Kırmızı Pazartesi
  1. Anasayfa
  2. Kitap İncelemesi

Kırmızı Pazartesi

0

Kırmızı Pazartesi, Nobel Edebiyat Ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez (Gabo lakabıyla bilinir) tarafından gerçek bir hikayeden uyarlanarak kaleme alınan bir romandır. Ülkemizde roman türünde ve en çok okunan kitaplar arasında ilk sıralarda yer alan eser ilk kez 1981 yılında yayımlanmıştı. Can Yayınları tarafından ülkemizde ilk kez 1982 yılında 1. baskısını yapan eserin elimde 73. baskısı yer alıyor. Orijinal adı İspanyolca Crónica de una muerte anunciada olan eserin çevirisi ise İnci Kut isimli çevirmene ait. 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alan eseri bu yazıyı hazırladığım sıralarda güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 66 TL gibi bir fiyata satın alabiliyorduk.

Yaklaşık 107 sayfa olan Kırmızı Pazartesi adlı eserin asıl adının İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü şeklinde çevrilmesi gerektiğini ancak ülkemizde Kırmızı Pazartesi ismiyle basıldığını öğreniyoruz. Yazarın da ülkesi olan Kolombiya’nın sakin bir kasabasında meydana gelen gerçek bir cinayetin anlatıldığı eserin ilk cümlesinde yazar, kimin öldürüleceğini açıklayarak okuyucunun karşısına çıkıyor (Bu açıdan polisiye roman demek zor). İnternet üzerinde yaptığım ufak bir araştırmada, söz konusu cinayetin geçtiği kasabanın yazarın da çocukluğunun geçtiği kasaba olduğunu öğrendim: bu arada ilginçtir, kitapta da konunun geçtiği kasaba halkı, kimin ne zaman öldürüleceğini biliyor ancak nedense kimse engel olmuyor!

Kırmızı Pazartesi Kitap İncelemesi

Kitabın arka kapağında roman hakkında bir tanıtım yazısı yer alıyor. Ön kapağı çevirdiğimizde ise yazarın ismi, ülkemizde yayımlanan ismiyle kitabın adı ve son olarak alt başlık şeklinde İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü ifadesi yer alıyor. Daha sonrasında ise yazarın ülkemizde yayımlanan diğer eserleri ile yazarın ve çevirmenin kısa bir biyografisi bizleri karşılıyor. Devamında Portekizli ünlü oyun yazarı Gil Vicente tarafından söylenen “Aşk avına çıkmak, şahinle avlanmak gibidir.” ifadesini okuyarak son sayfayı çeviriyoruz (Buna benzer bir cümleyi içerikte de “Savaşçı balıkçılla düşüp kalkmaya cesaret eden şahini, tehlike bekler” s. 61 şeklinde kitapta görüyoruz, sanırım burada hovardalık, kaçamak yapmanın sakıncalarından bahsediyor ve sonuç tabii ki istenmeyen bir şekilde olmuş).

Her eserin içeriğinde yazılan dışında arka planda anlatmak istediği, yazarın kendi bakış açısından görmemiz gereken cümleler bulunması gerektiği gerçek: bazen yapılan betimlemeler ile atıf yapılan konunun veya ayrıntının ne olduğunu bile anlamak, kitabın özünü daha iyi kavramak için gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, elimdeki bu hacmi küçük eser, aslında arka planda bilinçdışını oluşturan alt metinlere sahip diyebilirim. Psikanalitik öğeler açısından beni de oldukça şaşırtan zengin bir içeriğe sahip olan eserin neredeyse her cümlesinin içerisinde ustaca yerleştirilen imgeleri okurken hissedebilirsiniz, tabii dikkatli bir okursanız!

Kırmızı Pazartesi: İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü

Kırmızı Pazartesi, yukarıda da bahsettiğim üzere gerçekleşen cinayeti ve cinayette hayatını kaybeden kişiyi okuyucuya aktararak başlıyor ve “rüyasında kendini koca koca incir ağaçlarından bir ormanın içinden geçerken görmüştü.” (s. 11) ifadesiyle (incir ağacı cennete bir atıf olabilir veya kasaba halkını temsil ediyor olabilir) devam ediyordu. Bu kısımda yazar gerçekleşmiş bir cinayetin öncesini maktulün bakış açısından anlatıyor, son gününde rüyadan uyanıp öldüğü ana kadar ki yaşadıklarını okuyucu ile paylaşıyordu.

Ancak romanın ilk kurulan cümlesi olan “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak üzere sabah saat 05.30’da kalkmıştı.” (s. 11) ile yazar bize bu romanda aslında cinayetin öyküsünü değil, işlenen cinayet sırasında kasabanın ve kasabada yaşayanların halet-i ruhiyesini anlatacaktı diyebiliriz. Burada şunu da eklemek lazım: yazar, cinayetin yaşandığı kasabanın kuruluşundan tutun, kasabadaki bazı batıl inançlara kadar birçok ayrıntıyı yazar aktarmaya çalıştı. Betimlemeleri yerinde ve hayal gücümüzle anlayabileceğim netlikteydi. Okurken bazı yer isimlerini vs. harita üzerinden bakma ihtiyacı da hissedebilirsiniz.

