Allah’sız Müslümanlık
  1. Anasayfa
  2. Kitap İncelemesi

Allah’sız Müslümanlık

0

Allah’sız Müslümanlık adlı kitapta altını çizdiğim bazı önemli cümleler;

  • “Zira Müslüman milletlerden herhangi birinin hanesinde, keşfedip adını koyduğu bir element yoktur. Bulunmadığı yerde birkaç dakika bile yaşayamadığımız oksijen başta bütün temel nesnelerin adını hep Müslüman olmayanlar koymuştur.” (s.26)
  • “Kişi, Müslümanlığını kimliğinin öncelikli belirleyeni saysa da saymasa da inancının gerekleri ile çağın getirdikleri arasında -özgün veya taklit- bir tür sentez yapmaktadır.” (s.29)
  • “Hepimiz ‘büyüklerimiz öyle diyorsa öyledir.’ diyerek dinimizin mutlak üstünlüğüne sarılıyoruz ama kaçta kaçımız o üstünlük bilgisine namuslu, helal bir çabayla ulaşmış ve öylece yaşamayı başarabilmişizdir.” (s.30)
  • “Ayrıca çelişkilerimiz adeta Müslümanlaşmıştı! (s.32)
  • “Müslüman bir insan olarak, çağımla inanç ilkelerim arasında tutarlılık ve uyum açısından kendi sorunumu çözmeye çalışıyordum.” (s.33)
  • “Her şeyden önce inanmakta olduğu din sabrı -teslimiyet değil- yüceltmekte, insanın gelişip yücelmesini sabır üzerine temellendirmektedir. Eyüp peygamberden Yakup peygambere kadar, görkemli pek çok öyküde ve nihayet İslam’ın doğuş destanında umudun ve iyimserliğin ana giriş kapısı sabırdır.” (s.39)
  • “Tevekkülün, ‘gayret’ ile sabrı eşit güçte dengeleyen bir mekanizma olduğuna, olması gerektiğine ve olabileceğine inanıyorum.” (s.43)
  • “Kanaatimce temel sorun; Müslüman insanın aldığı genel ‘Tevhid Eğitimi’nin özellikle son asırlarda, acıklı bir ideolojik sığlığa indirgenmiş bulunmasındadır. … Bir tane Allah vardır ve başka ilah yoktur! … Böylesine yalın bir zihni işlem, bütün bir hayatı ve her oluşu açıklamaya yetecek bir anahtar olabilmekte midir? … Kanaatimce yalın bir ‘zihni işlem’ sınırlarına hapsedilen bir Tevhid inanışı, evrensel kuşatıcılıkta bir hayat anlayışı olmaktan çıkarılmaktadır.” (s.48 – 49)
  • “Müslümanları uzunca bir dönem gerilemiş bulunmaları da Tanrı’nın takdiridir demek, bizi ‘takdir’ ile ilintili, eşzamanlı veya iç içe gerçekleşen insan tasarruflarını sorgulamaktan men etmez.” (s.62)
  • “İnsanoğlu ‘yok olma’ halinin tanımlanmasını yapamayacağı için, kendisine bağışlanan ‘var olma’ nimetinin ne denli bir teşekkür gerektirdiğini anlamaktan acizdir.” (s.64)
  • “Sorumluluk duygusunu yitirmeden suçluluk duygusunu aşabilmek…” (s.65)
  • “Bilindiği gibi ‘tahkik’; Tevhid algılayışının bütün gerçeklerine ermek; ‘taklit’ ise henüz buna özenme durumunda bulunmak demektir.” (s.69)
  • “Açık yüreklilikle söylemek gerekirse ‘Akılcı Tevhid’ iman değil, herhangi bir siyasi tercih gibi sadece ‘kabul’ etme, mantıklıca bulma durumudur. Onda, inanışın derinliği ve heyecanı yoktur. Oysa iman şüpheyi sıfırlama tutkusudur; ‘Akılcı Tevhid’ ise bir bakıma şüphelere kulp bulma yöntemi…” (s.70)
  • “İman Aşk meselesidir, ‘Akılcı Tevhid’ ise hesap – kitap işi…” (s.70)
  • “Tasavvufun ‘çoklukta birlik’ deyimi; böyle bir anlayışa yönelik arayışların tanımı olmaya en uygundur. Ancak ‘çoklukta birlik’ hali ise aklın kavrayabileceği bir durumda değildir.” (s.73)
  • “Kaldı ki, bizzat Peygamber’in ‘kader’ konusunu tartışmaktan uzak durmayı öğütlemesi de meselenin akıl yürütme ile çözümlenemeyecek kadar karmaşık olduğunun belgesi değil midir?” (s.74)
  • “İslam uygarlığının çöküşünden sonra ise ‘akılcılık’ önceleri her aklını beğenenin oyuncağı olur, sonra da devrin yükselen değer söylemlerine ve ideolojilerine dayanak sağlayan demagojik bir alete dönüştürülür.” (s.76)
  • “Günümüzün Müslüman aydını da adını koyarak veya koymadan, herkesin kendince başka bir anlamda kullanabildiği akılcılığı kutsayabilmektedir. Bunların söylemlerinden, İslam’ın sadece ‘akla’ hitap ettiği sonucuna varmak gerekebilir.” (s.76)
  • “‘O gün mal ve evlatlar yarar sağlamayacak, yalnızca Allah’a selim kalp ile gelen kazanacaktır’ diyen Kur’an-ı Kerim bu melekenin insan için en merkezi sistem olduğunu vurgular.” (s.77)
  • “Daha açık bir ifade ile Müslüman birey, kendinde bulunmayıp da Batılı adamda var olan ‘dünyevi önemi kesinleşmiş’ birtakım değerleri edinmeye başlamıştır. O şimdi sanıyor ki özellikle maddi imkân ve değer bakımından Batılı adam ile benzeştikçe güç dengeleri düzelecek, kendisi de artık bu gezegenin birinci sınıf sakini haline gelecektir. Fakat derinden derine yine yakıcı eziklik hissetmekten kurtulamamaktadır. Zira Müslüman insan sadece Batılı adamın ulaştığı sonuçları taklit etmiş, bazı kazanımları sağlamıştır ama suyun başına kadar ulaşıp ‘bilgi üretme yarışı’na henüz girişebilmiş değildir.” (s.79)
  • “Esasen Bizatihi Kelam ilminin doğuşu ve itikat mezheplerinin şekillenmesi birer akılcılıklar deneyidir. Müslümanlar arasında daha o zamandan, şe veya bu adlar altında adeta akılcılık yarıştırılırken aynı dönemlerde gelişip yayılmaya başlayan sufilik bir anlamda dengeyi sağlıyordu. Ta ki bu uygarlık çöküp, İslam toplumları üstün oldukları ‘Batıl dünya’ önünde gerilemeye başlayıncaya kadar…” (s.83)
  • “Zira bu süreçte -sürekli vurgulamaya çalıştığım gibi- Tevhid sadece zihinsel bir işleme dönüşmüştür. İslam’ın özü niteliğindeki Tevhid’i yalın bir matematik denklem gibi algılamak yeterli sayılır olmuştur. Müslüman bireyin bilincinde ‘iki kere iki eşittir dört’ demekle, ‘Lailaheillallah, Muhammed’un Rasululllah’ demek arasında zihinsel işlem değeri açısından kayda değer bir fark bırakılmamıştır.” (s.84)
  • “İnceden inceye sorgulayarak düşünürsek, halis şükrün suda yürümekten çok daha çetin bir keramet olduğunu sezmez miyiz?” (s.87)
  • “Allah’ın yardımı ile gerçekleşen bütün güzelliklerin birer keramet olduğunu hangi Müslüman inkâr edebilir?” (s.87)
  • “Yine mesela hamilelik neden mucizevi bir hadise sayılmasın? Pek çok cinsel birleşmede bedeni zevkten başka hiçbir şey elde edilemediği halde, bazılarının harikalar harikası bir yapı olan yeni bir insanın hayata geliş macerasının başlayabilmesi neden keramet değildir?” (s.88)
  • “İşte asıl Tevhid karşıtı yaklaşım; oluş ve işlerin basit olanlarını insana, karmaşık, çetin ve büyük olanlarını Allah’a özgü saymaktır. Oysa basit olan da karmaşık olan da Allah’ın mülkünde, O’nunla yarattıkları arasında cereyan etmektedir.” (s.88)
  • “Hakiki Tevhid öncelikle kalbin yaşadığıdır. Beynin onayladığı ve dilin söylediği ise Tevhid’in taklidinden ibarettir.” (s.88)
  • “Sözgelimi; kader konusunu -daha önce de işaret edildiği gibi- ‘akılcı’ yöntemle açıklamak mümkün değildir.” (s.89)
  • “Tabii ki bununla kadere inanmanın akılla bağdaşmadığını söylemek istemiyorum. Ancak klasik bir mantık yürütmeyle kader kurgusu üzerinde iz sürmeye çalışacak insanın yolu sadece karanlıklara çıkacaktır.” (s.89)
  • “Bu karanlık ya cinnet ya inkardır.” (s.89)
  • “Salt ‘akılcı’ ölçütlerle ‘tutarlı olma’ arayışı, geçmişte ve günümüzde Müslüman aydınların çok tuhaf tevil denemelerine yol açmış ve açmaya devam etmektedir.” (s.89)
  • “‘Tutarlı’ olma hırsının içinde sinsi bir ‘küstahlık’ vardır. Çünkü bu tavır; için için ‘’Ey Tanrı, senin yaptığın ve yapacağın her işi anlayabilirim. Benden bir şeyi saklayamazsın’ der gibi bir diklenme tazammun eder. Oysa ‘uyumlu’ olmayı arayışta ‘edep’ vardır. Yaratıcı karşısında insana önce ‘edep’ gerekir.” (s.90)
  • “İnsanoğlu binlerce yıldan bu yana, daha ‘Akl’ın ne olduğuna ve nasıl bir ‘yeti’ niteliği taşıdığında uzlaşma sağlamamışken, böyle bir araçtan yola çıkarak kuşatıcı yöntem inşa edebileceğimizi öngörmek, doğrusu yadırganacak bir ‘akılsızlık’ değil midir?” (s.91)
  • “Müslüman insanın bu çıkmazda mutluluğu bulmasına ihtimal yok. Çok ‘akılcı’ hayli Müslüman tanıdım ama hiçbirini huzurlu ve tatmin olmuş göremedim. Özellikle de inançlarıyla uyum içinde ve derin bir zevk hali yaşayabildiklerine tanık olamadım.” (s.92)
  • “Oysa ‘akılcılık’, yapay bir doğa içinde tur attırıp insanı tekrar gişenin önüne getiren bir lunapark treninden başka bir şey değil.” (s.92)
  • “Bunlara çarpıcı bir örnek olarak, Hazret-i Ebu Bekir’in zekât vermeyenler üzerine askeri birlik gönderme ve yaptırım uygulama kararı alması karşısında sergilenen ilk tepkileri belirtebiliriz.” (s.96)
  • “Devlet yönetimini ve dolayısıyla yasama yetkisini Hazreti Ali’den hile ile almış olması, Kerbela vahşetine imza atacak oğlu Yezid’e saltanat hazırlaması, böylece İslam dünyasındaki gelmiş geçmiş en büyük fitneyi kökleştiren zalimi ümmete musallat etmesi, hesabı yeryüzünde görülebilecek bir dava da değildir.” (s.102)
  • “Yenilik, zaman içinde değişen şartlardan doğan ihtiyaçları karşılamak üzere, derinlemesine araştırma, tartışma ve uzlaşma sonucu ortaya çıkmadıkça benimseme oranı düşük olacak ve toplum içinde gerginliğe yol açabilecektir.” (s.103)
  • “İhtiyaçların dayattığı yenilik ve değişim, özgün çözümlemeler getirmelidir. Başka kültür çevrelerinin yükselen değerlerinden ilham alınsa bile üstüne kimliğin damgası basılı, en azından toplumun kendi özellikleriyle uyumunu sağlayacak düzenlemeler gerçekleştirilebilmelidir.” (s.103)
  • “İslam toplumlarının tarihi seyrini incelediğimiz zaman ‘Muhalefet Kültürü’nün çöktüğü yerde, en zorunlu alanda ve en düşük düzeyde yeniliğin dahi fitneye sebep teşkil edebildiğini görüyoruz.” (s.103)
  • “O sebepledir ki, geçmişin herhangi bir dönemindeki İslami uygulamalarla ilgili haklı veya haksız olumsuzluklardan yola çıkarak İslam’ın özü ve geneli hakkında yargıda bulunanlar tuhaf bir yanlışa düşmektedirler. Böyle bir davranış, denizdeki kirlilikten ötürü denizi suçlu bulmak gibidir.” (s.106)
  • “Öz kaynaktan sapma korkusu ile yenilik ihtiyacı arasında çatışma, İslam toplumlarının kültür hayatını derinden etkilemeye devam etmiştir.” (s.106)
  • “Bidat korkusu içtihat dinamiğini bastırmıştır. Başka bir deyişle yozlaşma kaygısı, gelişim ve değişim ihtiyacına işleyebilen bir kurumsal yaklaşımın önünü kesmiştir. Sapma korkusu kaskatı donukluklarının bekçiliğini yaparken zaman içinde yenilik ve değişim ihtiyacı gerçekten yozlaşmaya ol açacak sınırları da zorlamaya başlamıştır.” (s.107)
  • “Doğrusu her iki kaygıyı uzlaştıracak ve her zaman geçerli olacak bir teknik bulmak halen de çok kolay görünmemektedir. Eğer bu karmaşık durum aşılacaksa onun öne tartışabilirliği üzerinde ittifak etmekten başka yol yoktur.” (s.107)
  • “Devraldığımız İslam kültür mirası, elbette hala muazzam bir servet olarak hayatımızı zenginleştirmeye devam etmektedir. Bu mirasın eskiyen ve günceli karşılamakta yetersiz kalan yönlerinin yoğunluğu, onu üretenlerin eksikliğini veya geriliğini göstermez. Yüzlerce yıl sonrasının pek çok boyutunu görememiş olmaları, onları küçümsememizi de haklı çıkarmaz.” (s.116)
  • “Öte yandan, kıldan – tüyden günlük sorunlarımızın bile çözümünü yalnızca bu külliyatın içinde bulabileceğimiz yönündeki saplantı da onu üretenleri yüceltmek değildir. Aksine, onlara da Allah’a da iftiradır. Çünkü böyle bir iddia, o bilginleri dolaylı bir biçimde tanrılaştırmak demektir.” (s.116)
  • “Yüzlerce yıldan bu yana, daha Batı’nın cehalet ve geriliğinin tartışılmaz gerçek olduğu asırlardan   günümüze kadar çözemediğimiz temel bir sorunumuz vardır. Bu her zaman karşımıza çıkan evrensel ile güncel çatışmasına çözüm üretmek için yenilenebilir, dolayısıyla sürdürülebilir bir yöntem geliştiremeyişimiz. Oysa bu yöntem için yeterli ilhamı dört büyük halifenin uygulamalarında bulmak mümkündür. Bütün mesele, bu uygulamaları Kur’an ve Sünnet’ ten süzen mantığı keşfedip Hazret-i Ebu Bekir’in, Hazret-i Ömer’in, Hazret-i Osman’ın ve Hazreti-i Ali’nin bakış tarzını güncelleştirebilmektedir.” (s.117)
  • “Risk korkusuyla yeniliklerden kaçınan Müslümanlara eksiksiz bir saygı duyuyor ama tavırlarını onaylamıyorum. Zira onların büyük bir çoğunluğunu ‘riski göze almamak’ adına kendi gerçeklerinden kaçtıklarını ve böylece ruh sağlıklarını bozucu türlü karmaşık haller yaşadıklarını düşünüyorum.” (s.119)
  • “Ayrıca bu noktada ‘zaruret’in fıkıhtan alınma bir maymuncuk gibi her kapıyı açmada kullanılabildiğini de kaydetmek durumundayım. Fıkıh yöntemi bize, ‘zorunluluk’ olduğu zaman kurallara uymayabileceğimizi söylüyor; neyin ‘zorunluluk’ sayılabileceği konusunda da ilkeleri belirliyor. Fakat birey ‘zorunluluk’ halini kendi kendine tanımlamaya kalktığı zaman her türlü kuralı delebiliyor.” (s.119)
  • “O Hazret-i Ali ki, tam öldüreceği anda düşmanı yüzüne tükürdüğü için ‘Bu durumda işe nefsimin hıncı karışır.’ diyerek kılıcını indirmekten vazgeçmiştir.” (s.124)
  • “Her durumda işin özü yeryüzünde bozgunculuğu, kan dökmeyi ve zulmü önlemek olduğuna göre, söz gelimi herhangi bir Gayrı Müslim gücün daha fazla insanın ölmesini önlemeye yönelik girişimi de kaba savaş anlamındaki cihadın temel hikmetini karşılamış olur. Yeter ki niyet gerçekten barış ve adalet olsun.” (s.127)
  • “Şüphe yok ki, insanoğlu var olduğu sürece gerekli bulunan cihat gerçek ve geniş anlamıyla ‘insan hakları ve uygarlık mücadelesi’dir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan ‘iyiliği emretme ve kötülüğü menetme’ görevi budur.” (s.131)
  • “İslam dünyasında yenileyici ruhun pörsümesinden birkaç asır sonraya sarkabilen Osmanlı yükselme çağı, adeta bu uygarlığın uzatma devrelerini oluşturur.” (s.137)
  • “Böyle bir durumda, arızalı bir aracın yokuş aşağı giderken, sağlam olduğu zamandan daha yüksek bir hıza ulaşmasına benzer.” (s.137)
  • “Endülüs’teki çözülüş ve çürüyüş, İslam Uygarlığı’nın gerçek sonuydu. Nitekim bu dönemden sonra Osmanlı ‘altın çağı’nı idrak ederken, Batı arayış devrini bitirmiş, yeniden dirilişin temellerini atmış bulunmaktaydı.” (s.137)
  • “Başlangıç ve gelişim sürecinde Hristiyan olan bu uygarlık zamanla ‘yozlaşmış kilise’nin etkisinden uzaklaştıkça ve hatta ‘İncil’lerin ilke ve öğretilerine ters düştükçe, olumlu ve olumsuz yanlarıyla evrenselleşmiştir.” (s.138)
  • “Bu süreçte edilgin-tepkici konumundaki İslam toplumlarının kimlik bunalımları da müzmin ama beraber yaşanabilir bir hastalık haline gelmiştir.” (s.138)
  • “Müslüman toplumlar artık bilinçaltlarına hâkim teslimiyetle, çoğu zaman uygarlık anlamında algıladıkları çağ’ı; bünyelerine sinmiş, ölümcül olmayan, ağrıları azaltabilir ve etkilerine karşı avunma sağlayabilir bir maraz gibi görmektedirler.” (s.139
  • “Müslüman Türk toplumu özelinde, edilgin-tepkici konumda bulunmanın karmaşık sonuçlarını tartışmak için, karşı dünyayı alt etmekten umudun kesildiği dönemi sağlıklı bir biçimde değerlendirmek gerekir.” (s.139)
  • “Günümüzde toplumun belli kesimlerinin tepkilerinden rahatsız bulunan ‘düzen’, gerçekte aynı ‘tepki’lerin büyük ölçüde hazırlayıcısıdır.” (s.141)
  • “Adeta fincan yüklü bir filin kaşınması gibi devletin durup dururken kendi uyruklarından kalabalık bir kesimi silkeleyişi, toplum yapısını sarsmaya başlar.” (s.155)
  • “Milyonlarca insanı, yıllar boyu kendi devletleri ile kavgalı durumda kalmaktan kurtaramamak akıl almaz bir yönetim faciasıdır.” (s.155)
  • “İnsanlık tarihinin en utanç verici barbarlık uygulamaları Batı’nın imzasını taşır. Bütün bunlardan sonra kalkıp da ‘batı, demokrasi kültürü sayesinde şahlanmıştır’ demek, pek gerçekçi ve namuslu bir değerlendirme olamaz.” (s.162)
  • “Günümüzde ‘demokrasi’ kelimesinin hemen her insanın zihninde uyandırdığı bütün ortak anlam ve değerlerin temel cevherini ‘muhalefet kültürü’ deyimiyle ifade ediyorum. … Oysa ‘muhalefet’ kavramı direnişi içerdiği gibi ‘eleştiri’yi de içerir…” (s.164)
  • “Muhalefet kültürünün gelişmeye açık bulunmadığı toplumlarda ve topluluklarda (cemaat), başta din olmak üzere bütün temel kurumlar donuklaşır, bilim, sanat ve düşünce hayatı sönükleşir. … Hepsinden önemlisi; sağlıklı, kalıcı yenilik ve atılım coşkusu sıfırlanır. … Demokrasi her şeyden önce ‘muhalefet kültürü’ demektir.” (s.165)
  • “Hakiki ve ileri bir demokraside iktidar, muhalefetin özgür, samimi, renkli, kişilikli ve etkin olabilmesinden de kendisini sorumlu hissedebilmelidir.” (s.167)
  • “Bir iktidarın ‘muhalefet Kültürü’ açısından gelişmişliği ve mükemmelleşme yeteneği, onun yasal muhaliflere karşı tutumundan çok yasa dışı muhaliflere ve her türlü aykırılıklara karşı davranışlarıyla, özelikle böyle durumlarda hukuk sınırları içinde kalma duyarlılığı ölçülür.” (s.170)
  • “Bunun için başka insanların temel haklarına saldırı sınırına kadar her türlü aykırılığın doğal bir hak olabilmesi, muhalefet Kültürü’nün ürünüdür. … O da şiddet içermeyen aykırılıkların mevcudiyetini zorunlu saymak ve hatta olabilirlik yönünden özendirmektir. Çünkü ‘aykırılık’ yaratıcılıktır, şu veya bu yönde, şu veya bu açıdan riskli de olsa gelişmenin temel dinamiğidir.” (s.171)
  • “İslam toplumunun ilk çağında olgun ‘muhalefet kültürü’, yönetenlerin adsız ‘at’ı idi, şimdi de ‘demokrasi’ düzenin arabası ve ‘adı’dır.” (s.173)
  • “‘Muhalefet Kültürü’ olan demokrasi idealinde Müslümanların ‘tuzu’ vardır. Fakat aynı Müslümanlar önce kendi aralarında ‘muhalefet kültürü’nü yok eden Emevî saltanatı ile beraber, çağlar içinde evrensel hakiki demokrasi ülküsünde katkılarını sıfırlamaya yüz tutmuşlardır, o başka…” (s.179)
  • “Kanaatimce ‘ideolojik İslam’ deyimi, ‘Siyasal İslam’ ile nitelenen hareket ve oluşumların dışında bulunmayan ama onların daha çok aydın kadrolarını içeren bir tanımlamadır. … ‘Siyasal İslam’ geniş halk kitlelerini, iddiasız ve barışçıl insanları da kuşatabilir. ‘İdeolojik İslam’ ise daha keskin bir seçimdir; belli bir bilinç düzeyi gerektirir, fanatik taraftarlık ve hatta çoğu zaman militanlık dayatabilir. (s.187)
  • “Ayrıca ‘siyasal İslam’ın dinin temel kaynakları ile çelişmeyecek eğilim ve aksiyonları da içerebileceğini ama ‘ideolojik İslam’ın aynı kaynaklar açısından daha sorunlu bir yaklaşım olduğuna dikkat çekmek gerekir.” (s.188)
  • “İdeolojik İslamcı eğiliminin gelişiminde Marksizm’in katkısını temellendiren en önemli gerçek, ‘anti- kapitalizm’ ve ‘anti- emperyalizm’ söylemidir.” (s.188)
  • “Bir birey olarak, Yaratıcı tarafından fevkalade önemsendiğimizi hissediyorum. Bu yolla bizi, ‘yasa’ koyucu ismine (Şari) hem ‘muhatap’, hem de ‘vekil’ kılmayı dilediğini seziyorum.” (s.194)
  • “Bu, kıldan ince-kılıçtan kesinkince ‘sırat’ çizgisinde, sıradanlıktan öteki boyuta sıçrama eğitimidir. Kendi kendimizi ona gizli veya açık şekilde ortak koşma ahmaklığına düşmeden, ‘yasa’ koyuculuğunun da ‘Halife’si olabilecek miyiz?” (s.194)
  • “O’nun, kendi istediğini yaşatma ve uygulatmada ‘başarısız’ olabileceğine inanmak mümkün bulunmadığına göre, anahtar, çoğulculuğun ve sonsuz çeşitliliğin içindeki ‘birlik’ noktalarında…” (s.196)
  • “Hayır, ‘tekilci anlayış’, kelime ve anlam benzerliğine rağmen asla Tevhid’çi anlayış olamaz.” (s.196)
  • “Esasen ‘fitne’ kelimesinin sözlük karşılığında sadece ‘bozgunculuk’ anlamı yok, ‘sınav’ anlamı da var.” (s.198)
  • “Herhalde biz ‘erkek’ milletinin işine öyle geldiği için sözlükten sadece ‘bozgunculuk’ boyutunu seçip aldık. Bu deyimin içerdiği ‘sınav’ uyarısını atladık.” (s.198)
  • “İslam dünyasında dindarlık bağlamında yaşanan boyutuyla kadın-erken ayrımı, dinin temel şartlarından birisi değildir. Fakat dinle ilintili bir örf meselesidir.” (s.201)
  • “Kadın ‘havva’ demek… ‘havva ‘bela’, yani sınav demek… hem bizzat Havva’nın kendisi için, hem Adem için bir imtihan.” (s.203)
  • “Tasavvufun ‘mecazi aşk’ dediği; sonsuzla bütünleşmeye yönelik alıştırmalar hep ‘kadın simgesi’ veya kadını çağrıştıran başka simgeler etrafında gerçekleşir.” (s.204)
  • “Açıkçası, ‘kadın’ simgesi hem kadın hem de erkek için ‘hakiki aşk’ damlası ile mayalanacak ‘mecaz yoğurdu’ durumundadır. Bu yüzdendir ki, şarkın kadın şairi de kara sevdasını anlatacağı zaman ‘Leyla’ terimini kullanmıştır. ‘Leyla’ dişi değil hem erkek hem de kadın kavuşulmak istenen biricik sevgilinin cins ismidir.” (s.204)
  • “Bir an için ‘kadın’ kelimesinin alegorik anahtar niteliğini bir yana bırakırsak bile yine de ‘kadın fitnesi’, kitlelerin anladığından çok daha geniş kapsamlıdır.” (s.207)
  • “Bu deyimde kadın ve erkeğin ortak sorumluluğu kaçınılmazdır. Oysa taraflar genellikle bu sorumluluğu kendi üzerlerinden atmaya eğilimlidir. En azından karşı tarafın daha ağır sorumluluk içinde bulunduğuna hükmederler.” (s.207)
  • “Bir kere, ‘kadın fitnesi’ deyiminin, bu fitneyi her zaman kadının çıkaracağı anlamına da gelmediğini hep akılda tutmak gerekiyor. Kadını anlamamak, yanlış anlamak; yeteneğinden azıyla veya potansiyelinden fazlasıyla yükümlü ve sorumlu kılmak gibi çok çeşitli ‘erkek yanlışları’ da ‘kadın fitnesi’nin sebeplerini oluşturabilir.” (s.209)
  • “Resmi yaptırımlarla çok eşli olmak değil, sadece ve sadece çok resmi nikahlı olmak önlenebilmektedir.” (s.213)
  • “Oysa sekülerciliğin yükselişiyle paralel gelişen ve yayılan ‘playboy’ kültürü geleneksel çok eşliliği bile köhneleştirmiştir. Bu süreçte erkeğin çok eşliliğine, yaygın şekilde ‘kadının da çok eşle olabilirliği’ eklenmiştir. Ayrıca karma beraberlikler de cabası!” (s.213)
  • “Oysa tarihten biliyoruz ki, cariyelik gerçekte tasfiye edilememiş ve yüzlerce yıl boyunca İslam dünyası, başka iklimlerde ve özellikle Batı’da neredeyse ‘harem’ kelimesiyle özdeş algılanmıştır.” (s.215)
  • “Esasen yeryüzünde kendini ‘özgür’ olarak tanımlayan, geçici beraberliklerle gününü gün etmeye yatkın milyonlarca kadının varlığı, muazzam bir uluslararası cariye sektörü oluşturmaktadır.” (s.216)
  • “Kanaatimce doğru tanım, hiçbir şekilde meta olmayı kabul etmeyen kadını özgür kabul eder.” (s.218)
  • “Bu durumda kendisini çok serbest ve bağımsız hissettiği veya öyle tanımladığı halde pek çok erkek tarafından meta niteliğinde görülmekten kurtulamayan kadın, hangi çağ ve kültürde olursa olsun klasik anlamdaki cariye ile benzer bir konumda demektir.” (s.218)
  • “Çağımızda cariyelik patlamıştır. … Bunu da çağdaş insan, feminizmin altın döneminde becermiştir. … Kendisini özgür hisseden ve öyle tanımlayan ama böyle iken aynı zamanda erkeklerin en azından göz zevki için birer araç olarak da kullandırtabilen sayısız genç kadın mevcut bulunduğu sürece fiili cariyeliğin kökü kazınamaz. … Cariyelik her çağda olabilecek, tasfiye edilir gibi görünüp tekrar hortlayabilecek bir çarpıklıktır…” (s.220)
  • “Demek ki kompleks sorunlarımız ‘kahrolsun’ veya ‘yaşasın’ naraları ile çözülecek kadar basit değil.” (s.239)
  • “Demek ki, kadın fitnesi; öyle ‘hakiki şeriat mayoları’, ‘haremlik-selamlık plajları’ gibi, her biri ayrıca kompleks bir durum olan gülünç seçenek veya çözüm saplantıları ile geçiştirilecek bir alan değildir. … Her fitne gibi mutlaka ‘kadın fitnesi’ de öncelikle insanların kafasındadır; ağırlıklı olarak da erkeklerin kafasındadır.” (s.240)

İyi okumalar.

  • 1
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
Bir Doğu Masalı Sadık veya Kader Voltaire

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir