İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan
İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar Ve Lazistan
0

İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan adlı kitap, Heyamola Yayınları etiketiyle okurla buluşan, İrfan Çağatay Aleksiva‘nın yayına hazırladığı 67 sayfalık mini bir eser. Konunun meraklılarına hitap eden bu küçük çalışma, içerisinde önemli tespitler ve veriler barındırıyor. Elimdeki 2023 tarihli 3. baskı, bu alanda çalışanlar için önemli bir kaynak olmasının yanında eserin eski Türkçe ve Osmanlıca kelime yoğunluğu nedeniyle okumasının sadece günümüz Türkçesini bilenler açısından zorlayıcı olduğunu belirtmeliyim. İnternette bulması zor olabilir; bu yazıyı hazırlarken bir sitede sadece 160 TL’lik bir fiyat etiketi vardı.

Dedim ya: eserde Osmanlıca kelimeler çok fazla, bunların Türkçe anlamları verilmeye çalışılmış ancak bence genel kurguya ayak uydurarak, günümüz Türkçesine birebir çeviri yapıp, öyle yayınlanmasının daha mantıklı olabileceğini düşünüyorum. Bunun yanında hem eski Türkçe hem de günümüz Türkçesiyle yazılı hallerinin de aynı anda yapılabileceği bir baskı da olabilirdi. Her ikisinin de uygulanmadığını gördük… Bu yüzden, yazarın kitabın içeriğinde yer alan iki risaleyi bir nevi özetlediği bölümler, bizler için aydınlatıcı oldu diyebilirim.

Ardeşen doğumlu olan yazarın (fotoğrafına baktım da tam bir Laz), Lazca konusunda birçok araştırma yaptığını, künyesinden görebiliyoruz: İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan adlı kitapta bunlardan biri ve içeriğinde iki adet risale bulunuyor. Bunlardan ilki Ahmet Tevfik tarafından yazılmış bir risale ile (kısaca adı: Lazlara Rica-yı Mahsusum) ve Tirebolulu H. Alparslan mahlasıyla yazılmış başka bir risale (adı: Trabzon İli Laz mı Türk mü?).

Yazar bu risaleleri Lazlar ve Lazistan ana başlığı altındaki kitabında şöyle anlatmış: “Bu çalışmada Latin harfleri ile okuyucuya sunulacak olan biri 1918’de diğeri 1921’de kaleme alınmış iki risale … bu iki risaleden 1918 tarihli olanı, Viçeli (şimdi Rize’nin Fındıklı ilçesi) Laz bir subay ve eğitmen olan Ahmet Tevfik Bey tarafından kaleme alınmıştır. Sevgili Vatandaşlarım Lazlara Rica-yı Mahsusum ve Tarihten Şanlı iki sahife adını taşıyan 23 sayfalık bu risalede … Atina kazasında ahz-ı asker şube reisliği de yapan Hüseyin Avni Bey’in Tirebolulu Alparslan mahlasıyla 1921’de kaleme aldığı risalesi – her ne kadar direkt anılmasa da – Ahmet Tevrik’in, Trabzon’un Lazlığına dair görüşlerine bir reddiyedir.” (s. 5).

Lazlar ve Lazistan derken bilinen yanlışlar ve bilinmesi gereken doğrular

Lazistan. Türkiye’nin hem en yanlış anlaşılan hem de en otantik köşelerinden birinin adı. Bu kelime, eski dönemlerde bölge ve eyalet adı olarak kullanılan, kökeni tarihimize dayanan bir coğrafyayı ifade ediyor. Bahsi geçen bu coğrafyada günümüzde yaşayan biri olarak, bu tarihi yanlış anlamanın kökenlerini anlamak benim için de önemliydi. Bu yazıda, Lazların özgün dilini, tarihi kökenlerini ve bu coğrafyaya neden ‘Lazistan’ dendiğini, dedikodulardan uzak bir şekilde inceleyeceğiz. Bu derinlemesine yolculuğumuzda rehberimiz ise, elimizdeki iki Osmanlı aydını tarafından kaleme alınan risaleler olacak.

Maalesef ülkemizde Lazlar ve Lazistan denilince farklı konuşmalar yapılıyor, çoğu kişi coğrafyayı veya kültürü ve tarihini bilmiyor. Daha komik olansa: bildiğini sanıyor! Bunu dizilerde gereksiz şivelerden tutun da saçma taklitlere kadar birçok yerde görebiliyoruz. Yazar da kitabında bu durumu “İstanbul’daki ya da Anadolu’nun diğer bölgelerindeki herhangi bir vatandaş için o sıralar Ordu’dan Artvin’e, güneyde Gümüşhane’ye kadar uzanan bütün Orta ve Doğu Karadeniz’i kapsayan Trabzon Vilayeti halkı Laz olarak adlandırılıyordu.” (s. 6) sözleriyle özetliyor ve bir Rizeli olarak benimde katıldığım “… Ancak dikkatli araştırmacılar Lazca konuşan ‘hakiki Lazların’ Atina kazası ve doğusundaki dar kıyı şeridinde (şimdi Rize’nin Pazar ilçesi) yerleşik olduklarını yazmaktaydılar.” (s. 6) tespitini okuyucuyla paylaşıyor.

“Lazistan” Neresidir? Tarihi ve Coğrafi Sınırlar

Lazlar ve Lazistan adlı eserde iki aydının kaleme aldığı risaleler, yöre gerçeğinin farklı bakış açılarını gözler önüne sermesi açısından önemli ancak günümüz perspektifinden baktığımızda, gelişen ve düzleşen dünyada, artık saf ırkların çok kalmadığını gördüğümüzden ilk risalede yazılanların boşa düştüğünü söylemek doğru olur. Aslında yazar, Hüseyin Avni Bey’in söylediklerine atıfla “Bununla birlikte ulusların saf olmadıklarından, millet olmanın ‘milli vicdan’ ile ölçülebileceğinden ve farklı dinde, dilde gruplardan oluşan devletlerin yıkılacağından bahisle bunu önlemek için Türk olmayanların Türklüğe asimile edilmesi gerektiğinden bahseder.” (s.6) tespitiyle benzer şeyi dile getiriyor.

Ancak eserde yazar, her iki tarafın yazılarının tahlilini çok iyi bir şekilde yaparak, objektif bir bakış açısıyla olaya bakmaya çalıştığını biz okuyuculara göstermeye çalışıyor: “Ahmet Tevfik de herkes tarafından kabul gören bu genellemeye dayanarak, bütün Trabzon vilayetini hatta Samsun’u Megrellerden dolayı Abhazya’ya kadarki bütün sahayı Lazların yurdu olarak öne sürer.” (s. 7) sözlerine karşılık, bir diğer risalenin yazarının yazdıkları üzerinden “İşte Hüseyin Avni Bey’in Ahmet Tevfik’le çatıştığı v eserini yazma sebebi tam da bu genellemenin yanlışlığıdır.” (s. 7) tespitini yapıyor.

Sadece böyle kalmıyor, bir anlamda her iki risalenin karşılaştırmasını yaparak, şu sonuca varıyor: “Lazlar bu sahanın sadece küçük bir kısmında, Lazistan Sancağının Atina, Viçe, Arhavi, Hopa ve Borçka kaza ve nahiyelerinde yerleşiktirler. Tarihin hiçbir döneminde Lazların Mapavri’nin (bugün Rize’nin Çayeli ilçesi) batısına geçtiklerini gösteren somut bir delil yoktur. Bununla birlikte, Hüseyin Avni Bey gibi, Lazların Doğu Karadeniz’deki varlığını minimalize etmek de tarihi ve kültürel açıdan büyük bir hata olacaktır.” (s. 7).

Bir Çayelili olarak, Çayeli dahil, merkeze doğru hiç Laz esamesinin okunduğunu düşünmüyorum, kaldı ki okuldayken genelde Lazca bilen arkadaşlar Ardeşenliydi. Lazların bu coğrafyada zaman içerisinde, fetihlerin de etkisiyle, zaman içerisinde bazı kültürel özelliklerini koruyarak asimile olduklarını, hangi tarafa yakınsalar oranın halkı olduklarını (Türkiye’ye yakın olanlar Türk, Gürcistan’a yakın olanlar Gürcü) düşünüyorum.

Gelelim risalelerin içeriğine… Yazar risalelerden önce hem risaleyi yazanların künyelerini hem de risale hakkındaki düşüncelerini paylaşan kısa yazılarla bizleri karşılıyor. İlk risalede Ahmet Tevfik Bey hakkında şu sözleri yazıyor: “Babası Kavaszâde Hasan Rıza Efendi Hicri 1246 (1831) Lazistan doğumludur. Onun da babası Mehmet Rasim Ağa, Bağdat Valisi Laz Ali Rıza Paşa ve dolayısıyla da Sadrazam Laz Aziz Ahmet Paşa’nın akrabasındandır. … askerlikten emekli olduktan sonra, Adana vilayetinde maarif müfettişi olarak göreve başlamış, birkaç yıl burada müfettişlik yaptıktan sonra İstanbul’a dönmüştür. 1914’te kurulan Laz Talebe Cemiyeti’nin kapatılması üzerine, bunun devamı olarak 30 Mart 1919’da Ahmet Tevfik Bey, Hasan Fikri Bey, Mehmet Kadri Bey, Hüsnü ve Fahri Efendilerle birlikte Laz Tekâmül-i Milli Cemiyet-i Hayriyyesi adlı cemiyetin kurucuları arasında yer almıştır.” (s. 11).

Osmanlı Aydınlarının Gözünden Lazlar: Kitap İncelemesi

Ahmet Tevfik Bey, Cumhuriyetten sonra Yücesoy soyadını alan, Türkiye’deki ilk satranç derneği İstanbul Satranç Derneği’nin kurucu başkanı olarak bilinen ilginç bir sima. Lazların kültürel özgürlüklerine kavuşmasını talep eden ama ayrılıkçı bir amaç gütmeyen bir ideolojide olduğunu anlıyoruz okuduklarımızdan. Buna örnek olarak ise “…  Bu telgraf Paris Konferansı’na, İstanbul’daki siyasi temsilciliklere ve gazetelere gönderilmiştir ve Ermenilerle Rumların Lazistan üzerindeki hak taleplerini eleştirmekte, Lazların bu küçük ve muhteris milletlerin hakimiyeti altında yaşamayı reddettiklerini, bunun dayatılmasının ise felaket olacağını ifade etmektedir.” (s. 11) cümlesini gösterebiliriz.

Ahmet Tevfik Bey’in kitapta aktarıldığına göre çok önemli gördüğü ve yazısına başlık olarak seçtiği iki şanlı sahife ile anlatmak istediğini “… ‘Tarihten iki şanlı sahife olarak andığı olaylardan biri 93 Harbi’nde (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı) yerli halkın, oluşturduğu milis kuvvetlerle Batum’da Rus işgalini engellediği direniş, ikincisi ise Lazistan gönüllülerinin Çatalca hattında gösterdikleri kahramanlıktır.” (s. 12) cümlesinden öğreniyoruz.

Ancak “Ahmet Tevfik, milletler esasına göre şekillenecek olan yeni dünyada Lazların da yer alması gerektiğini savunur ve onlara bir de ‘vatan’ çizer.” (s. 12) sözlerinden hareketle, bazı çalışmalarının yine bazı kesimlerce yanlış yorumlanabileceği ve sonuçlarının olumsuz olabileceğini öngörmek zor değil. Zaten tepkilerin nedenleri de bu kısımdan itibaren başlıyor diyebiliriz… Söylem ve fikirlerinin uzandığı noktayı göremediğinden, tepkisel sözlerle karşılaşması normal.

Bir de “Ahmet Tevfik bu ifadesiyle, Megrel-Laz birliğini dillendiren ilk Laz aydın olmuştur. Megrelleri ‘öz milletdaşlarımız’ olarak tanıtan yazar …” (s. 13) sözlerinden hareketle ilk defa duyduğum Megreller hakkında Wikipedia üzerinde şu ifadelere yer verilmiş: Gürcüler, Zanlar (Megreller ile Lazlar) ve Svanlar tarih öncesi ortak bir proto-halkın mensuplarıyken bu halkın sonradan üç farklı halka bölünmesiyle ortaya çıkmışlardır. Hem yeni kültürel bilgiyle karşılaştım hem de Ahmet Tevfik’in zamanı itibariyle ne kadar geniş ve kapsamlı düşündüğünü gördüm: ancak yine de özellikle böyle bir coğrafyada, düşüncelerinin, günümüzü görseydi eğer çok da gereksiz olduğunu göreceğini, yani geleceği iyi göremediğini söylemek istiyorum.

lazlar lazistan kitap blog 1 - İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan

Devam edelim…

İkinci risalede Tirebolulu H. Alparslan hakkında “… asıl adıyla Binbaşı Hüseyin Avni Bey 1292’de (1878-79) Tirebolu’nun Cintaşı Mahallesinde doğdu. … Rus işgalindeki Trabzon – Batum bölgesinin, Ekim Devrimi ile savaştan çekiler Ruslar tarafından boşaltılmasıyla başlanması üzerine bölgeyi kontrol altına alan Türk birliğinin başında bulundu ve Trabzon Mevki Kumandanlığına getirildi. Akabinde düzenlenen Kafkas ileri harekâtına katıldı. Lazistan mutasarrıfı Ahmet Faik Bey anılarında ‘Topal Osman Ağa’nın ifratkâr hareketlerinde hocasıdır’ şeklinde andığı Hüseyin Avni Bey’e Alparslan lakabının Kafkas ileri harekâtında Ermenilere biaman harekette Deli Halit Paşa ile başı çekmelerinden ötürü verildiğini aktarır. … Bir süre vekaleten Giresun kaymakamlığı görevini de üstlendi. … Giresunlu Topal Osman Ağa ile iş birliği yaparak özellikle Rum çetecilere karşı mücadele verdi.” (s. 43-44) sözlerine yer veriliyor.

Hatta, Tirebolulu H. Alparslan tarafından kaleme alınan metnin, yerel halka da dağıtıldığını görüyoruz: “Milli Müdafaa Vekâletinin parasal desteği ile 1921 yılında, Hüseyin Avni Bey’in vefatından birkaç ay evvel, Yeni Giresun matbaası tarafından 10000 adet basılan eser, yöre halkına bilabedel dağıtılmıştır.” (s. 44).

Yazar, öznel yorumuna burada da başvuruyor ve şu sözleri paylaşıyor: “… her ne kadar eser hakkında yazılmış bazı makalelerde risalenin ‘Doğu Karadeniz’de yaygınlaşan Pontus ve Ermeni iddialarına cevap’ olarak yazıldığı iddiası öne çıkarılmaktaysa da eserde bu konulara neredeyse hiç değinilmemekte, bununla birlikte kitapçığın temel sorunsalı ‘Lazların bölgedeki varlığı’ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Trabzon ve Lazistan sancağında yaşayan yerli halka Laz demenin yanlışlığı, gerçek Lazların yaşadıkları bölgeler, buralardaki Laz nüfusunun genel nüfus içerisindeki azlığı, Lazistan ekabirlerinin aslen Laz olmadığı, Lazlara atfedilen giyim kuşam gibi öğelerin aslında Lazlarla alakalı olmadığı, Lazcanın başka bir dil olduğu, bölgede nüfusun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu, en eski tarihlerden beri bölgede Türklerin yaşadığı gibi konuları tartışan eser, bunu yaparken yukarıda değindiğimiz üzere sözlü tarih verilerine ve kişilerin tanıklığına sıklıkla yer vermektedir.” (s. 45).

Bir Osmanlı askeri ve aydını olan Hüseyin Avni Bey’in kaleminden çıkan söz konusu risale, devletin çok uluslu yapısının zayıflığından duyulan derin endişeyi ortaya koymakta; “dinleri, dilleri, yaşantıları bir olmayan birçok kavmin” devleti parçalayacağı uyarısıyla, Türkçe öğretiminin yaygınlaştırılması ve coğrafi adların Türkçeleştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Özellikle, bölge halkının büyük çoğunluğunun Türk olmasına rağmen bir sancağa “Lazistan” adının verilmesini eleştirerek, bu tür adlandırmaların ülkenin “kırpılmasına” neden olduğunu belirtmekte ve bu durumu “ülkemizi Macaristan, Sırbistan… Lazistan… yaptığımız için kırpıldık” diyerek tarihten ders çıkarılması çağrısında bulunmaktadır. Aslında bugünden bakıldığında, çok doğru ve yerinde tespitler olarak dikkati çeken ifadeler bunlar.

Kitapta ilk defa duyduğum, Hüseyin Avni Bey’in risalesinde yer alan bazı genel kültür bilgilerini de özellikle eklemek istiyorum.

“Dinleri, dilleri, yaşantıları bir olmayan birçok kavimin birleşmesinden ortaya çıkan devletler er geç kırpılır! Parçalanır! İşte Osmanlı ülkesi! İşte Avusturya! Buna meydan bırakmamak için birbirine benzemeyen kavimleri bir şey ile birbirine bağlamak, boyamak, birbirine benzetmeye çalışmak gerekir!” (s. 49)

“… Ortada büyük bir suç var! O ad bunlar Türkçe öğretememek! ‘Türk’üm’ diyenlere Türkçe de öğrete idik Balkan Yarımadası baştanbaşa Türk olurdu. Kökleşir kalır idik.” (s. 50)

“Gülbahar Sultan Maçka’nın Livera köyünden bir Urum kızıdır.” (s. 57)

“Rize’de ‘Çepni misin?’ demek ‘yiğit misin?’ demek imiş! Bunu Rize’nin kocamanları söylüyor. Rize’nin İkizdere köylerinde Çepnilik bugün bile var imiş!” (s. 58)

“Osmanlı Türklerinin ad takmaktaki suçları: bu sancağın adına (Lazistan) demeleri şaşılacak nesnedir. Bu yerde yaşayanların dörtte üçü Türk iken bu yerlere (Lazistan) demenin yeri var mı? İşte ülkemizi Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan, Boşnakistan, Arnavutluk, Urumili, Arabistan, Ermenistan, Lazistan, Gürcistan yaptığımız için kırpıldık, bu kılığa girdik! Kapı (hükümet) uluları bunu kamu yanıyla düşünse gerek. Ülkemizin sahibi olmak istiyor isek en küçük kötümüze kadar adları Türkçe yapalım! Ermenice, urumca, Arapça değil. Böylece ülkemizi özümüze boyayalım!” (s. 62)

“Rize tigresindeki obalardan birinde oturan Türklerin sözleri Prizren tigresindeki Türklere pek çok benzer. İşte bu obalılar g sesini c gibi söylerler. Geleceğim yerinde çeleceğim derler. Ara sıra c sesini z gibi de söylerler. Recep yerinde Rezeb derler.” (s. 63)

“Oca (Ardeşen’in Yeniyol köyü), Salinköy, Ortaköy, Bogina (Tektaş), Hacabit (Subaşı) adlı köylerde Lazlar ile Hemşinliler karışıktır.” (s. 64)

“Lazcanın en doğrusu, en güzeli, en tatlısı Viçe lazcası imiş!” (s. 67)

İki Osmanlı Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan eseri, Lazistan’ı geniş yurt gören Ahmet Tevfik Bey ile “Lazistan” adını eleştirip Türk çoğunluğunu savunan Hüseyin Avni Bey’in zıt görüşlerine yer veren, bu iki risale üzerinden konunun yorumlamasını okuyucuya bırakan bir eser. Bu risaleler, eski Türkçe zorluğuna rağmen Karadeniz’in etnik ve siyasi tarihini anlamak için değerli bir kaynak olarak kütüphanemde yerini aldı.

İyi okumalar.

Reaksiyonunu Göster!
  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir