Kitap Yorum: Göçebe

göçebeİlk kitabı Alacakaranlık ve serisi ile tüm dünyada büyük bir hayran kitlesine ulaşan; bunun yanında ondan nefret eden ve kitabını beğenmeyenlerin de olduğu yazar Stephenie Meyer‘i daha iyi tanımak adına, farklı bir kitabını da okumak gerekiyormuş aslında: 2009 da ülkemizde ülkemizde de yayınlanan Göçebe veya kitapta ki ismiyle ‘göçer‘.

Sıradışı bir kurgusu var aslında; stephen king tarzı kitapları sevenler elinden asla bırakmayacaklardır diye düşünüyorum. Kesinlikle yazarı dünya çapında bir yazara dönüştüren alacakaranlık serisi ile karşılaştırılamayacak bir kitap; hem içerik, hem kurgu açısından çok farklı bir kitap bu. O yüzden; diğer kitabı yüzünden önyargı ile bakabilenlerin olacağını düşündüğüm için yazıyorum: bu kitap farklı ve değişik. Kalın bir kitap olması sizi korkutabilir ve hatta ilk 100 sayfayı okurken çok sıkılabilirsiniz; ama sonrasında elinizden bırakamayacağınız bir kitaba dönüşecek…

Kitabın konusuna gelince; Dünyamız görünmeyen bir düşman tarafından istila edilmiştir; aslında bu düşman bilinmektedir ama nasıl karşılık verileceği bir türlü bulunamamıştır. İnsanların bedenleri, bu istilacılar için sahiplik yaparken bedenler bir değişikliğe uğramamış gibi görünse de, zihinleri ele geçiriliyordu. Neredeyse herkes teslim olmuştu. Geriye kalan “vahşi” ve ”özgür” birkaç insandan biri olan Melanie, yakalandığı zaman sonunun geldiğine inanır. Göçebe, Melanie‘nin bedenini alan “ruh”, yetkililer tarafından bir insan bedeninin içinde yaşarken karşılaşabileceği zorluklar hakkında uyarılmıştır: Baskın duygular, hislerin yoğunluğu, çok canlı olabilen anılar… Ama Göçebe’nin beklemediği bir zorluk vardır: Bedeninin önceki sakini zihninden vazgeçmeyi reddeder. Göçebe, Melanie’nin düşüncelerinin derinlerine inerek geri kalan insanların nerede olduğunu öğrenmeye çalıştığı bir göreve atanır. Ama Melanie’nin zihninde tek görebildiği, sevdiği adamın, hâlâ saklanan bir insan olan Jared’ın hayali ile kardeşi Jamie’nin varlığıdır.. Bedeninin arzularına direnemeyen Göçebe, yakalamak zorunda olduğu bu adama ve kardeşine karşı özlem duymaya başlar. Dış güçler, Göçebe ve Melanie’yi, aslında istemeseler de, ortak bir hedefte birleştirir ve birlikte sevdikleri adamı, kardeşini bulmak için tehlikeli ve sonu belli olmayan bir macera için yola koyulurlar. Bu yol sonucunda hem insanların hayatlarını değiştirecek hem de kendisi ve bedeninin sahibi için zor kararlar almak zorunda kalacaktır.

Stephen King kitaplarında olduğu gibi yine dünya dışı bir varlığın istilasıyla karşı karşıyayız; yine kurgu olan bu ‘varlıkların’ kitabın kurgusuna kattığı mükemmellik gerçekten başarılı; aslında bu yaratıkların geçmişleri ve yaşadıkları gezegenlerde olan olaylar birazcık ‘çocuksu masallar’ ile ‘avatar’ benzeri filmlerin konularını andırsa da kitabın ana kurgularından birini oluşturduğu bir gerçek. Geldikleri gezegenin ismi olan ‘origin’ ismi dışındaki tüm gezegen isimleri çok ‘çocukça’ idi; origin ismi de ilk gezegen olmalarından dolayı güzel bir seçimdi! Kitap, biraz ‘deizm’ kokan yapısıyla arkaplanda kendini hissettirse de okurken, bir bilimkurgu filmini izler gibi hissettim; çok fazla aksiyon yoktu ama sıkıcı da değildi: kitabın her cümlesiyle siz de hareket ediyordunuz yavaş yavaş. ‘Vahşi’ ama orjinal kalan insanların sığınması nükleer savaş sonrası olabilecekleri anlatan filmleri anlatan bir yapıyla karşımıza çıksa da fantastik ile bilim kurgunun birleştiği bu yerde yazarın ustaca cümleleri işlemesi ile bizi kendine takip ettiriyor diyebilirim.

Son tahlilde; bu kadar kalın bir kitap olmasaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum. İnsanların içine dünya dışı varlıkların girip yönettiği kanısı fantastik olabilir ama günümüzde dışarıdan gelen tv, sinema, klip, reklam gibi bir çok saldırı neticesinde yaşayan gerçek insanlarında kendilerinden uzaklaşıp başka bir birey olarak yaşama devam etmeleri de benzer bir şey değil mi aslında? Hepimizin içinde sakladığımız, bir yerler de kapana sıkışmış ve dışarı çıkmak için sürekli sizinle konuşmaya çalışan ‘iç sesimiz’ aslında o kişinin gerçek ve saf halinin eseri de değil midir? Belki de yazar bunları düşünerek yazmamıştır ama okurken bunlar aklıma geldi; gerçi yazar kitapta oluşturduğu karakter ile ilginç bir ‘çift karakterli insan’ ortaya çıkarmış diyebilirim.

Ben bu kitabı yazarın; daha mükemmel kitaplar ortaya çıkarmadan önce ‘deneme’ amaçlı, çıtırlık tarzda, sırf kalemini güçlendirmek adına yazdığını ve gereksiz uzattığını düşünüyorum: ama her şeye rağmen başarılı ve okunması gereken bir kitap, hele ki bu tür kitapları okumayı sevenler mutlaka okumalı…

iyi okumalar.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık