Eski Türk Tarihi adlı kitap “Türklerin Kökeni, Yönetimleri ve Çin ile İlişkiler” alt başlığı ve Asya Tarihi Dizisi: 35 numarasıyla Kronik Kitap tarafından okuyucuyla buluşturulan bir eser. Dönem tarihi konusunda önemli isimlerden biri olan Ahmet Taşağıl tarafından kaleme alınan eserin elimde Nisan 2023 tarihli ilk baskısı yer alıyor. Yaklaşık 252 sayfalık eser yazarın kısa bir biyografisi ve kapsamlı bir içindekiler kısmı ile bizleri karşılarken, kitabı güvenilir kitap siteleri üzerinde bu yazıyı hazırlarken yaklaşık 120 TL gibi bir ücrete satın alabiliyordunuz.
Eski Türk Tarihi adlı eser dışında yazarın İlk Türkler, Gökbörü’nün İzinde, İlk Kağanlar gibi benzer dönemleri anlatan eserleri de mevcut olduğundan yazıma devam etmeden önce yazarımıza şu çağrıyı yapmak istiyorum: yayınevinin baskısı veya pazarlama tarzı nedeniyle mi bilemiyorum ama benzer dönemlerde olan olayları, farklı isimlerle yayımlanan kitaplarda anlatmak yerine artık Eski Türk Tarihi’ni gerçek anlamda, tek kitapta, tıpkı Çin yıllıkları gibi, anlatmak ve gelecek nesillere aktarmak zo-run-da-sı-nız! Kitaplarınızda okuduğum çoğu pasaj birbirlerine o kadar benzer ki artık – aşağıda da yazacağım üzere – aynı kitap içerisinde bile benzer cümleleri tekrar tekrar etmeye devam ediyorsunuz, yazık okuyucuya!
Eski Türk Tarihi Kitabı İncelemesi: Ahmet Taşağıl’ın Kaleminden Bozkırın Hafızası
Gelelim kitabımıza…
Eski Türk Tarihi kitabı, Mart 2023 tarihli yazar tarafından kaleme alınan bir önsöz ile başlıyor. Bu kısımda yer alan “İslâm öncesi Türk tarihi sadece Orta Asya’da değil Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyinde, hatta Macaristan ovalarına uzanan geniş sahada var olmuştur. Türk kökenli halklar tarih öncesi olarak adlandırılan dönemlerden 11. Yüzyıla kadar, bugünkü Moğolistan’ın doğusundaki Kerulen Irmağı’ndan Tuna boylarına kadar doğu ve batı yönünde hareket etmişlerdir. … Avrasya Türk Tarihi araştırmaları sonsuz derinlikte ve genişlikte bir denizde ilerlemeye benzer.” (s. 9) cümlesinden hem okumaya başlayacağımız eserin çerçevesini hem de Türk tarihinin ne kadar geniş olduğunu öğreniyoruz.
Yine devamında “Sosyo – kültürel ve devlet teşkilatı bakımından Gök Türk Devleti bütün Türk tarihi içinde model devlet olarak kabul edilmektedir. Çünkü Gök Türk tarihi üzerinden bütün Türk dünyası tarihini anlayabiliriz. Uygur, Karahanlı, Gazneli, Selçuklu ve Osmanlı devletleri bu model üzerinde yükselmişlerdir.” (s. 13) cümlesinden hareketle Türk tarihi açısından Gök Türklerin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz: tabii, yazarın sadece bu devlet dönemini anlatan bir kitabı olduğunu da ekleyeyim.
Kitapta, dikkatimi çeken ilginç bilgi ve tespitler de vardı. Bunlardan bazılarını ilk defa duymuş bazılarını ise çok önemli bulduğumdan bir kenara not etmiştim, paylaşmak istiyorum ki bunlar:
- “Birçok araştırmacı en eski Türk yurdunun Güney Sibirya’da olduğu konusunda hem fikirdir.” (s. 15)
- “Moğolistan’ın her tarafında Türklerin tarihteki ilk izleri olan kaya resimleri mevcuttur.” (s. 19)
- “Arkeolojik belgeler, özellikle kaya resimleri Türklerin ilk atalarının Anadolu’ya geldiğini göstermektedir.” (s. 23)
- “Kaya resimlerindeki çizgilerin somuttan soyuta doğru gelişmesinin ulaştığı son nokta tarihî bir Türk alfabesidir.” (s. 24)
- “A-shin-na bilindiği gibi Gök Türk hanedanının kurucu kabilesinin adıdır.” (s. 28)
- “Daha sonra kurulan devletlerde ve günümüzde de konuşulup yazılan Türkçe Gök Türkçenin devamıdır.” (s. 39)
- “… Hatta Bizans kaynaklarında Orta Asya’ya Türkiye denilecektir (582 civarı Menandros).” (s. 43)
- “… Genç kızları aldatanlar ağır bir şekilde mal ile tazminat ödemek zorunda bırakıldıktan sonra, o kızla mutlaka evlenmesi gerekirdi.” (s. 56)
- “Yaklaşık 2000 yıl Türkçede kullanılan toy XII. yüzyıldan itibaren yerini Moğolca kurultaya bırakmıştır.” (s. 64)
- “(Sibirya) … Türkçenin en temiz, en az değişikliğe uğramış, Eski Türk dili unsurlarını taşıyan kolları burada yaşamaktadır. … Yani Güney Sibirya Türklerinin kültür değerlerini bir ayna gibi tutarak Türk tarihinin ve kültürünün esaslı problemlerini çözebiliriz.” (s. 169)
- “… Türklerle ilgili yazılı kaynak öncesi ana kaynak Güney Sibirya bölgesidir. Türk tarihi burada başlar. … Kaynaklar açıkça Gök Türklerin Hunların kuzey boyu olduğunu vurgularken, efsanevi metinlerde de Yenisey bölgesinin, Altay Dağlar’ının adları açıkça geçer. Kısacası Gök Türklerin kökeni de Güney Sibirya havalisine dayanmaktadır. Altayların kuzeyi açıkça ifade edilir.” (s. 171)
- “… Moğol istilası Türk ve dünya tarihini değiştirdiği gibi Güney Sibirya’daki Türk kökenli toplulukları diğer Türklerden uzaklaştırdı.” (s. 171)
- “Ali Şir Neva’î ise, Ferhad ü Şirin adlı eserinin mevzuunu Harzm ve Hoten Türkleri ile Çinlilerin hayatından aldılar.” (s. 193)
Bu cümleler her ne kadar kısa cümleler olsa da arka planda anlattıkları ile dikkatimi çeken, bazılarını da ilk defa duyduğum cümlelerdi – yukarıda söylediğim gibi. – Fakat hepsi için ayrı ayrı düşünmek, yorumda bulunmak gerekiyordu ve bu yüzden cümleleri ayrı bir şekilde yazmak istedim. Birbirinden bağımsız konu başlıkları arasında yer alan bu cümleler, Türk tarihi açısından ayrı öneme sahip içeriğe ve bilgiye sahiptiler.
Türklerin Kökenine Işık Tutan Kitap: Eski Türk Tarihi Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme
Eski Türk Tarihi adlı kitapta, Çin tarihi hakkında oldukça fazla bilgi var: zaten Türk tarihini neredeyse Çin yıllıklarından veya Çinli tarihçilerin yazdıklarından öğreniyoruz. Kül Tegin yazıtı dahil olmak üzere eski Türk metinlerin birebir çevirilerine de eserde yer verildi, yine Çin kaynaklarının çevirileri de (örneğin s. 88) yer alıyordu. Ancak bir yerden sonra Çin tarihi hakkında o kadar bilgi verilmeye başlanmıştı ki, sanki Çin tarih kitabını okur gibi hissetmiştim ama Çin’i de tanımak lazım; çünkü o dönem açısından Çin’i bilmeden Türkleri yani bizi bilmek zor olacaktı.
Eserde İslam sonrası devletler hakkında da bilgiler vardı ancak çok fazla değildi; bana göre ya kitapta yer almamalıydı ya da daha ayrıntılı bir şekilde incelenmeliydi. Bu arada Sibirya bölgesinde yaşayan Türk boylarından bahsederken, bazı boyların hala Şaman dinine mensup olduklarını gördüğümde acaba bu boylarla devlet olarak iletişim neden kurmuyoruz, neden diyanet orada aktif olarak görev yapmıyor? diye düşünmedim değil.
