Kitap Yorum: Bin Muhteşem Güneş

Bin muhteşem güneş

Her çıkan kitabını okuduğunuz yazarlar olur ya; böyle müptelası olduğunuz ve ‘yeni bir kitap yazsa da okusak keşke’ dediğiniz yazarlar… İşte khaled hosseini ( Halit Hüseyni )de benim için öyle bir yazardı; ilk okuduğum kitabı olan uçurtma avcısı romanından sonra Bin Muhteşem Güneş adlı bu kitabını da büyük bir beklenti ile aldım ve kitabın isminde de yer aldığı gibi muhteşem bir kitabı okudum.

Baştan sona hüzünle yoğrulmuş kitabı kapadığınızda içinizde yeşeren umutları anladığınızda belki de gözleriniz yaşaracak ve şükredeceksiniz. Fakat özellikle uçurtma avcısı ile girdiği kabil ve afganistan topraklarını çok iyi analiz edip, samanlıktaki ‘iğneleri’ bize gösteren yazar bu kitabın ismini Babi‘nin “Kabil’e Veda” gazelinin iki dizesinden veriyor:

Bin Muhteşem Güneş Kitabı Hakkında

“Bu kentin ne çatısını aydınlatan aylarını sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi”

Bin Muhteşem Güneş okunası bir kitap.

Yazar ilk kitabından farklı olarak bu kitapta savaşa, savaş gazilerine daha çok yer vermiş; özellikle aile içi olaylarda savaşın kaybettirdiklerine daha çok yer vererek; ilk kitabındaki gibi savaşın öncesi ve sonrasını değil, bizzat hikayeyi savaşla beraber devam ettirerek afganistanda yaşanan bu savaş yıllarını okuyucuya aktarmaya çalışmış. Bir kaç isim not etmiştim kitaptan; bunları nette araştırdığımda gerçekten gerçek hayattaki insanların hayatlarını bizzat kitaba aktardığını gördüm. Bu da güncellik ve tarih açısından çok önemli bir katkı sağladı diyebiliriz kitaba..

Kitap 1960’ların ortasından başlayıp; zalimliği bazen savaşla, bazen ruslarla, bazen afganlılarla, bazen kocayla, bazen anneyle, bazen duygularla bize anlatarak 2003 lere kadar geliyor ve çok iyi bir sonla olmasa da tam bitmesi gereken yerde noktalandırıyor. Dili çok sade olan kitabın hiç bir mesaj kaygısı yok; yani bazı yerlerde elinizde o günün gazetesinin bir nüshasını da görebilirsiniz. Kitabın kurgusu o kadar muhteşem ve yerindeki; bütün anlatılmak istenenler bir yer de kesişiyor bir şekilde ve üzülüyorsun ya da seviniyorsun; hatta kitaba kendini kaptırdıysan belki de ağladığını hissediyorsun…

Kitaptaki ana tema ise tabii ki kadınlar; yazar ilk kitabında olduğu gibi yine başrolde kadınların olduğu bir kitap kaleme almış. Kadınların yüzlerce olumsuzluk içerisinde başlarına gelen her şey ama her şey anlatılmış; böyle bir yaşamı yaşamak ister miydim? sorusunu soruyor okurken insan… Şürkediyor… Savaşın ne kadar lanet bir olay olduğunu daha iyi anlıyor; özgürlüğün tadına varıyor ama yine de her şeyin saf bencillik olmadığını da görüyor insan… Bazı yerlerinde hüzünleniyorsun, bazı yerlerinde kızıyorsun hatta bazen kitaba girip o an, sevmediğiniz bir karakteri dövmek bile istiyorsunuz ya da leyla’nın veya meryem’in yanlış karar aldıklarında onları uyarmak için içinizden konuşuyorsunuz…

Muhteşem bir kitap kısacası… İlk kitabın filmi yapılmıştı, bu kitabında yayın haklarını sony almış ve kitabı büyük olasılıkla film yapacaklar. Bir çok şey net değildi bu kitabı yazarken.. Ama yine de yazarın bir sonraki kitabını da merakla beklemeye başladım…

Mutlaka okuyun..

İyi okumalar.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık