Eski Türklerde Şehircilik adlı eser, Türk tarihine sayısız eser kazandıran Faruk Sümer tarafından kaleme alınan, ilk baskısı 1993 yılında yapılan ve elimde 2023 tarihli 5. baskısı yer alan, Türk Tarih Kurumu tarafından okuyucuyla buluşturulan bir tarihi araştırma kitabıdır. Yazar tarafından kardeşi olan Cengiz Sümer’e armağan edilen eser, “City Planning of the Ancient Turks” adıyla da tanıtılmıştır. Bu yazıyı hazırladığım sırada yayınevinin sitesinden kitabı 18 TL gibi çok cüzi bir ücrete satın alabiliyordunuz ancak güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 200 TL gibi fiyatlar olduğunu gördüm.
Faruk Sümer, Türk tarihi, özellikle ilk Türkler ve hatta Oğuzlar hakkında yaptığı araştırmalar ile tanınmış önemli bir isimdir. Eski Türklerde Şehircilik adlı bu eserinde, belki de yazıldığı dönem açısından çalışılmamış bir alanda, yani şehircilik alanında tespit ettiklerini okuyucularla, bizlerle buluşturmuş diyebiliriz. “Eski Türkler’de Şehircilik” sözü ile eski Türkler’in şehir hayatına geçişleri kastedilmiştir.” (s. VII) sözüyle kitabın içeriği hakkında bilgi veren yazar kitabının yazılmasının amacını “İlim âlemine sunulan bu incelemede eski Türkler’in şehir hayatına geçişleri anlatılmıştır. Türk şehirlerindeki hayat ise başka mühim bir konu olup bilgi yetersizliğinden incelenmesi pek müşküldür.” (s. IX.) sözleriyle özetliyor.
Eski Türklerde Şehircilik adlı eserde bizler yazarın kaleminden “balık” ve “kend” başlığı altında Göktürkler, Uygular, Karluklar, Çigiller, Tohsılar, Karahanlılar, Oğuzlar dönemlerindeki şehirlerin ayrıntıları anlatılıyor. Kitabın önsözünde herhangi bir tarih olmadığını belirteyim. Eserde genel anlamda şehircilik anlatılsa da şehirlerin içeriği/yönetimi hakkında neredeyse hiçbir bilgi olmadığını da ekleyeyim: sadece şehir isimleri ve kaynaklarda bu şehirler hakkında yazılmış çeşitli istatistiki veriler (şu kadar kişi yaşıyor, şununla ünlü gibi, şu kişi ziyaret etti, şunları gördü bla bla bla) var, bunun dışında çarşı ve camii var denilip geçiliyor ya da hisar/kale varsa bunlar belirtiliyor. Yani daha çok şehir isimleri ve ne oldukları (köy mü vs.) üzerinde duruldu.
Eski Türklerde Şehircilik adlı kitapta yazarın öznel düşüncelerini, çok öznel bir şekilde ifade ettiğini görüyoruz: örneğin “… düşündüğümüze göre daha sonraları…” veya “anlaşılacağı üzere bu hükmü emin bir şekilde veremiyorum” (s. 48) veya “… fakat bu bence çok şüphelidir.” (s. 55) gibi cümlelerinde olduğu gibi. Bunun yanında, yazarın, düşüncelerine gelebilecek eleştirilere yönelik dipnot olarak “… Çünkü meslekî çalışmalarımda milli duygularım bana emir veremez.” (s. 53) şeklindeki sözü de dikkatimi çekmişti.
Eski Türklerde Şehircilik Kitabı Hangi Konuları Ele Alıyor?
Yine eserde yer alan bir dipnotta “… bazı görüşlerimizi bir makale halinde yayımlamak ümidindeyiz.” yazılmasına rağmen, 1993 yılından bu yana kitapta hiç düzeltme/ekleme yapılmadı mı? Yani bu makale yayımlandı mı yayımlanmadı mı? Yayınevi not ekleyebilirdi. Ben araştırmalarımda bulamadım ama bence mutlaka vardır. Belirtilebilirlerdi…
Yazarın aslında önsöz kısmında oldukça yararlı bilgiler verdiğini görüyoruz: örneğin, “… hemen her meselede olduğu gibi, şehir kurmak ve şehirlerde oturmak fikri de Türk topluluklarının yüksek idareci zümresinden ve bilhassa hanlardan çıkmış ve onlar tarafından uygulanma safhasına konulmuştur.” (s. VII) cümlesiyle Türklerde şehircilik akımının nasıl başladığı belirtilirken; “Arkeolojik araştırmalar, Hunlar’ın, bazıları surlar ile çevrili, birçok yerleşme merkezilerine sahip olduklarını göstermiştir. Fakat bu yerleşme merkezlerinde Hunlar’ın nam ve hesabına çalışan Çinli tutsakların oturdukları ifade edilmiştir.” (s. VIII) cümlesiyle ilk dönemlerde şehirlerin kuruluş amacının farklı olduğunu görüyoruz.
Eski Türklerde Şehircilik adlı kitabın devamında daha ilginç bilgiler de var: göçebe hayatı benimseyen Türklerin, şehirde yaşayan insanlara bakış açısı gerçekten ibretlik. Bunu da “XI. Yüzyılda Göçebe Oğuzlar şehirlerde yaşayan eldaşlarını hor ve hakir görüyorlar, yani küçümsüyorlar ve bu yüzden onlara Yatuk (tembel) diyorlar, Yatuklar’a mücadele etmeyen, savaş gücünü yitirmiş insanlar gözü ile bakıyorlardı. … XV. yüzyılda Ak-Koyunlu devleti kurucusu Kara Yülük Osman Bey’in, oğullarına: ‘sakın oturak yaşayışa geçmeyiniz, çünkü beylik ve hâkimlik, yörüklük ve Türkmenlik hayatı geçirmekle olur’ sözlerini sık, sık söylediği bildirilir.” (s. 19) cümlesiyle aktarıyor yazar…
Eski Türklerde Şehircilik adlı eserde çok ilginç ve bazılarını ilk defa duyduğum bilgilerde var ve bunları da aynen kitaptan aktarmak istiyorum:
- “… Yine bu kağanlardan bir diğeri, Şapolyo (Cha-po-lio=S-cha-po-lüe, 581-5879, Çin İmparatoruna gönderdiği bir mektupta Çin âdetlerini almak istediğini, fakat kendi milletinin gelenek ve görenekleri çok köklü olduğu için henüz buna cesaret edemediğini bildiriyordu. Söz konusu Çin geleneklerinin başında saç ve kıyafet değişikliği geliyordu.” (s. 4)
- “… ‘Türk budunu’ atalarından gelen bütün geleneklere bağlı olup, yabancılara ait bu gibi şeylerin alınmasından hoşlanmıyordu.” (s. 7)
- “Türkler’in eti bilhassa haşlanmış olarak yemekten hoşlandıkları ve eti en fazla bu tarzda yedikleri de bilinmektedir.” (s. 15)
- “Netice olarak Gök Türkler devrinde Tat sözünün Türkçe bilmeyen, dolayısı ile Türk soyundan olmayan yabancı manasında kullanılmış olması muhtemeldir.” (s. 37)
- “… Zenginler at eti yer, geri kalanları koyun eti ve yabanî kaz yerler.” (s. 38)
- “Türk ve Moğollarda ok vermek, dostluk alâmeti idi. İki kişi dost olmak için birbirine ok hediye ederler, bir hükümdar diğer bir hükümdar ile dostluk kurmak için ona ok gönderirdi. Bundan başka bir hükümdar herhangi bir şahsa ok verirse bu, o şahsın o hükümdarın himayesi altında olduğu manasına gelirdi.” (s. 50)
- “Çigil gençlerinin yakışıklıkları, cana yakın ve sevimli olmaları ile İran edebiyatında akisler yapmış olduklarını da kaydedelim.” (s. 72)
- “… bir hayvan, sahibi tarafından yükü kırkılmayarak, sütü sağılmayarak, yük vurulmayarak korunur. Bu, adak olarak yapılır. Böyle hayvana ‘ıduk’ denilir. İduk, mübarek demektir. Anlaşıldığına göre Bin Göl2deki boyunlarına çan takılmış geyikler de ıduk idiler.” (s. 16-17)
Yukarıdaki bilgiler, tarihimiz açısından önemlidir: zenginin at eti yemesi, Ok’un hediye olarak verilmesi, Tat sözcüğünün eski Türkçe’de yabancı manasına gelmesi gibi hem genel kültür açısından hem de tarihimiz açısından önemli bilgileri okumak, iyi geldi diyebilirim. Bu arada kitabı okurken özellikle dipnotların fazlalığı (toplam 199 adet) ve uzunluğu (bazıları tam sayfaydı) zaman zaman okuma akışını zorlaştırdı ve yordu (küçük puntolarla yazıldığı ve kitap küçük olduğu için). Ancak eserin akademik bir üslup taşıdığını düşündüğümüzde, bu yoğun dipnot kullanımını doğal karşılamak gerekiyor.
Yazarın anlatımından anladığımız kadarıyla ecdadımız, Orta Asya bozkırlarında yaşamaktan çok memnun ve uzun süre şehirlerde yaşamaktan uzak durmaya çalışmışlar fakat hem ticaret hem de diğer ülkeler ile yapılan görüşmeler/alışverişler neticesinde zamanla şehirlerin var olan düzene ayak uydurma açısından kurulmaya başlandığını anlıyoruz: “… bugünkü bilgilerimize göre (ve eğer yanılmıyorsam) çadır hayatını bırakıp şehirde oturmak isteyen ilk Türk hükümdari K’i-min Kağan’dır.” (s. 5-6) cümlesinden de ilk hamleyi yapanın kim olduğunu öğreniyoruz (ancak başarılı olamadı).
Eski Türk Şehirleri Nasıldı? Faruk Sümer’den Derinlemesine Bir Analiz
Eski Türklerde Şehircilik var mı? sorusunun cevabını da kısaca yine kitaptan şu cümle ile verebiliriz: “Şunu da ilave etmeliyim ki ‘balık’ sözü, şüphesiz, Türkler’in şehirle hiç olmaz ise o zamanlarda yakın ilişkileri olduğunu gösteren mühim bir delildir.” (s. 11). Yine yazarın tahminine ve tespitine göre: “… şehirlerde oturarak devletlerini oradan idare etmeye başlayan ilk Türk hükümdarları Türgiş kağanları olsalar gerektir.” (s. 21).
Eski Türklerde Şehircilik adlı eserde, yazım yanlışlarının – günümüz Türkçesiyle okunmak istendiğinde – çok fazla olduğunu gördüm; bazı hataları ise görmezden gelmek zorunda kaldım diyebilirim. Örneğin bazı yerlerde noktalama işaretlerinin unutulduğunu veya fazla koyulduğunu (s. 3, 43, 55 gibi) gördüm. Yine bazı yerlerde büyük – küçük harf kullanım hatasına uğradığını (örneğin s. 21) tespit ettim. En basitinden “birçok” kelimesi çoğu yerde ayrı yazılmış ve çok göze batıyordu. Bazı kelimelerde hecelerin ayrı yazıldığını, veya yerine ve ya gibi değişik kullanım şekillerini gördüm. Garip…
Bunun dışında Eski Türklerde Şehircilik adlı kitapta yazım hataları olarak; “kiralindan” yerine “kralından” (s. 12, bu arada çoğu yerde kral değil kıral kelimesini kullandı), “alman” yerine “alınan” olmalıydı (s. 20), “yeri-rine” yerine “yerine” olmalıydı (s. 20), “yazılarım” yerine “yazılarını” olmalıydı (s. 23), “kuvvetvetli” yerine “kuvvetli” olmalıydı (s. 34), “adım” yerine “adını” olmalıydı (s. 47), “huzurlarma” yerine “huzurlarına” olmalıydı (s. 50), “dağm” yerine “dağın” olmalıydı (s. 60), “hânedanım” yerine “hânedanını” olmalıydı ve “Karluklar’m” yerine “Karluklar’ın” olmalıydı (s. 74), (s. 74 gibi), “adnıı” yerine “adını” olmalıydı (s. 82) örnekleri söylenebilir.
Yine eski Türklerle alakalı kitaplarla sıklıkla karşılaştığım Moğol zulmünün izlerine Eski Türklerde Şehircilik adlı bu eserde de rastladım: “… Türk dünyası, XIII. Yüzyılın başlarında tarihinin en mutlu devirlerinden birini geçiriyor, yerleşik hayatta mühim merhaleler katetiyordu. Fakat 1219 yılında başlayan Moğol kasırgası bu mutlu âlemi yıktı, yok etti. Öyle yıktı ve yok etti ki, Orta Asya’daki Türk ülkeleri bir daha böyle bir hayatı yaşayamadı. … Göçebeliğin hâkim olduğu yeni bir âlem meydana geldi.” (s. 92). Ne zalim bir millet bu? Yani tarihin daha iyi öğrenilememesinin bir sebebi de Moğollar.

Faruk Sümer’in Eski Türklerde Şehircilik adlı kitabı, genel olarak dönemsel bilgilerle örülmüş, şehir isimleriyle birlikte kaynaklarda geçen kısa açıklamaların aktarıldığı bir çalışma olarak öne çıkıyor. İçerik bakımından yazarın bazı bölümlerde siyasi tarihe fazlaca yer verdiği, hatta yer yer öznel yorumlarla konudan uzaklaştığı söylenebilir. Ancak yaklaşık 100 sayfalık bir eserde bu durum, anlatımı zenginleştirme çabası olarak da değerlendirilebilir. Kitabın genel yapısına bakıldığında, Hunlardan başlayarak Selçuklulara kadar uzanan süreçte Türklerin şehir hayatı hakkında özet ve derli toplu bilgiler sunduğu görülüyor. Bu yönüyle eser, Türk şehircilik tarihiyle ilgilenen okurlar için önemli bir giriş kaynağı niteliğinde.
Eski Türklerde Şehircilik adlı eserin kaynakçada belirtilen yaklaşık 80 farklı bilimsel kaynaktan faydalanarak kaleme almış. Kitabın sonunda yer alan dizin kısmında ise özellikle şehir adlarına, önemli tarihi şahsiyetlere ve dönemin unvanlarına yer verilmiş. Bu bölüm, araştırmacılar için oldukça pratik bir kaynak işlevi görüyor. Kitabın son kısmında bazı görseller de mevcut; ancak bu resimler siyah-beyaz basıldığı için hem detayları seçmek zorlaşıyor hem de görsel olarak okuyucuya çok fazla katkı sağlamıyor.
Ayrıca Eski Türklerde Şehircilik adlı kitabın sonunda yer alan ve üç sayfalık alanı kaplayan büyük bir harita da bulunuyor. Harita, şehir konumlarını anlamak açısından faydalı olsa da hem siyah-beyaz oluşu hem de küçük puntolarla hazırlanması nedeniyle yeterince işlevsel değil. Haritayı sürekli göz önünde tutmak gerektiği için, okuma sırasında sayfanın fotoğrafını çekip telefondan takip etmek pratik bir çözüm olabilir. Bu harita, metindeki şehir tasvirlerini anlamada önemli bir araç niteliği taşıyor.
Faruk Sümer’in Eski Türklerde Şehircilik adlı eseri, Türk şehircilik tarihiyle ilgilenen okuyucular için ve tabii ki tarihe meraklılar için kaynak değeri yüksek bir başvuru niteliği taşımaktadır. Yazar, bu eserinde, aslında Türklerin şehirlerdeki gündelik ve sosyal hayatını değil, Türklerin nasıl şehir hayatına geçtiğini anlatmaktadır. Ancak arkeolojik ve görsel materyal desteğinin sınırlı oluşu, kitabın akademik değerini gölgelemeden okunabilirliğini bir miktar azaltmaktadır. Yine de Türk kültür tarihine ilgi duyan herkes için bu kitap, eski Türklerde şehircilik anlayışını derinlemesine kavramak adına önemli bir kaynaktır.
Son tahlilde, Eski Türklerde Şehircilik adlı kitapta yer alan “… bu eserde incelemiş olduğumuz şehir, kasaba ve köylerden ezici çoğunluğu (hatta hepsi de denebilir) şimdi ya yeri belli değildir veya harabe halindedir.” (s. 93) cümlesinden, eserde bahsedilen birçok şehrin günümüzde artık olmadığını veya harabeye döndüğünü anlıyoruz: yine de Türk tarihi açısından çok önemli olan Buhara, Semerkand, Taşkent, Merv, Yesi gibi yerlerden çok bahsedilmediğini, birkaç yerde isimlerinin geçtiğini, Ötüken özelinde Balasagun gibi şehirlerin daha ön planda olduğunu da belirteyim.
İyi okumalar.
Eski Türklerde Şehircilik adlı kitapta altını çizdiğim önemli yerler
“… eski Türk yurdu Moğolistan’da şehir kurma şerefi Uygurlara ait bulunuyor. … IX. Yüzyıla gelince bu yüzyılın ortalarında Türkler’in on altı şehri olduğu tanınmış bir Müslüman kaynağında ifade edilir. X. Yüzyılda ise yerleşik hayata geçme ve şehirlerde oturma, kayda değer bir gelişme göstermiş, XI. Ve XII. Yüzyıllarda bu hareketler daha fazla bir hız kazanmıştır. … Fakat Moğol istila ve hakimiyeti Türk şehirciliğine, Türk şehir hayatına onulmaz darbeler vurdu.” (s. VIII) – bir sonraki sayfada Müslüman bilginin ibn hurdâdbih olduğunu öğreniyoruz.
“Eski Türkler (Gök Türkler, Uygurlar) şehre ‘balık’ adını veriyorlardı. … XI. Yüzyılda Kara Hanlı Türkleri ile Oğuz Türkleri’nin balık kelimesi yerine kend (=kent) sözünü kullandıkları görülür. Mamafih Kaşgarlı Mahmud, balık sözünün bu manasını bilmekte ve onun İslâmiyetten önce Türkler tarafından şehir ve kale manasında kullanıldığını söylemektedir. Yine adı geçen müellife göre, kend (kent) Oğuzlar ve onlara uyanlarca ‘köy’ manasında kullanılmaktadır Bundan takriben elli yıl önce Türkiye’de Orta Kent, Şehir Kent, Hasan Kent ve Kaya Kent gibi, yirmi iki kadar veya daha fazla köy vardı. Bugün Azerbaycan’da ‘kent’ sözünün daha ziyade veya münhasıran köy anlamında kullanıldığını biliyoruz. … Bununla beraber Oğuzlar’ın kend sözünü sadece köy anlamında değil, bazan da şehir manasında kullanmış oldukları söylenebilir.” (s. 1)
“… Bilge Kağan: ‘Türk Kağan’ı Ötüken ormanında oturur ise ülkede sıkıntı olmaz’ diyerek Ötüken’in Türk devleti ve ‘Türk budunu’ için taşıdığı ehemmiyeti belirtiyor. … Bilge Kağan: ‘bunca yerlere ordu sevkettim, Ötüken ormanından daha güzel bir yöre, ülkeyi idare edecek daha iyi bir yer görmedim’ diyor.” (s. 3)
“Uygur beylerinden Eretne (ölümü: 1352) Orta Anadolu’da bir devlet kurdu. Bu büyük Uygur Türk’ü şimdi Kayseri’deki türbesinde (Köşk Medrese) yatmaktadır.” (s. 8)
“… Hindliler’in kara derili olup çıplak dolaştıklarını, edebe riâyet etmediklerini söyledikten sonra: ‘onlar asla ziyaretinize lâyık insanlar değillerdir’ dedi.” (s. 15)
“… Selçuklular’ın da Anadolu’da düşman topraklarındaki Hıristiyan halkı göçürüp kendi ülkelerinde yerleştirdiklerini, ziraat âletleri, tohumluk verilerek onların birkaç yıl da vergiden muaf tutulduklarını biliyoruz. Bu gibi göçürmeler, işaret edildiği gibi, daha ziyade, toprakları imar etmek, yani eski bir deyim ile şenlendirmek gayesi ile yapılıyordu.” (s. 18)
“… En sonunda, 924 yılında Moğol soyundan Kıtaylar Kırgızlar’ı Orhun bölgesinden çıkararak onları eski yurdlarına kovdular. Böylece, daha önce de belirtildiği gibi, tarihi en eski Türk yurdu olan Orhun bölgesi Moğol soyunun eline geçti. Şimdi de bu eski Türk yurdu, Moğolistan’ın bir parçasıdır ve orada Türk soyundan kayda değer bir topluluk yaşamamaktadır.” (s. 35)
“Eserini IX. Yüzyılda yazmış olan İslâm coğrafyacılarından İbn Hurdâdbih, Türk dünyasını teşkil eden toplulukların Oğuz, Karlık, Kıpçak, Kimek, Kalaç, Ezgiş, Kırzıg ve Toğuz Ğuzzlar olduğunu söyledikten sonra Türkler’in onaltı şehirleri bulunduğunu yazıyor. Fakat İbn Hurdâdbih Türkler’in bu onaltı şehrinin adlarını vermiyor; hatta nerede bulunduklarını da söylemiyor. Ancak adı geçen müellifin bu sözlerinden Türk âleminde şehir hayatının geniş ölçüde bir gelişme göstermiş olduğu anlaşılıyor.” (s. 359)
“Kaşgarlı Mahmud Uygurlar’ın son derecede savaşçı insanlar olup bilhassa ok kullanmakta usta olduklarını belirtir.” (s. 37)
“… Kaşgarlı babasının şehri olmasına rağmen: ‘kuşların kötüsü saksağan, yerin kötüsü kazgan (bataklık), ağaçların kötüsü azgan, kötü kişilerin çıktığı yer Barsgan’ şeklinde bir dörtlük yazmaktan çekinmemiştir.” (s. 52)
“… Ordu kasabasında oturan Türkmen meliki İslâmiyeti kabul etmek mecburiyetinde kaldığı gibi Türk asıllık İsfîcâb melikine de her yıl vergi vermek zorunda bırakılmıştı. İşte İslâm dinine giren ilk Türk kavmi Balasağun ile Mirki arasındaki Ordu kasaba ve yöresinde oturan ve On Oklar’a mensup bulunduğu görüşünde olduğumuz Türkmenler’dir. Sonra oğuzlar’a ve Karluklar’dan Müslüman olan kümelere de Müslümanlarca Türkmen denildi. Çünkü, bu Türkmen budunu İslâmiyeti kabul eden İlk Türk topluluğu olduğu için adı, ‘Müslüman Türk’ şeklinde bir mana kazanmıştı.” (s. 56)
“Kara Hanlı devletini kuran Türk topluluğu Yağmalar’dır. Karluklar’ın böyle bir devleti kurmaları birçok sebebden mümkün değildir. Karluklar’ın en müsait zamanlarda dahi bir devlet kuramadıklarını ve bu yüzden Müslümanlar’ın Türk ülkesinden birçok yerleri ellerine geçirdiklerini ve Batı Türk ülkesinde beylikler devrinin gelişmesine sebep olduklarını daha önce belirtmiştik.” (s. 74)
“… Balasagun Türklerce öyle benimsenmişti ki, Uygun destanında bu şehrin Bögü Kağan tarafından kurulmuş olduğu söylenir. Türk edebiyatının en eski âbidelerinden Kutadgu Bilig’in Balasagun’lu Yusûf Hâss Hâcib tarafından yazıldığını biliyoruz. Fakat maalesef Balasagun’un yeri hala kesin olarak tesbit edilmemiştir. Şehir, belki de ‘gömü’ bulmak ümidi ile öyle yıkılmıştı ki, bu yüzden Moğollar şehre (XIII. Yüzyıl) Mavu Baliğ (Ma’u Balığ= kötü şehir) adını vermişlerdi.” (s. 80)