Eski Türk Tarihi adlı kitapta Çinlilerin Türklere karşı yaptıkları hamleler üzerinde de duruldu. Örneğin “Verdikleri sözde durmayan Çinliler onların elli dört beyini başkentleri Ch’ang-an’ın ‘Doğu Pazarı’nda idam ettiler.” (s. 77) ve “… Sonradan Tardu, Doğu’nun işlerine karışınca, asker ve hayvanlarının su kaynaklarına zehir akıtan Çinliler, onun gücüne son verdiler.” (s. 128) ile “… Çinliler … en önemli noktanın farkına vardı. Bu nokta Gök Türk hanedan üyeleri arasında büyük bir anlaşmazlık olması idi.” (s. 87) cümleleri, tarihimiz açısından önemli cümlelerdir. İlk iki cümle, bağımsızlık peşinde koşan atalarımızın nasıl ve ne gibi hatalar ile yenilgiye uğradıklarını anlatırken; üçüncü cümle ise aslında en büyük sorunumuzun ne olduğunu bizlere gösteriyordu. En büyük zaafımız…
Yine de kitapta Türklerin gücü karşısından Çinlilerin durumunu özetleyen “… (Gök Türklerin saldırısında) çok korkan imparator, Chao prensi Kao’ya sarılarak ağlamaya başladı. Kaynakların ifadesine göre ağlamaktan gözleri şişmişti.” (s. 131) cümlesine yer verilmesi hoşuma gitti. Bunların yanında kağanların evlendikleri Çinli prenseslerin yaptıkları hainlikleri de (örneğin İ-ch’eng Hatun’un Hamlesi başlıklı kısım) uzun uzun anlatıldı.
Bozkırdan Çin Sarayına: Ahmet Taşağıl ile Eski Türk Tarihine Yolculuk
Kitapta Türk töresine ait bazı ayrıntılar da işlendi ki, bunlardan birkaçı özellikle dikkatimi çekmişti. Türklerin dünya sahnesine çıktığı anı anlatan efsaneden bahsederken geçen “Hayatta kalan çocukla kurt münasebet kurdular, kurt hamile kaldı.” (s. 28) cümlesi hayli ilginçti. “… Yeni Kağan, Türk geleneklerine uygun şekilde dul kalan üvey annesi İ-ch’eng prenses ile evlendi ve …” (s. 129) cümlesi de törelerimiz açısından ilginç bir ayrıntıydı. Bunun olumsuz sonuçlarından da bahsedildi.
Eski Türk Tarihi adlı kitapta gördüğüm ve okuduğum “Saymalı Taş”, böri, Juan – Juanlar yani Moğollar ve A-shih-na gibi ayrıntılar, okumaya ara verip araştırma yapmama iten kelimeler oldu. Bunlar hakkında ayrıntılar eserde var ama eksik olan resimlerdi: evet, kitabın geneline baktığımızda keşke bazı anlatılan yerlerin veya şeylerin renkli haritası da olsaydı, resimleri de olsaydı, diye düşündüm. Coğrafi olarak önemli şehirlerin de uzun uzadıya anlatıldığını gördük; bu şehirler haritada nerede, birbirlerine ne kadar uzaktalar? Bunları kafamda canlandıramayınca, yazılanın etkisi o kadar fazla olmuyor.

Ayrıca eserde 14 ve 15. asırda Türk dünyasına genel bir bakış ile Türk dünyasının o günkü sınırları anlatılmak istendi ama bu kitapta yeri neydi? Bunu da anlamış değilim.
Eski Türk Tarihi adlı kitapta bazı imla hatalarına da rastladım, bu tip önemli eserlerin daha dikkatli okunarak okuyucuya ulaştırılması gerekir diye düşünüyorum. Örneğin “Düyasına” yerine “dünyasına” olmalıydı (s. 38), “Hun” yerine “Han” yazmalıydı (s. 72), “il” yerine “li” yazmalıydı (s. 100), “ise” iki kez yazılmıştı bir kere yazılmalıydı (s. 118) gibi hatalarla karşılaştım. Bunun yanında bazı sayfalarda paragraf başları düzensiz bir şekilde sola yaslanmış bir şekilde başlamıştı (s. 52, 54, 135 gibi).
Yine bazı metin içeriğinde peş peşe gelen cümlelerde “bundan sonra”, “bu tarihten sonra” veya ilk cümlenin “özellikle”, ikinci cümlenin de “özellikle” şeklinde başlaması, okuma kalitesini düşürüyordu. Bazen de paragraf yapmayı unuttuğunu (örneğin s. 150) gördük. Hatta daha da ileri gitti: bazen tek paragraf içerisinde birbirinden farklı şeyler anlatılmasına rağmen paragrafları ayırmadığı veya birbiriyle bağlantılı iki paragrafın arasına alakasız başka bir şey yazarak paragraf eklediği (örneğin s. 150) gibi eksiklikler göze çarpıyordu. Ha unutmadan bazı yerlerde de noktalama işaretleri unutulmuş! (örneğin s. 157 veya 192).
Akademik mi, Popüler mi? Eski Türk Tarihi Kitabı Üzerine Düşünceler
Yine Eski Türk Tarihi adlı kitapta – ikinci paragrafta yazdığım üzere – çok fazla tekrar cümleler var ve bu okuma kalitesini düşürüyordu. Bu hatayı yazar çok sık yaptı: 33, 38, 53, 78, 85, 110, 114 (burada metinde yazanı dipnota da aynen eklemiş!), 141. sayfalar bu dediğime örnek olarak gösterilebilecek sayfalar ve gördüğünüz gibi sayıları fazla. Kitabı daha kalın göstermenin, boşa kitap sayfası basmanın anlamı ne?
Eski Türk Tarihi adlı kitapta “Li: Çin uzunluk ölçüsü olup, bir li yaklaşık 530 metreye eşittir” (s. 100) gibi teknik bilgileri de öğrendik; kapsamlı kaynakça kısmı ve indeks hoşuma gitti. Eser final bölümünde Karahıtaylar’ı anlatarak bitiyor ancak birden bitiyor, sanki devamı olması gerekirdi gibi… Yani, ne bileyim, bir sonuç kısmı olabilirdi.
Ahmet Taşağıl’ın Eski Türk Tarihi adlı eseri, Orta Asya’dan Çin’e uzanan geniş bir coğrafyada Türklerin siyasi ve kültürel gelişimine dair genel bir çerçeve sunuyor. Özellikle konuyla ilk kez tanışan okuyucular için yeterli olabilir. Ancak kitabın bazı bölümlerinde daha önce Taşağıl’ın başka eserlerinde yer alan bilgilerin tekrar edildiği, hatta kimi kısımlarda aynı cümlelerin yeniden kullanıldığı görülüyor. Bu durum, daha önce yazarın çalışmalarını takip etmiş okurlar için yeni bir şey sunmadığı hissini uyandırabilir. Yine de temel bir başvuru kitabı olarak Eski Türkler hakkında bilgi edinmek isteyenler için önemli bir başlangıç noktası olduğu inkâr edilemez.
İyi okumalar!
Eski Türk Tarihi adlı kitapta altını çizdiğim diğer önemli cümleler:
“Özellikle vurgulanması gereken bir başka Türk kökenli topluluk Sabarlardır. Batı Sibirya’dan kopup gelerek Kafkaslarda yaklaşık bir yüzyıl hâkim olmuşlardır. Sabarlar Bizans tarihi kaynaklarında özellikle gelişmiş teknolojileri ile ün kazanmışlardır. Ayrıca 520’li yıllarda İncil’in Türkçeye tercüme edildiği dahi bildirilmiştir. Üç yüzyıllık bir ömre sahip Hazar Kağanlığı farklı dinlere tanıdığı geniş bir hoşgörü ile tanınmıştı. Zamanın iki büyük imparatorluğu Bizans ve İslâm (Emevî ve Abbâsî) imparatorluklarını Kafkaslarda başarı ile durdurmuşlardır. 860’larda Peçenekler, bir yüzyıl sonra Uzlar (Oğuzlar), devamında Kuman – Kıpçaklar, Orta Asya’dan koparak Doğu Avrupa ve Balkanlara gelerek önemli tarihî roller oynadılar.” (s. 13)
“… 840 yılında çok kuvvetlenmiş olarak 100 bin süvari ile Kırgızlar, Orhun’daki Uygur başkentini basıp Büyük Uygur Kağanlığına son vermişlerdir. Bu olay Orta Asya tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Moğolistan coğrafyasını 50 – 60 yıl ellerinde tutan Kırgızlar, güçlerini kaybedip geri çekilince Orta Asya’nın doğusunda Türk kökenli hiçbir topluluk ‘Hâkim Güç’ olamamış ve böylece Türklerin ağırlık merkezi batıya kaymıştır. Sibirya tarihsel yönünü oynayıp, bünyesinde bulunan Türk kökenli kabileleri korumaya devam etmiştir. … Sibirya hâkimiyetinde bulunduğu devletler için ağırlığı olan bir bölge olmamasına rağmen, sığınma – korunma bölgesi olarak sessiz kalmış ve bu durum Sibirya hakkında yazılı kaynakların azlığına sebep olmuştur.” (s. 18 – 19)
“Ergenekon hayal ürünü mü yoksa gerçek mi? Eğer gerçek ise neresidir, diye artık ilmî bir tartışma yapılmalıdır. Hatta bu hususta geç kalındığı söylenebilir.” (s. 25)
“Bizans kaynağı Tactica da Gök Türklerin hür insanlar olduğundan bahsetmektedir.” (s. 46)
“Gök Türk Devleti’ni diğer kabilevi devletlerden ayıran en önemli özellik kamu hukukunun olmasıdır. … Devlet, hükümdar; yani kağandan önce gelmektedir. Bu sebepten ötürü Gök Türk yazılarında il (devlet) sözü kağandan önce zikredilmiştir.” (s. 48)
“Türk hükümdarı kanunları (töre) uygular, kendisi de uyar fakat kanun yapamazdı. … Kağanın icraatı millet tarafından meclis vasıtasıyla kontrol ediliyordu.” (s. 50)
“Orhun Kitabelerinde geçtiği üzere Gök Türklerde hükûmetin karşılığı ‘ayuki’ tabiriydi. … Memleket işlerinin asıl görüşülmesi gerektiği anlarda ayuk (hükûmet) devreye giriyor, bütün asıl meseleler o an için ayukta konuşuluyordu. … Gök Türk hükûmeti dokuz bakandan oluşuyordu. Bakanların yazıtlardaki karşılığı ise ‘buyruk’ idi.” (s. 54)
“Kurultay kelimesi, Osmanlı kaynakları içinde Yazıcızade Ali’nin İbn Bîbî’den yaptığı Selçuknâme tercümesinde geçer. İbn Bîbî^nin asıl metnine Yazıcızade’nin eklediği kısımda Oğuz boylarının töre gereği büyük kurultay toplayarak Osman Bey’i han seçtikleri belirtilir.” (s. 66)
“Hunların yıkılışından sonra çok sayıda Hun, Hsien-pi ve diğer kavimler Çin’in kuzeyine gelerek küçük devletler ve beylikler kurdular. Bu halkların hemen hepsi Çin içinde iki yüz yıllık süre zarfında Çin kültürünün etkisinde kalarak Çinlileşmişlerdir. Bu Çinlileşmede Budizm dininin de etkisi büyüktür.” (s. 71)
“617’de Tâng hanedanının kuruluşuna da Türklerin katkısı oldu. Ama kısa zamanda büyüyen T’ang hanedanı Çin tarihinin en büyük hanedanı olduğu gibi 630’da Doğu Gök Türk Devleti’ni, 659’da Batı Gök Türk Devleti’ni hâkimiyeti altına aldı.” (s. 71)
“Çin’de efsanevi imparatorlar döneminde dahi kuzeyli kavimlere yani Türklerin atalarına atıf vardır.” (s. 72)
“Diken batırma deyimi, burada Türklerin ve diğer kuzeyli kavimlerin kuvvetlenip, Çin’e tecavüz etmeleri anlamında kullanılmış olmalıdır.” (s. 91)
“Hsiao hanedanının M.Ö. 2205 – 1818 yılları arasında hüküm sürdüğü ve Çin tarihinin bilinen ilk hanedanı olduğu kabul edilmektedir. Adı geçen hanedanın kuruluşunda kuzeyli kavimler yani Mançular, Moğollar ve Hunların atalarıyla bağlantısı olduğu anlatılmaktadır. Yani bildirildiğine göre Çinlilerin nazarında bütün bu milletler, Hsiao-Hou’nun soyundan gelmektedir.” (s. 118, dipnot)
“… P’ei Chü’ye göre adı geçen Sogdlu, Kağan’a tavsiyelerde bulunmasa, saf ve dürüst olan Gök Türkler kolayca yıkılabilirdi.” (s. 130)
“… Bu şahıs isyana başlamadan önce iki bin kişilik mükemmel ok atan ve ata binen bir birlik oluşturdu; sonra bunları Gök Türkler gibi besleyerek, onlar gibi sulak otlakları takip ederek, oturup, kalkma, avcılık ve ata binme gibi meziyetleri öğrettirdi. Neticede Gök Türk askerî vasıflarını kazanan bu askerler ileride ona parlak zaferler elde etmesinde yardımcı olacaktır.” (s. 133)
“… Gök Türkler, hem Suei hanedanını kuşatmak suretiyle zayıflatarak, hem de gönderdikleri askerî yardımlarla T’ang hanedanının kuruluş aşamasında başarılı olmasını sağlayarak büyük katkı sağladılar. Dolayısıyla Çin tarihinin akış seyri değişti.” (s. 140)
“Çinliler tarihçiliğe büyük önem vermişler, tarihçilik bakanlığı tesis ederek önemli devlet adamlarını bu makamın başına getirmişlerdir. … 26 hanedan tarihinde toplam 4052 cilt (chüan) vardır. En küçük tarih 36, en geniş tarih ise 536 cilde sahiptir.” (s. 142 – 143)
“… bugün dünya jeopolitiğinin önemli bir kısmının oluşumunun sebebi de Türk göçleridir. Başka bir açıdan değerlendirme yaparsak, göçler sebebiyle Karadeniz’in kuzeyine, Suriye ve Mısır’a nihayet Anadolu’ya Türkiye adı verilmiştir.” (s. 154)
… zaman içinde boyların isimlerinin siyasi gelişme, savaş, kıtlık ve benzeri sebeplerle değiştiğine tesadüf ediyoruz. Yine bazen boylar birleşerek yeni isimler altında tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. Kimek + Kıpçak + Hun = Kıpçak, Sir + Tarduş = Sir Tarduş gibi örnekler gösterilebilir.” (s. 157)
“En eski devirlerden başlayarak şöyle bir sıralama yapmak mümkün olmaktadır:
- Hunlar zamanında Ting-ling’ler sonra Ogurlar.
- Tabgaçlar devrinde Kao-ch’e’lar (Kanglılar).
- I.Gök Türk devrinde Tölesler, 627’ye kadar.
- Fetret devrinde 627 – 648 arası Sir Tarduşlar.
- II. Gök Türk devrinde Türgiş ve Oğuzlar, Dokuz Oğuzlar.
- Uygur devrinde Dokuz Oğuzlar, Karluklar, Oğuzlar.
- Karahanlı devrinde Kıpçaklar.
- Selçuklu devrinde Türkmenler (Oğuzlar).
Büyük boy organizasyonları, yani çok sayıda boydan meydana gelen Türk toplulukları olarak gösterilebilir.” (s. 157)
“Bütün eksikliğine rağmen Çin tarihinde gerçek büyük ve sistemli imparatorluk Han hanedanı tarafından kuruldu. … İmparatorların sarayın içinde beyaz ipekli elbise, dışında ise sarı ipekli elbise giymeye başladıklarını görüyoruz.” (s. 160 – 161)
… bu devirlerde Uzak Doğu ile Batı dünyasının birbirinden haberdar olması gibi önemli bir sonucunun yanında, Budizm’in İpek Yolu’ndan giderek Çin’de müthiş bir ilerleme göstermesi de dikkatlerden kaçmamalıdır. Ayrıca Hint Yunan sanatı İpek Yolu’ndan ilerleme fırsatı bulmuştur.” (s. 164)
“Gök Türkler, Soğdlara o kadar güvenmişlerdi ki; 568 yılında İstanbul’a yolladıkları elçi Soğd kökenli Maniach ile kendilerini temsil ettirdiler. Bu bilinen tarihte Orta Asya’dan İstanbul’a gelen ilk resmi elçi idi. Hatta Soğdlu tacirlerin Sâsânîler tarafından öldürülmesi üzerine her iki ülkenin arası açılmıştı.” (s. 165)
“Orta Asya’da ise 751 yılında Ziyad İbn Salih’in kumandasındaki İslâm ordularının, Kao Hsiang-ch’e’nın yönettiği orduları Talas’ta yenmesiyle Orta Asya’da İslâm hakimiyeti zirveye ulaştı.” (s. 167)
“…. Hoten şehrinde Türk adetlerinin çok yerleştiğini gören Çinliler, halk yadırgamasın diye tayin ettikleri valiye Türk unvanı vermişlerdi.” (s. 191)
“El-Birunî’nin verdiği bilgiye göre yeşim taşı Hoten mıntıkasındaki iki vadiden çıkarılırdı. Bu vadilerden birine Kâş, diğerine Karâkâs denirdi. Bu taşın cinsine ‘Galebe Taşı’ adı verilirdi. Bundan dolayı Türkler kılıçlarını ve kemerlerini, atlarının eyerlerini, savaşlarda galibiyete ulaşmak için bu taşla süslerlerdi. … Firuzeden daha sert olan bu taş süt rengini andırır.” (s. 193)
“İlhanlılar döneminde Hotenli maliye memurları Diyarbekir bölgesine getirilmiştir. Diğer taraftan Kaşgarlı ve Hotenlilerin, Kayseri, Konya ve Niğde taraflarına yerleştirildikleri de bilinmektedir.” (s. 193)
“Mangışlar özellikle petrol, doğalgaz ve uranyum açısından çok zengin bir bölgedir. … Mangışlak’ta mimari eser olarak bazı kale harabelerine rastlanmakta, mescidlerin bir kısmının yerin altına inşa edildiği dikkat çekmektedir.” (s. 201)
“(Isık Göl Bölgesi) …. Türkler hakkında bilgi veren İslâm kaynaklarına ve bazı Türk destanlarına göre en eski Türk yurdu bu bölgedir. Mesela Oğuznâmeler’e göre Yâfes ilk defa İdil (Volga) ve Yayık (Ural) nehirlerinin kenarına gelip yerleşmiş, oğlu Türk ise Isık Göl civarında oturmuştur. Kırgız destanı Karahan oğlu Alman-Bet’te Isık Göl önemli bir yer işgal ettiği gibi Manas destanında da esas yerleşilen bölge Isık göl çevresidir. … Isık Göl bölgesinin en eski Türk yurdu olarak gösterilmesinin sebebi, buranın Orta Asya Türk tarihinde çok önemli bir yer işgal etmesinden ve Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğü’nün kaynaşma yeri olmasından kaynaklanmaktadır; ayrıca batı – doğu ticaret yolu Balasagun – Isık Göl – Kuça – Koço üzerinden Çin’e ulaşıyordu.” (s. 205)
“… Timur devrinde de önemli tarihi olaylara sahne olan Isık Göl bölgesine ziraat yapmaları amacıyla Anadolu’dan getirilen 30.000 çadır Kara Tatar yerleştirildi. Timur’un asıl niyeti Sirderya ile Isık Göl arasını ziraata açmaktı; fakat onun ölümünden sonra kuzeydeki Müslüman olmayan konar – göçerlere karşı durmak zor olacağı için bölge boşaltıldı.” (s. 206)
“İran ve Afganistan zaten yüzyıllardır Türk yurdu halinde idi.” (s. 212)
“Tarih sahnesine ilk defa IV. Yüzyılda çıkan ve Orhon Yazıtlarında ‘doğudaki Türk düşmanı kavim’ şeklinde tanıtılan Moğol asıllı Hıtayların (Kıtaylar-K’i-tan) anavatanları Mançurya’nın güneyidir. … Müslüman yazarlar tarafından putperest olarak tanıtılan Karahıtayların dinleri Budizm ile Şamanizm karışımı bir mahiyette idi. İbnü’l-Esîr ilk hükümdarlarını Maniheist olarak gösterir. Karahıtaylar, İslamiyet’i kabul etmemekle birlikte genelde bütün din ve inançlara karşı hoşgörülü davrandılar; son gürhan Ch’e-lu-ku’nun gizlice Müslüman olduğu da rivayet edilir. … Beş hükümdardan ikisinin kadın olması ilgi çekicidir ve kadınların toplumda önemli yer işgal ettiğini göstermektedir.” (s. 237)