Kırmızı Pazartesi adlı romanda dikkati çeken bazı sembollerin olduğunu ve bunların ne amaçla içeriğe eklendiğini anlamanın zor olduğunu söylemek gerek: nedense bazı ayrıntılar gerçekten yazarın okuyucuyu ikileme düşürme çabası mı yoksa kendi düşüncesini arka planda söyleme gayesi mi, belli olmuyor. Örneğin “…midesindeki bulamacın içinde Santiago Nasar’ın 4 yaşındayken yutmuş olduğu altın Bakire Carmen madalyonu duruyordu.” (s.69) cümlesinde kullandığı “Bakire Carmen Madalyonu” ifadesi, bilmeyenler için okunup geçilecek bir cümle ancak benim gibi bilmediği ayrıntıları araştıranlar için farklı manalar çıkarılabilecek bir cümle olmuştu. Neden? Çünkü söz konusu madalyonu sadece bakire kadınlar takabilir ve onu kadından sadece bekaretini alan kişi geri alabiliyormuş ki bu cümlenin otopsisi sırasında Santiago Nasar’ın 4 yaşında yuttuğunu yazar yazarın böylelikle karakterimiz için tecavüz vakasının suçlusu olmadığını mı ima etmiş oldu? Muamma.

Bunun yanında eserde tavşan, tavşan yahnisi, bıçaklar, portakal çiçeği, badem ağaçları, anemon çiçekleri, yedi ölümcül yara, koku, gül, domuzlara çiçek adı konulması, kırmızı mürekkep gibi farklı çağrışımlara neden olabilecek sembollere yer verilmesi, bunların kurguya ustalıkla yerleştirilmesi dikkat çekiciydi. Bu kısmı da şöyle örneklendireyim: “Santiago Nasar’ın aldığı sayısız yaraların yedisi ölümcüldü.” (s.69) ifadesi ile aslında Hristiyanlıkta yer alan yedi ölümcül günaha işaret edilmiş gibiydi (bu günahlar kibir, şehvet, haset, oburluk, açgözlülük, tembellik ve öfke olarak bilinir). Ayrıca kitapta Tanrı ve İsa figürlerine sıklıkla yer verilmiş. Bunun yanında Arap ve Türk ifadeleri birkaç kez metinde geçer ancak Türk olarak bahsedilen, çevirmenin de dipnot olarak yazdığı üzere Araplardır (o dönemde bölgede yaşayanlar, Araplara Türk diyorlarmış).

Kırmızı Pazartesi adlı eserin arka planını da iyi anlamak gerek

Kırmızı Pazartesi adlı romanda döneminin sosyokültürel yapısı ustalıkla işlenirken, işlenen cinayete herkesin sessiz kalması eleştirilmiştir. Çok fazla karakter isminin geçtiği eserde akılda kalması gereken en önemli karakter, aynı zamanda ana karakter olan Santiago Nasar’dır. Nasar hakkında ortaya atılan bir beraberlik yüzünden göz göre göre birliktelik yaşadığı kızın kardeşleri olan ikiz kardeşler tarafından öldürülmüştür. Cinayeti işleyen ikiz kardeşler ise, planlarını herkese anlatmış; kendilerinin vazgeçtirilmesi için çok çabalamışlar ancak durdurmak şöyle dursun, toplum adeta cinayeti desteklemiş ve sonrasında sessizliğe gömülmüşlerdir. Romanda geçen Piskoposun gemisiyle sürekli kasabanın yanından geçip gitmesi ve hiç uğramaması durumunu ise işlenen cinayete din adamlarının sessiz kalması şeklinde yorumlamak mümkündür.

Kırmızı Pazartesi adlı kitapta karakter isimleri, cinayetin işleniş şekli, otopsi yapılışı, madalyon imgesi ve diğerleri tam olması gerektiği yerde kullanılmıştı. Örneğin cinayeti işleyen ikiz kardeşlere Pedro ve Pablo Vicario; öldürülene ise Santiago Nasar adlarının verilmesi ilginçtir: çünkü, Pedro (Petrus) İsa’nın 12 havarisinden birinin adıdır ve Pablo (Pavlus/Paul) ise; önceleri Hristiyanlık karşıtı hareketler sergilese de sonrasında İsa’nın öğretilerini yaymak için yollara düşüp Küçük Asya (Anadolu) havarisi unvanını alır. En çok gezdiği ve öğretilerini yaydığı ülke ise Anadolu olması hasebiyle ülkemizdir ve eserde Santiago’nun Türk olduğu belirtilmektedir (o dönemde Araplara Türk denilmektedir). Bu ilginç bilginin yanında Santiago’nun soyadı olan Nasar, Hz. İsâ’nın doğum yeri Nāṣira veya Naṣrāne’yi çağrıştırmaktadır. Çünkü Santiago’nun babası Arap’tır ve kelime Arapçanın müdahalesine maruz kalmış bir İspanyolcanın ürünü olabilir. Bunun gibi içerikte yer alan simge ve sembollerden ilginç bağlantılar çıkartılabilir.

Yazarın, kendi döneminde yaşanan gerçek bir hikayeden yola çıkarak yazdığı bu romanında anlatılanlar arasında kimsenin umurunda olmayan tek şey: gerçek katil kim? sorusunun cevabıdır. Bunun dışında cinayetin işleniş şeklinden tutun da cinayet öncesi ve sonrasına, toplumun sosyoekonomik ve kültürel yapısına, otopsi sürecine oldukça fazla yer verilmiş; toplumda kadın ve erkeğin yeri ve görevleri hakkında da arka planda eleştirilere yer verilmiştir. Ancak günümüzde de benzer sorunlarla karşılaşmıyor muyuz? Yargılanmadan yapılan infazlar, sorgulamadan inanılan yalanlar, her ne olursa olsun sadece seyirci kalmaya devam eden topluluklar, sonunun nereye varacağını düşünmeyen gözü dönmüş insanlar… Mesela bugün Filistin ve Doğu Türkistan’da olanlara tüm dünya gözlerini kapatmıyor mu neredeyse? Filistin, İsrail’in saldırıları karşısında aslında Nasar gibi değil mi? Nasar her ne kadar hovarda ve yakışıklı bir genç olsa da öldürülmeyi hak etmiyordu: tıpkı günümüzde Filistin ve Doğu Türkistan’da hayatını kaybedenler gibi…

“Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” (s. 90) – kitabın özeti cümle herhalde bu. Önyargılar nedeniyle ortaya çıkan bir cinayet, yine önyargılar nedeniyle sessiz kalınması ve yine bu önyargılar sonucunda yaşanan olayın bir yazarın elinden tüm dünyaya yayılması ve etkilemesi. Etkileyici bir cümle, evet.

1967 yılında kaleme aldığı Yüzyıllık Yalnızlık (Cien años de soledad) adlı eseriyle dünya çapında tanınan bir yazar olan Gabriel García Márquez, 2014 yılında hayatını kaybetmeden önce vermiş olduğu bir röportajında Kırmızı Pazartesi adlı eseri için “şimdiye kadar yazdığım en güzel kitap” ifadesini kullanmıştı. Üçüncü bir şahsın ağzından anlatılan (muhtemelen yazarın kendisi) bu güzel eseri tamamladığım(ız)da aklım(ız)da bazı soru işaretlerinin olduğunu hissettim: örneğin Santiago Nasar gerçekten kendisine inat edilen suçu işledi mi? Ángela Vicario, gerçeği tüm çıplaklığıyla açıkladı mı, yoksa yalan söyleyerek gerçek sevgilisinin ya da ensest bir ilişkinin ortaya çıkmasını mı engelledi? gibi soruların yanıtlarını bulamadık. Yaşanan cinayetin canlı tanıklarının konu hakkında konuşmaması (ya da tamamının konuşmaması) cinayetin aydınlatılamamasının ve günümüzde de eserin popülerliğini korumasının sebebidir.

1951 yılında Sucre kasabasında (günümüzde Bolivya’nın başkentidir; yazar bir dönem bu şehre gelmiş ve yaşamıştır) işlenen gerçek bir namus cinayeti üzerinden otuz yıl sonra yazar tarafından kaleme alınan ve Nobel ödülü kazandıran eserimizde yazar elimizdeki suç konusunu toplumsal açıdan ele alarak hem kurgusal bir öykü oluşturmuş hem de gerçek suç türünü kendine özgü tarzıyla yorumlayarak gerçek ve hayal olanı birbirine karıştırmıştır. Bu haliyle kitapta dikkat çeken en önemli ve gerçekçi suç toplumun eylemsizliği olarak nitelendirilebilir. Karakterlerimiz Santiago ve Angela’ya eğer kendilerini ifade etme şansı verilseydi, belki de sonuç böyle olmayacaktı: ancak biri öldürülerek biri de dövülerek cezalandırılmıştı.

Son tahlilde;

Her insanın fikirleri kendine özeldir ve bir toplum iki insanı asla işlemek istemediği bir cinayete sürükleyemez. Okuduğumuz kurgusal/gerçekçi romanda kasaba halkı suçlu ve acımasızdır. Burada anlatılanlar ışığında: yaşanan cehaletin yegane simgesi ve sorumlusu kasaba halkıdır. Kırmızı Pazartesi ile yazar o dönemde yaşanılanların – vicdanı sorumluluğu gereği – ve cehalete ışık tutan kalemin ve eserin sahibidir. Her ne kadar arka planda anlatılmak istenenler çok olduğundan dolayı derinlemesine değerlendirmek isteyenler için zor bir kitap olsa da çevirinin başarılı, anlatımın akıcı ve sade olması açısından kıymetli bir roman var elimizde. Eh, bir de Nobel ödülü aldı zaten.

“Cinayeti kör bir kayıkçı gördü, ben gördüm kulaklarım gördü, vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü, hiçbiriniz orada yoktunuz…” — Attila İlhan, Cinayet Saati

İyi okumalar.

  • 1
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
Türk Atalar Sözleri

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir