Bir İdam Mahkumunun Son Günü
  1. Anasayfa
  2. Kitap İncelemesi

Bir İdam Mahkumunun Son Günü

0

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eser, ölüm cezasına mahkum edilen bir adamın düşüncelerini / yaşadıklarını anlatan, orijinal adı Le Dernier Jour d’un condamné olan ve Victor Hugo tarafından kaleme alınmış önemli bir dünya klasiğidir. Elimde Karbon Kitaplar tarafından okuyucuyla buluşturulan 2019 tarihli 1. basımı yer alan eser, cep boyu ve yaklaşık 150 sayfalık boyutuyla bizleri karşılıyor. İlk olarak 1829 yılında yayımlanan ve oldukça beğenilen eser, günümüzde en çok okunan kitaplar sıralamasında en üst sıralarda yer alıyor. Bu yazıyı yazdığım sıralarda “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı eseri güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 10 TL’ye satın alabiliyordunuz.

“Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı eserin kapağında bizleri, María Antonieta isimli Fransa kraliçesinin Fransız Devrimi esnasında “vatan hainliği” suçlamasıyla giyotinle idam edilmesini tasvir eden bir görsel karşılıyor (1793 yılında idam edildi, o dönemlerde idam yaygındı). Kitapta anlatılan dönemi işaret ettiğinden yayınevinin bu görseli kullandığını düşünüyorum. Daha sonrasında yazarın kısa bir biyografisini okuyor ve kitabın ilk yayımlandığı 1829 yılına ait önsözün Türkçe çevirisi ile devam ediyoruz. Peşi sıra 1832 yılında yeni bir önsözün kitaba eklendiğini görüyoruz: burada yazarın romana konu olayla ilgili uzun uzadıya görüşlerini aktardığını, bu önsözünde “Bu kitabın muhatabı tüm hakimlerdir.’’ (s.10) ifadelerini kullandığını görüyoruz.

Evet, “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” oldukça uzun ikinci bir önsöze sahip: bu kadar ayrıntılı olmasına açıkçası ben de şaşırdım. Çünkü yazar aslında burada, idam cezasına karşı düşüncelerini ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışmış, görüşlerini “Devrimlerin yıkamadığı tek şey darağacıdır. Üstelik devrimlerin nadiren kan dökülmeden yapıldığı ve toplumu düzeltmek, budamak, kuruyan dalları kesmek için patlak verdiği düşünülürse idam cezası, vazgeçilmesi zor bir budama aracıdır.’’ (s.13) benzeri cümlelerle okuyucuya aktarmaya çalışmıştır. İkinci önsözün bir gazete köşe yazısı gibi olduğunu, öznel ağırlıklı yorumlar içerdiğini söylemek lazım.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü Kitap İncelemesi

Yazar kendince idam cezasının trajik ve saçma yanlarını anlatmaya çalıştığı eseri ile dünya çapında olağanüstü bir başarıya ulaşan yapıta imza atmış. Tabii burada şunu söylemek lazım: ünümüzde “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı kitabın farklı yayınevleri tarafından farklı versiyonunun piyasaya sürüldüğünü, cep ve normal boyda eserlerinin yayımlandığını, hepsinin kapak görsellerinin farklı olduğunu da ekleyeyim. Elimde bulunan “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı kitap çevirisini ise Fransızca aslından Tuğba Narin isimli çevirmenimizin yaptığını da not düşelim.

“Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı kitabın 9. ile 32. sayfaları arasında ikinci önsözün yer aldığını tekrar edelim: burada kitabın yazılışına nasıl başlanıldığı “Sonunda bir gün (yazara göre Ulbach’ın idam edilişinden sonraki gün), kitabı yazmaya başladı.’’ (s.12) ifadeleriyle aktarılırken, “Ellerini yıkamak iyiydi fakat kanın akışını tamamen durdurmak daha iyi olacaktı.’’ (s.12) şeklinde çok dikkat çekici cümleler okuyucuları etkileyecek tarzdaydı diyebiliriz. Yazar ilk önsözde gösteremediği cesaretini, bu önsözde çokça gösterirken idam cezaları hakkında “Tüm toplumsal krizlerdeki idam cezaları arasından en korkunç, en karanlık, en zehirli olanı siyasi niyet içerendir ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu türden giyotin cezaları, kaldırımda kök salıp çok geçmeden toprağın her yerinden çıkıverir.’’ (s.17) ifadelerini kullanıyordu.

Her ne kadar yazar “Okurken, bu kitabın ilk baskılarının hangi siyasi, ahlaki ve edebi itirazlara rağmen yayınlandığı unutulmamalıdır.’’ (s.39) cümlesiyle kitabın dönemin şartlarıyla birlikte okunması gerektiğini üzerinde dursa da “İdam cezasının yürürlükten kaldırıldığı ülkelerde suç oranında düşüş her yıl ivme kazanıyor. Bunu göz önünde bulundurun.’’ (s.35) gibi istatistiki açıdan günümüzde karşılık bulmayacak cümlelere de yer veriyordu. Fransız devrimi sonrası yaşanan dönemi ele alan eserde Hugo, önsöz kısmında aslında düşüncelerini çok net bir şekilde ifade etmiş, öyküye geçmeden önce temel düşüncelerini okuyucuya aktarmaya çalışmıştır. Kitabın bir sahnesinde mahkumun kız çocuğuyla karşı karşıya kaldığı sahne, duygusal anlamda okuyucuyu esere daha bağlamak için kullanılan bir yöntem olarak geldi bana, bunu da özellikle belirtmek istedim.

Asıl adı Victor Marie Hugo olan yazarımız, “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı eserinin bu ikinci önsözünde idam konusunda “Devrim zamanı yere düşen ilk kafaya dikkat edin, halkın iştahını kabartacaktır.’’ (s.17), “Bozuk ceza sistemi, ne yöne dönerse dönsün, masumu vurur zaten!’’ (s.33), “İdam cezası gerektiren bütün davalarda hâkim, jüri üyelerine şu soruyu sormalı; ‘Sanık tutkularıyla mı yoksa çıkarlarıyla mı Hareket etmiştir?’ Jürinin, ‘Sanık tutkularıyla hareket etmiştir.’ cevabını vermesi durumunda idam cezası uygulanmamalı.’’ (s.35) gibi cümlelere yer vermiş, idam cezasının ne kadar kötü olduğunu ve insan psikolojisi üzerindeki etkisi üzerinde durmuştur.

NOT: Yine önsöz kısmında “Suçlar ve Cezalar Hakkında” adlı kitabı ile mevcut çağdaş ceza hukukunu kurmuş ve ölüm cezası karşıtlığını da -ilk savunanlardan birisi olarak- aynı eserinde gerekçelendiren Cesare Beccaria Bonesana’a atıf yapılmıştır.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü Özeti

“Bir İdam Mahkumunun Son Günü” özetle bir idam cezasına mahkum edilen suçlunun, idam gününe kadar her gün kendini tekrar tekrar kendi içinde idam etmesini, karamsarlığı, umudu, sevinç ve hüznü etkileyici ve betimleyici bir şekilde anlatıldığı akıcı ve bir o kadar da vicdanları sızlatan bir eserdir. Burada şunu söylemekte fayda var: yazarın, dönemin şartlarında verilen idam cezalarının oluşturduğu psikoloji nedeniyle idam cezasına tümden karşı olduğu açıktır. Ancak Platon’dan tutun da Karl Marx’a kadar birçok filozof, idam cezasını tartışmış; kimisi olması gerektiğini kimisi olmaması gerektiğini söylemiştir. Günümüz modern toplumlarında ceza hukuku, suçlunun rehabilite edilerek topluma tekrar kazandırılması amacını taşırken, modern toplumlar olarak nitelendirilen ABD başta olmak üzere birçok ülkede idam cezası yaygın olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Benim amacım idam cezası olmalı mı olmamalı mı şeklinde değil: ben kitabı yorumlamaya, okuduklarımdan anladıklarımı aktarmaya çalışıyorum. Ancak Hugo, kitabın ikinci önsözünde o kadar öznel yorumlara girmiş ki, dönemin siyasi ve ahlaki durumundan etkilenerek yazdığını kabul ettiği eseri üzerinden idam cezasını kökten reddettiğini adeta bağırarak duyurmaya çalışıyor. Olaya dini açıdan da bakan yazar “İsa’nın yüce kuralları nihayet ceza yasalarına işleyecek ve etkisi etrafa yayılacak.’’ (s.37) ifadelerini kullanmakla kalmayıp siyasi zeminde de “Keşke bu heyecanla beklenen idam cezasının yürürlükten kaldırılması, Tuileries’den Vicennes’e sürülen dört bakan için değil de yolda yürürken karşımıza çıkan yankesici için olsaydı.’’ (s.17) ifadelerine yer veriyor. Yazarın idamı gerçekleştiren askerler hakkında da “… asker bozuntuları …” sözünü kullandığını da ekleyelim.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eser ve karakterimiz, yazarımızın adeta kendisi. Krala karşı ithamlarda bulunan ve “halkın kellelerini alması nedeniyle” sert eleştirilerde bulunan yazar, sadece krala değil bürokratlara da laf atıyor ve hepsine birden “Bu tatlı laf kalabalığının altında, yalnızca taşlaşmış bir kalp, zalimlik, barbarlık, azmini kanıtlama arzusu ve para kazanma ihtiyacı bulacaksınız.’’ (s.30) suçlamasında bulunuyor. İdam cezasını savunanların yeteri kadar düşünmediğini dile getiren yazar, idam edilen biri üzerinden “Bir dayanağı olmayıp sokaklarda sürünerek geçirdiği çocukluğu yüzünden bir insanı cezalandırıyorsunuz. Onu yalnızlığa terk ederek talihsizliği yüzünden suçluyorsunuz. Kimse ona ne yapması gerektiğini öğretmemiş. Bu insan cahil ve suçu da böyle bir kadere sahip olmak. Siz bir masuma kıyıyorsunuz.’’ (s.32) sözleriyle idamı savunanları da sert eleştiriyor.

İdam cezasının kaldırılması ve sonlanması konusunda umudu olan yazar, bu umudunu Hristiyanlık inancına yaslıyor ve “Daha önce öfkeyle muamele edilen bu hasta, şimdi iyi yüreklilikle iyileştirilecek. Bu iş, gösterişsiz ama kutsal olacak. Darağacının yerini haç alacak.’’ (s.37) ifadesini kullanıyor. Dediğim gibi: idam cezasının olup olmamasını tartışmak için ne yeri ne de yeterince bilgim var: ve hatta, koskoca yazara “adeta kafa tutacak” kadar bilgim henüz yok. O yüzden salt kitapta yazılanlar üzerinden hareket etmeye devam ediyor ve ona göre yazıyorum. Yazarın kendine göre haklılık payı olan düşüncelerinin yanında idamı hak eden suçluların olup olmadığı konusunu da aklımdan çıkaramıyorum. Peki gerçekten en insanlık dışı bir suçun cezasının idam olması vicdansızlık olarak görülebilir mi?

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eserde ülkemizin ismi de geçiyor: “Gidip başka yerlerden, bazı barbar milletlerden misafirperverlik dilensin. Medenileşen Türkiye’den değil, idam istemeyen vahşilerden de değil, medeniyet merdiveninde birkaç basamak aşağı inip İspanya veya Rusya’ya gitsin.’’ (s.36-37). Yazarın “medenileşen Türkler” ifadesini kullandığı dönemlerde özellikle Osmanlı ordusu üzerinden Avrupalılaşma hülyası her geçen gün artıyordu; herhalde bunun bir yansıması olarak bu ifadeyi kullanmıştı. Döneminin önemli eserlerine de yazar “Çoğu zaman duygusal gerekçeleri, aklın gerekçelerine tercih ederiz. Bir de unutmayalım ki bu iki düşünce silsilesi daima birbiriyle iç içedir. Suçlar ve Cezalar Hakkında, Kanunların Ruhu Üzerine kitabının çocuğudur. Montesquieu, Beccaria’ya önderlik etmiştir.’’ (s.34) cümlesiyle atıf yapıyordu.

Yazar, eseri Bir İdam Mahkumunun Son Günü’nde yukarıda da belirttiğim gibi idama mahkum edilen bir gencin idam edilmeden önceki günlerini işliyor ve bunu da büyük bir ustalıkla yerine getiriyor. Yazar, mahkum üzerinden idam günü yaklaşırken zihninde dolaşan düşünceleri, umutları, umutsuzluklarını çok iyi aktarıyor; yargıya, topluma karşı olan hayal kırıklıklarını ince bir işçilikle eserine yansıtıyordu. Başrolümüz mahkumun “Duvarları yakabilecek kadar çaresiz bir bakıştı.’’ (s.97) ifadesi ile çaresizliğini ve psikolojisini; “Diğer yandan burada oturup yakınan ben, gerçek bir cinayet işlemiş ve kan akıtmış bir sefil, ben.’’ (s.72) cümlesi ile de neden suçlandığını öğreniyor ve görüyoruz ancak cinayetin ayrıntısına çok girilmediğini de belirteyim.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eserin 140. sayfasında bizleri ufak bir sürpriz karşılıyor: eserin bir bölümünün olmadığını “Benim hikayem … Editör Notu: Bu bölümle ilgili sayfalar henüz bulunamamıştır. Kitabın devamında gelen bölümlerden de anlaşılacağı üzere mahkûm, belki de bunları yazmak için yeterli zaman bulamamıştır. Bunu yapma düşüncesi aklına geldiğinde artık onun için çok geç olmuştu.’’ (s.140) sözleriyle görüyoruz. Bunun yanında idama giden halkın tepkisini “Bana yakın olanlar alkışlıyordu. Bir kral ne kadar sevilse de bu denli bir coşkuyla karşılanmamıştır.’’ (s.144) sözleriyle öğreniyoruz. Tıpkı filmlerdeki gibi değil mi?!

Kitapta, eleştirilen idamların yapıldığı Greve meydanından iğrenç bir yermiş gibi sıkça bahsedilmiş ve hatta yazar “Tam üç yüz yıldır bütün idam sehpalarına fahişelik yapan Greve Meydanı’nı bu günlerde bir iffet merakı tutmuş. Eski işinden utanç duyuyor, lekelenen adını reddediyor, celladı boşuyor, kaldırımları temizliyor.’’ (s.36) cümlelerini önsöz kısmında paylaşmıştı. Ben de bu meydanın günümüzdeki bir görüntüsünü sizlerle paylaşmak istiyorum:

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı  eserde bazı kelime – harf hatalarına rastladım ki bunlar: “teşebbsümüz” yerine “teşebbüsümüz” olmalıydı (s. 15), “ciddiye” yerine “ciddiyet” olmalıydı (s.26), “getirp” yerine “getirip” olmalıydı (s.28), “keller” yerine “kelleler” olmalıydı (s.29), “sehphası” yerine “sehpası” olmalıydı (s.31), “öldürdürten” yerine “öldürmekten” olmalıydı (s. 91), “gardiyen” yerine “gardiyan” olmalıydı (s. 93), “gizi” yerine “gizli” olmalıydı (s. 104), “jandarmadalar” yerine “jandarmalar” olmalıydı (s. 113), “doldurdurmuş” yerine “doldurmuş” olmalıydı (s. 114), “yümüzün” yerine “yüzümün” olmalıydı (s. 122), “uynadığımda” yerine “uyandığımda” olmalıydı (s.131), “ağzıdan” yerine “ağzından” olmalıydı (s. 134), “olmayalıyım” yerine “olmalıyım” olmalıydı (s. 139), “arkadamda” yerine “arkamda” olmalıydı (s. 142) şeklindeydi. Bu kadar kısa bir eseri neden son okumayı başarılı bir şekilde yapıp basımı yapılmaz ki?

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eserin dipnotlar açısından zengin olduğunu söylemekte fayda var: çünkü eserin birçok yerinde yabancı isimlere de yer verildi. Bu isimlerin anlamları ile siyasi kimliklere sahip örneğin bakanların neden kitapta geçtiğine dair dipnotların olması, konuyu anlamak açısından önemliydi. Keza bunun yanında romana konu dönemde dolabın idam sehpası, yaban domuzunun idam edilecek mahkumu ziyaret eden rahip olduğunu da dipnotlarda öğreniyoruz. Yine kitabın 132 – 135 sayfaları arasında anlatılan rüyanın yazarın kendi gördüğü rüya olduğunu da yine dipnot sayesinde öğreniyoruz.

Kitabın 3. Baskısında “Bir Trajedi Hakkında Bir Komedi” adlı mini bir piyesinde cep boy kitabımızda yer aldığını, bu piyes ile romanımıza bir gönderme yapıldığını, 9 karakterin yer aldığı kısa piyes ile bir nevi romanın PR’ı yapıldığını söylemek gerek. Bunun yanında kitaba başlarken karşımıza çıkan “Bicêtre” ifadesi bir hapishane ismidir: Ne adını ne de işlediği cinayeti bilmediğimiz mahkûmun, Bicêtre hapishanesinde yaşadığı, yaptığı ve gördüğü şeyleri okurken yaklaşık 6 haftalık bir süreçte başından geçenleri okuduğumuzu (yukarıda sıklıkta yazdığımız ve kitabın isminde de yer alan son günü ibaresiyle kitabın ismine atıf yapıyorduk ama aslında romanda idam mahkumunun 6 haftalık bir süreç aktarılıyor) da not olarak düşmekte fayda var.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı kitapta altını çizdiğim diğer cümleler;

“Academie française üyesi olmayı isterdim, suçlamalarım bana belki bu hakkı vermektedir.’’ (s.49)

“Ve sanatların düşüşü izler geleneklerin çöküşünü.’’ (s.51)

“Sonra her yerde ve her zaman kullanılan, nereden geldiği bilinmeyen, tuhaf, gizemli, çirkin kelimeler; mesela cellat, külah, ölüm, gardırop (infaz yeri)’’ (s.63)

“Bicetre’in devası kapısı üzerine büyük harflerle yazılmış yazıya sabitlendi: YAŞLI BAKIMEVİ.’’ (s.99)

“Kendi kendime, “Şu işe bak’’ dedim. “Demek orada yaşlanan insanlar da varmış.’’ (s.99)

“Paris’in sisli havasından dolayı mavi silik görünen Notre Dame’ın kuleleri, sanki bu pencereyi çerçeveliyordu. O an, ruhumun bakış açısı da değişti ve araba gibi ben de makineleştim. Bicetre ile ilgili düşünce, yerine Notre Dame’ın kulelerine bırakmıştı. Saçma bir gülümseme ile, “Bayrağın bulunduğu kulede olanların manzarası çok iyi.’’ Dedim sessizce.” (s.99)

“Giriş parasının verildiği yerde, araba bir süreliğine durdu şehrin gümrük görevlileri arabayı denetledi eğer aracın kasasında kesilmiş bir koyun veya sığır olsaydı, vergi ödemek zorunda kalacaktık. Neyse ki insan kellesi için vergi almıyorlardı. Geçtik.’’ (s.103)

“O yedi harfin birleşimi, görünüşü ve doğası, insanın içini ürperten fikirlerin akla gelmesine yol açıyor. Onu icat eden lanet doktorun da ne kadersiz bir ismi varmış!’’ (s.113)

Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı kitabın başarılı çevirisi ve yalın diliyle okuyucu açısından anlaşılır olduğunu, uzun ve sübjektif bir önsöze sahip olduğunu, hapishane ortamı ile bu ortamın mahrumiyetlerini ve insanlık dışı uygulamalarını, dönemin kralı olan X. Charles’ın hükümdarlığında ilk yıllarda çokça uygulanan idam cezasının vahşiliklerini okuyucuya başarılı ve ustalıkla anlatıldığını görüyoruz. Dönemin ceza sistemine oldukça sert eleştirilen getiren eser, bir nevi benzer durumda olabilecek idam mahkumlarının iç sesi olmaya çalışmış diyebiliriz: biz de bu sese kulak kesildik, yazar kadar olmasa da yaşadıklarını hissetmeye çalıştık.

Yaşamın önemini iliklerimize kadar hissettirecek “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı eseri bir çırpıda okuyacağınızı ve bakış açınıza katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yine de dönemin adeta hukuksuz ve siyasi ortamında alınan kararlar üzerinden derin bir psikolojik ön yargı nedeniyle kaleme alındığını düşündüğüm eserin içeriği sizi 360 derece döndürmesin ancak fikirlerinize katkı sunsun isterim. Eserin beni en çok etkileyen kısmı idam sehpasına giderken izleyen halkın tepkileri ve coşkusu ile bunun betimlendiğini anlar oldu: bir süre sizi derinden etkileyebilecek içeriğe sahip eseri özümseyerek, anlayarak okumanızı tavsiye ediyorum.

İyi okumalar.

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 2
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
Uçtaki Adam - Bahaeddin Özkişi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir