğunu da dile getirdi.

Yazar, İslam deklarasyonu kitabında Pakistan örneği üzerinde oldukça durdu, yorumlarını okuyucuyla paylaştı. “Tarih sadece sürekli değişimin değil, aynı zamanda ve devamlı olarak imkansız ve beklenmeyenlerin gerçekleşmesinin hikayesidir.” (s. 76) diyen yazar (aslında bu kelimeyi kitapta birden fazla yerde kullanmıştı), “Yeteri kadar ahlaki ve psikolojik açıdan hazırlanmadan ve lazım olan asgari yetişmiş kadro olmaksızın, sadece şansın yaver gitmesi dolayısıyla iktidarı ele geçirmek, İslami devrim gerçekleştirmek değil, darbe yapmak anlamına gelir.” (s. 75) cümlesiyle Pakistan örneği konusundaki kısa düşüncelerini paylaştı. “Pakistan örneğinde İslam öncüleri, nasıl yapmalı ve nasıl yapmamalı hususunda öğrenebilir ve öğrenmelidir.” (s.77) diyerek Pakistan’da yaşananlardan ders alınması gerektiğini söyleyen yazar “Pakistan bizim, sınavla dolu büyük umudumuzdur.” (s. 79) nitelendirmesinde bulundu.

Yazarımızın elimizdeki kitaptan bağımsız olarak farklı zaman ve zeminlerde kendi içinde tutarlı bir şekilde Pan-İslamist, Pan-Yugoslavist ve İslamcı Milliyetçilik düşüncelerini paylaştığını, zaman içerisinde düşüncelerinin değiştiğini biliyoruz. Yazarın kitabında da bahsettiği üzere Pakistan modeli üzerinde durması aslında Pakistan’ın İslam Cumhuriyeti adı altında kurulması ve İslami bir düzen kurmaya yönelik bir deneme olmasından ötürü üzerinde durduğunu anlıyoruz. İslam Deklarasyonu adlı kitabında da yazarımız bu konuyu ayrı başlıklar altında veya farklı yerlerde kısaca anlatmaya çalışmış; Pakistan’ın bu sancılı kuruluş dönemiyle ilgili 20 yıllık süreci irdeleyen “ibretler çıkarmaya” çalıştığını da görüyoruz.

Pan-İslamist yani Panislamizm konusunda da ayrı bir başlık açan yazar, Müslüman toplumun ortak bir şekilde hareket etmesinin bir ütopya olmaktan çıkmasını “Müslümanların ittifakının gerçekleşemeyecek bir rüya olduğunu söyledikleri zaman, aslında onlar sadece hissettikleri güçsüzlüklerini ifade etmektedirler. O imkansızlık dünyada değil, onların kalplerindedir.” (s. 82) sözleriyle ifade etmektedir.

Bu kısımda milliyetçilik konusunda eleştirilerini dile getiren yazar “Panislamizm her zaman Müslüman halkların kalplerinden kaynaklanmış, milliyetçilik ise daima ithal malı olmuştur.” (s. 85) sözleriyle aslında Müslüman toplumların bir araya gelme fikrinin her Müslümanın kalbinde yer aldığını ancak milliyetçilik fikirlerinin genellikle dış güçlerin birliği bozmak için kullandığı bir yöntem olduğunu ima etmiştir. Aslında burada tarihi bir gerçek ortaya çıkıyor: Panislamizm Osmanlı tarafından da denenmişti ve batılı güçler milliyetçilik silahını kullanarak bu fikrin hayata geçmesini engellemişlerdi.

İslam Deklarasyonu adlı kitap yazar tarafından kaleme alınan bir sonuç kısmıyla bitiyor. Kitabın sonunda herhangi bir dizin vs. gibi çalışma yer almıyor. Sonuç kısmında yazar, İslam dünyası için önemli olan iki şey üzerinde duruyor: Kuran ve Müslüman olma duygusu. Bunların İslam dünyasını bir araya getirmek için anahtar olabileceğini ima eden yazarın fikirleri kağıt üzerinde mantıklı ve yerinde geliyor; okurken hak veriyor, geçmişin muhasebesiyle ortaya çıkan bu fikirlerin gerçekleşmesini hayal ettiğinizde karşınıza hayali olumlu sonuçlar çıkabiliyor.

Ancak daha önce denenmiş bir fikirlerin de olmasının yanında yazarın kitapta bahsettiği çeşitli riskleri barındıran fikirler konusunda daha iyice düşünmeli, ona göre hareket etmeli diye düşünüyorum. Son tahlilde her şeyin başı: iman. Gerçekten iman edilir ve ahlaki olarak yozlaşmamış bir toplum olursak eğitim ve sanayide geri kalmayacak, dış güçlerin oyunlarına gelmeyeceğiz diye düşünüyorum.

İslam Deklarasyonu Sonuç

Aliya İzzetbegoviç’in verdiği entelektüel ve siyasi mücadeleler takdir edilesi: din ve millî kimliğin iç içe geçtiği düşünceleri konusunda katıldığım noktalar hayli yüksek. İslam dünyasının katı gelenekçilik ile aşırı Batıcılık arasında gidip geldiğini, Kur’anı Kerim’e, anlamak ve yaşamaktan ziyade, şekli bir kutsiyet atfedildiği, Müslümanların İslam’ın özüne dönmesi gerektiği, İslam’ın sadece bireyin vicdanlarına indirgenebilecek bir inanç meselesi olmadığı, siyaset, toplum ve ekonomi olarak tüm hayatı şekillendirecek bir sistem olduğu düşünceleri kitabın metnine/ruhuna oldukça yerleşmiş ve her sayfada bas bas bağırıyor diyebilirim. Kısa ve öz bir şekilde sadece Müslümanım demekle Müslüman olunmayacağını dile getiren yazarın realistliği, okuyucuyu mest edecektir.

İslam Deklarasyonu kitabımızda bazı sayfalarda virgüllerin gereksiz kullanımı (örneğin; sunuş kısmında) olduğunu, “hocaların” yerine “hocalar” olmalıydı (s. 22), “ve ya” yerine “veya” olmalıydı (s. 27), “esnasında” yerine “esasında” olmalıydı (s. 32), “ilk evvela” ifadesinin eserde çokça kullanıldığını sadece “ilk” veya sadece “evvela” denmesinin yeterli olacağını eklemek gerek. Bu eksiklikler nedeniyle 35. baskısı yapılmasına rağmen hala imla hatalarının olduğunu, bazı cümlelerin devrik olduğunu, çevirinin yer yer sırıttığını da söylemem gerek. Diğer yayınevlerinin çıkardığı baskılarla veya orijinal eserle karşılaştırma şansım olmadığından çeviri konusundaki eleştirim önyargısız bir şekildedir, bunu da belirteyim.

İslam Deklarasyonu adlı kitabını okuduktan sonra aklıma yazarın şu sözü geldi: “Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” Gerçekten kitap boyunca aslında yazarın sitem ettiği konu, düşmanlar değil, dostların yani Müslüman toplumun sessizliğiydi. Bu sessizliği bozmak, sessizlikten uyanmak, kendimize gelmek için yazılmış satırlar, arka planında oldukça güçlü duygular barındıran cümleler içeriyordu. Önemli olan okuduktan sonra, tatbik etmek, tatbik etmeye çalışmak olsa gerek. Bu vesileyle İslam sancağının tekrar dünyaya adaletle hükmetmesini diliyorum.

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 2
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
503 Hasan Sarı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir