Sultan Üçüncü Murad’ın Hayatı Üzerine

sultan-ucuncu-murad

sultan-ucuncu-muradYeryüzündeki devletlerin en büyüklerinden olan Osmanlı İmparatorluğunun 21. Padişahı olan Sultan III. Murad, bu muhteşem imparatorluğun ‘yükselme devrinin’ son hükümdarıydı. Söz konusu çalışmamızda bu hükümdarın Osmanlı imparatorluğuna yaptığı çalışmalardan  ve hayatından bahsedilere çalışmaya yön verilecektir. Dönemin ihtişamlı yaşantısı ve kendinden sonraki dönemlerde oluşan değişmelerin ilk örneğini Sultan Üçüncü Murad döneminde  görmüş olacağız.

SULTAN III. MURAT’IN HAYATI

2.Selim ile hasekisi Nurbanu Sultan’ın oğulları ve padişahın varisi olup, babasının Saruhan Sancak beyliği sırasında 4 Temmuz 1546 tarihinde Manisa’nın Bozdağ yaylasında dünyaya gelmiştir.[1] Nurbanu Sultan ‘un asıl adının Raşel olduğu ve Musevilikten Müslümanlığa döndüğü söylenir.[2] Nurbanu Sultan’ın anne ve babasının kimler olduğu ise kesin olarak bilinememektedir. 1558 tarihinde Şehzade Murad babası Karaman valiliğine tayin edilince dedesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Akşehir Sancak Beyliğine getirilmiş ve babasıyla amcasının taht mücadelesinde de Konya Muhafızlığı görevini yürütmüştür ( Bu III. Murad’ın bizzat iştirak ettiği tek muharebedir. ).[3]

1562 tarihinde Manisa Sancak Beyliğine tayin edilmiş ve 16 yıl bu sancaklarda valilik yaptıktan sonra padişah oluncaya kadar bu vazifede kalmıştır. Babası İkinci Selim’in ölüm haberi üzerine büyük oğul olduğu için Manisa Sancakbeyi olarak Sokullu Mehmed Paşa tarafından saltanata davet edildi. Manisa’dan Mudanya iskelesine gelen veliaht şehzade, gönderilen kadırgaya rastlayamadığından fırtınaya rağmen küçük bir gemiyle büyük tehlikeler atlatmasına rağmen yoluna devam etti. III. Murad İstanbul’a gelerek 28 yaşında, 1574 yılında tahta geçti.  Sarayburnu’nda kendisini karşılayan Sokullu’nun elini öpmek istediği fakat sadrazamın daha çabuk davranarak padişahın elini öptüğü rivayet edilir. Daha sonra yaptığı harekete pişman olan Üçüncü Murad’ın veziriazamına içten içe kızdığı, hatta yıllar sonra Sokullu’nun öldürülmesinde bu hadisenin de rolü olduğu ileri sürülür.

Tahta çıkan Sultan III. Murad, Fatih kanunnamesi gereği 22 Aralık 1574 (Ramazan ayı) Çarşamba sabahı, Osmanlı mülkünü devralır almaz ilk iş olarak ‘’nizam-ı âlem için’’ beşkardeşini boğdurttu[4] ve bundan iki gün sonra da bil milyon duka altını kadar cülus bahşişi dağıttı.[5] III. Murad zayıf iradeli ve muhtelif tesirler altında kalabilen bir şahsiyete sahipti. Yumuşak karakterli, merhametli, nazik, ikramdan hoşlanan, zeki, akıllı, hikmet sahibi, neşeli, kendi başına direktif vermekten hoşlanmayan, çabuk tesir altında kalan, sebatsız, tereddütlü, adaletli, çabuk sinirlenebilen ve böyle anlarda merhametsiz olabilen, zevke, içkiye, kadına düşkün bir padişah olarak tanımlanmıştır. Bu yüzden Sokullu Mehmed Paşa’nı sadrazamlığı süresince işler iyi gitmişse de onun vefatından sonra devlet idaresi Valide Sultanların ve bazı menfaatperestlerin tesiriyle daima kötüye gitmiş ve Osmanlı Devleti’nin duraklaması tam manasıyla III. Murad zamanında başlamıştır. 21 sene kapalı bir hayat yaşayan III. Murad, sarayında münzevi bir hayat yaşamış, son zamanlarına doğru Cuma namazlarını dahi Saray          Camiinde edâ etmeye başlamıştır. Meşru dairede kalmakla birlikte Osmanlı tarihinde en fazla kadınla meşru dairede yaşayan padişah unvanını alabilir. Tabii ki bu durum gayr-i meşru hayat yaşıyor manasına alınmamalıdır. Zira aynı zamanda şair olan III. Murad bir cihetten de mutasavvıftır ve Fütuhât-ı Siyâm ve Esrârnâme adlı iki tane tasavvufa dair eserleri de vardır. Kendini tasavvufa verdikten sonra bütün kötü alışkanlıklarını terk etmiştir. Onun kuvvetli bir tasavvuf kültürü aldığı, ruhen maneviyata çok bağlı olduğu da bilinmektedir. Padişahlığı sırasında hareketleri şeriat ve kanun dâhilinde olmuştur

SULTAN III. MURAT DÖNEMİ SOSYAL HAYAT

Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün ve sınırlarının en yüksek noktalara vardığı bu devirde eğlenceye karşı büyük bir düşkünlük başlamıştı. Memleket içinde, hatta Arap ve Acem ülkelerindeki güzel sesli ses sanatçıları, çalgıcılar, güzel konuşan, hoş sohbet kimseler, oyuncular, komedi ustaları sırasıyla çağrılarak padişahın toplantısına katılmaları sağlanmıştı. Bunların her biri hünerlerini sergileyip, avuç dolusu altınla ödüllendirilerek sevinç içinde yurtlarına dönmüşlerdi.Yapılan eğlencelere en çarpıcı örnek olarak veliaht – şehzade 3. Mehmed için düzenlenen Türk tarihinin en meşhur düğünü gösterebilir. Bu düğün Asya,  Avrupa ve Afrika hükümdarlarına da bildirilerek eğlence, soytarılık, yarış, silah talimleri harp oyunları, folklor gösterileri, Hristiyanlığın aşk oyunları, deniz tatbikatları, türlü rakslar, çeşitli müzikler, tarikat ayinleri, zamanın temsil adına ne varsa, ne akla geliyorsa hepsinden faydalanılmış ve benzeri görülmeyen bir ihtişam içinde gerçekleştirilmişti. Elli iki gün süren bir düğüne yeni doğan bir şehzadenin ölümüyle son verilmiştir.Bu arada sarayda rüşvetin ve haksız kazanç sahiplerinin çoğaldığı da görülmektedir. Bu devirde rütbe ve mevki dağıtımında da rüşvetin büyük rolü olduğu da gözlenmektedir.

Sultan Üçüncü Murad her ne kadar içkiye küçük yaşta başlamış, etrafına remil atanları ve müneccimleri toplamış, bunlara avuç dolusu altın saçmış, zamanını çevresindeki eğlence takımları, cüce ve maskaralarla, geceleri kadınlarla geçirmişse de[6] onun tasavvufi vadide şiir yazması ve tasavvufu bir sığınak olarak görmesi, bu sefahat âlemlerinden ıstırap duyduğunu göstermektedir. Üçüncü Murad, silah kullanmada ve ata binmede hüner sahibi idi. Ava çıkmaktan hoşlanırdı. Şehzadeliği sırasında da asma saatçilik öğrenmişti. Onun gençliğinde de resim yaptığına dair deliller vardır. 3. Murad Osmanoğulları’nın en bilginlerindendi. Devrinin ilimlerine vakıf, hatta bazılarında mütehassıstı. Dünya tarihi, özellikle devrindeki hükümdarların yaptığı savaşlarla ilgilenirdi. Her yeni şeye ilgi duyar, her şeyin mükemmel olmasını isterdi. Mal toplamak ve alışılmamış hediyeler vermekten hoşlanırdı. Bu yüzden vefatında oldukça yüklü bir miktar borcu çıkmıştı. Şeyhler, âlimler, şairler huzura çıktığında veya eser takdim ettiğinde çokça bahşişle karşılık görürlerdi. Üçüncü Murad’ın bazı geceler kıyafet değiştirerek halkın içine karıştığı da bilinmektedir.Ölüm sebebi olarak inme veya böbrek rahatsızlığı gösterilmektedir.  Cesedi Ayasofya Camii avlusunda Mimar Sinan’ın yaptığı türbeye defnedilmiştir.[7]

SULTAN III. MURAT ‘IN SEFERLERİ VE DÖNEMİN SİYASİ OLAYLARI

Sultan Üçüncü Murad her ne kadar ordusunun başında sefere çıkmadıysa da Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına bu devirdeki fetihlerde ulaştı. Devren en büyük fütuhatı Afrika’da yapıldı. Afrika kıtasının bütün kuzey kısımları Osmanlı Hâkimiyetinde bulunmasına rağmen sadece Fas sultanlığı müstakil bir devlet halinde bulunuyordu. Ancak son yıllarda Fas da taç ve taht kavgaları baş göstermişti. Fas Sultanı Portekizlilerle iş birliğine başlamış bulunuyordu, buna karşılık Fas tahtını ele geçiremeyen Abdülmelik Osmanlılara sığınıp kendisinin Fas Sultanlığına getirilmesini istemişti. İsteği kabul edilerek Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa’ya emir verildi. Fas ordusu mağlup edilerek Abdülmelik Fas Sultanlığına getirildi. Bu tarihten sonra Fas da Osmanlı hâkimiyeti başladı. Bu sırada saltanat iddiasından vazgeçmeyen eski Fas sultanı Portekizlilerden yardım istedi. Portekiz Kralı İspanyol, İtalyan, Alman, Fransız ve Papalık desteğinden oluşan 80bin kişilik büyük bir kuvvetle Fas’a geldi. Ramazan Paşa idaresinde 60bin kişilik Osmanlı ve Fas kuvvetleri Portekizlileri Vadi’s-Sebil Savaşında fena halde bozguna uğrattılar. Ramazan Paşa’nın askeri dehası sayesinde düşman ordusu birkaç saat içerisinde 20bin ölü ve 40bin esir vererek meydandan kaçtı. Portekiz Kralı muharebe alanında öldü. Muhteşem Portekiz hazinesi ve 360 kadar top da ganimet olarak ele geçirildi. Diğer taraftan zaten hasta olan Sultan Abdülmelik ise kazanmayı aklından geçirmediği bu savaşın zaferle sonuçlandığını görünce sevincinden oracıkta öldü. Muzaffer krallarını bekleyen Portekiz donanması karşısında 20bin savaş artığını görünce manen yıkıldı. Ramazan Paşa’nın emriyle Sinan Reis ’de hiçbir gemi kaybetmeden düşman donanmasını büyük bir bozguna uğrattı. Böylece sınırlarımız Atlas Okyanusuna kadar dayandı ( 1576 ).

Yazının devamını okumak için sonraki sayfaya geçiniz.

Lehistan Kralı ölünce memleket taht kavgasına düşmüştü. Avusturya ve Rusya kendilerinin gösterdikleri namzetlerin Leh Kralı olması için faaliyet gösteriyorlardı. Hatta bu maksatla Rusya kuvvet bile sokmaya kalkıştıysa da Osmanlı kuvvetlerini karşısında bulunca geri çekilmeye mecbur kaldı. Osmanlı Devleti için Lehistan çok ehemmiyetliydi. Bu yüzden diğer devletlerden daha atik davranıp nüfuzu kullanarak kendisine tabi Erdel Bey’i Bathory’i Leh Krallığına seçtirdi. Böylece Türk nüfuzu Baltık kıyılarına hatta İsveç sınırına kadar erişti. Lehistan bundan sonra vergiye bağlandı.[8]

III .Murad’ın cülusundan sonra hükümet idaresinin başında yine Sokullu Mehmed Paşa vardı. Ancak son zamanlarda saraydaki bazı şahısların tesiri ile Sokullu’ya olan itimat ve muhabbet azaldı ve hatta Sokullu’nun zevcesi İsmihan Sultan ve Valide Nurbanu Sultan olmasaydı belki de görevden azledilecekti. 3 padişah devrinde aralıksız sadrazamlık yapan Sokullu Mehmed Paşa Osmanlı tarihinde ehemmiyetli yeri olan bir devlet adamıdır. Aslen Bosna’nın Sakoloviç köyünden bir devşirmedir. Zekâ ve kabiliyeti ile yükselmiş, Kaptan-ı Derya’lık dâhil devletin çeşitli hizmetlerinde bulunmuştur. Bir savaş adamı olmaktan ziyade onun siyasi tarafının daha büyük olduğu görülür. Sultan Üçüncü Murad devrinde Sokullu’nun eski nüfuzunun kalmadığı anlaşılıyor.

III. Murad padişah olduğu zaman İran Hükümdarı Şah Tahmasb, Tokmak Han idaresinde bir elçilik heyeti yollayarak tebriklerini ve hediyelerini sunmuştu. Elçilik heyeti İstanbul’da gayet iyi karşılanmıştı. Fakat bir müddet sonra Şah Tahmasb’ın ölmesiyle İran’da taht kavgaları başladı. Bir ara Tahmasb’ın oğlu İsmail Şahlığı elde etti. Bunun zamanında Osmanlı İran dostluğu bozuldu. Şah İsmail Osmanlıya bağlı bazı Emirleri kendi tarafına çekmeyi başarmıştı. Osmanlı hükümeti Van Beylerbeyine talimat vererek orada huzurun sağlanmasını istemişti. İran’ın Luristan valisinin Osmanlı devletine sığınması zaten gergin olan ilişkileri daha da kötüleştirdi. Osmanlı devleti Avrupa ile Sulhlar yaparak İran ile meşgul olmaya başladı çünkü şah Osmanlılarla süren barışı terk ederek Doğu’daki Kürtleri aleyhimize kışkırtıyordu. II. Şah İsmail’de ölünde İran’da taht kavgalarının sürüp gitmesinden Osmanlı’lar istifade etmek istediler. Doğu’daki valilerinde durumunu müsait görüp ‘İran’a saldırmanın vaktidir’ yollu haberler üzerine Sultan III. Murad 1578 yılında İran’a harp açtı. O zaman Sokullu Mehmed Paşa daha yaşıyordu ve İran savaşına engel olmaya çalıştı. Sokullu Mehmed Paşa İran’ın geniş bir ülke olduğunu, galip gelinse bile halkının itaat altına alınamayacağını söylüyordu ki bunda ne kadar haklı olduğu sonradan anlaşıldı: Padişah kendisi sefere gidecek karakterde bulunmadığından ordunun başına Lala Mustafa Paşa’yı serdar tayin etti.  Lala Mustafa Paşa’nın asıl hedefi, Gürcistan’ı istila etmek olacaktı. Topladığı kuvvetlerle Gürcistan’a girip fetihlere başlayan Lala Mustafa Paşa, Tokmak Han idaresinde bir İran ordusunun üzerine geldiğini duyunca buna karşın maiyetindeki kumandanlardan Özdemiroğlu Osman Paşa’yı yolladı. Osman Paşa İran kuvvetleriyle Çıldır’da karşılaştı ve Tokmak Han’ı mağlup etti. [9]

Lala Mustafa Paşa Gürcistan içinde ilerleyerek Tiflis’i ele geçirdi ve Şirvan’a doğru ilerledi. Şirvan’ın bir kısmını zapt eden Lala Mustafa Paşa Özdemiroğlu Osman Paşa’yı Serdar tayin ederek kendisi Erzurum’a döndü. İran kuvvetleri Osman Paşa üzerine taarruza geçtilerse de mağlup olup geri çekildiler. Fakat İranlıların tecavüzü bitmiyordu. Kuvvetleri çok azalana Osman Paşa geri çekilmek zorunda kaldı. Muharebelerin İran lehine dönmeye başlaması üzerine Lala Mustafa Paşa, azledilerek, yerine Koca Sinan Paşa Serdar tayin edildiyse de kayda değer hiçbir muvaffakiyet elde edilemedi. Özdemiroğlu büyük bir gayretle İran savaşlarına devam ediyordu. Nitekim 1583 yılında Meş’ale Savaşı’ndan sonra İranlılar Şirvan bölgesini boşaltmak zorunda kaldılar. Yeni Serdar Ferhad Paşa büyük kuvvetlerle İran sınırına gelip bazı muharebeler yaptı: daha sonra Sadrazam ve Serdar tayin edilen Özdemiroğlu Osman Paşa ile beraber Tebriz’i almayı başardılar. Tebriz’e giren Osmanlı Ordusu Hasan Paşa Camii’nde Cuma namazı eda edilerek hutbede Sultan Üçüncü Murad’ın ismi okunmuştur.[10] Osman Paşa’nın vefatından sonra Ferhad Paşa 2. Defa olarak Serdarlığa getirildi. Ferhat Paşa’nın bu ikinci serdarlığında Osmanlı orduları bazı muvaffakiyetler daha kazandılar. Ayrıca doğuda Türkistan hükümdarı Özbek Han, İran’a saldırınca Şah Abbas Osmanlılardan barış istedi. 1590 yılında yapılan Ferhad Paşa antlaşmasına göre: Tebriz, Şirvan, Gürcistan, Dağıstan bölgeleri Osmanlılara verilecekti.  Bu antlaşma ile Osmanlı devleti doğuda en geniş sınırlarına ulaşmış oluyordu. Tebriz de yapılan tahrirler ve buraların mini rejim içerisine dahil edilmesi Osmanlı Devleti’nin kalıcı bir hakimiyet tesis etmek istediğini göstermesi bakımından önemlidir. Fetihten sonra burada görev yapan Cafer Paşa’nın bölge de imar çalışmasına girişmesi de bu isteğin en büyük göstergesidir.[11] Büyük kayıplar karşılığında alınan bu yerler Osmanlıların elinde fazla kalmayacak tekrar İranlılara geçecektir.

İran’la antlaşma yapıldıktan sonra İstanbul’da Yeniçeri ve Sipahi isyanları vuku buldu. Bu isyanlar her ne kadar ulufe ( Yeniçerilere 3 ayda bir verilen maaş ) yüzünden çıkmışsa da asıl sebebini devlet teşkilatının bozulmaya yüz tutmasında aramak daha doğru olacaktır. İlk defa 3. Murad devrinde Yeniçeri Ocağına rastgele kimseler alınarak kanun bozuldu. Yine ilk defa rüşvetle iş görülmeye başlandı. Askere ayarı düşük akçeler verilmek istenince Yeniçeriler, isyan ederek saraya yürüdüler. Asiler Defterdarın başını istediler. İstedikleri yerine getirilince büsbütün şımardılar. 1589 yılında meydana gelen bu olaya Beylerbeyi Vak’ası denmektedir. 3.Murad devrinde 1593 yılında da sipahilerin isyanını görüyoruz. Ulufelerin geri bırakılmasına kızan sipahiler saraya yürüyüp defterdarın kafasını istediler. Kendilerine nasihat etmek için gelenleri kovdular. İstanbul halkıda seyretmek için saraya doluşmuştu.  Halk dışarı çıkartılırken ‘Urun hâ!’ diye bir ses duyuldu. Saray muhafızları bunu padişahın emri sanarak asilerin üzerine saldırdılar ve 400 e yakın asiyi öldürdüler, diğerleri kaçarak kurtuldu.

Bosna Beylerbeyi Telli Hasan Paşa Avusturya topraklarına 1593 yılında büyük bir akın harekâtına girişmişti. Avusturya valilerinin Osmanlı sınırlarına tecavüzlerine karşılık yapılan bu harekât mağlubiyetle neticelenmiş komutan ile birlikte çok şehit verilmiştir. Bu hadise Osmanlı – Nemçe harplerinin başlamasına sebep olmuştur. Nemçe Savaşı’na Sadrazam Sinan Paşa gönderilmişti. Budin Beylerbeyi imdada giderek Nemçe ordusuyla harbe girdi ve mağlup oldu. Nemçeliler çok sayıda Macaristan kalesini ele geçirdiler. 1594 yılı baharında Estergon Kalesini muhasara altına aldılar; ancak muvaffak olamadılar. Kırım kuvvetlerinin yardıma gelmesine rağmen tam bu sırada Osmanlı Devleti’nin başına bir gaile daha çıktı: Osmanlı Devleti’ne tabi olan Erdel, Eflak ve Boğdan Beyleri Papa’nın teşvikiyle isyan edip Avusturya tarafına geçtiler. Tam bu sırada yani 1595 yılında Padişah III. Murad vefat eyledi. III.Murad’ın saltanatının sonuna doğru Osmanlı toprakları yaklaşık 19 milyon902 bin 191 kilometre kare idi. Bunu Avrupa’da Polonya, Afrika’da Fas dâhildir.

III. Murad zamanındaki Sadrazamlar arasında yılları sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa, Koca Sinan Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa ve Mesih Paşa’yı; diğer komutan ve devlet adamlarından Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, Damat İbrahim Paşa, Okçu-zade Mehmed Paşa ve Muallim-zade Nişanı Mahmud Çelebi’yi; şeyhülislamlar arasında Hamid Efendi, Ma’lûl-zade Mehmed Efendi zikredilebilir.[12]

SULTAN III. MURAT’IN HAYSİYETİ VE DÖNEMİN EKONOMİK DURUMU

III. Murad devrinde İmparatorluğun kudreti en yüksek noktaya çıkmışsa da gerileme sebeplerinin de açıkça ortaya çıkması bu devirde olmuştur. İkinci Selimden sonra Osmanlı padişahlarının çoğu ordunun başında sefere çıkmamış hatta saraylarında kapalı bir hayat yaşamışlardır. Tabiatı ile bu seferde etraflarını bir takım çıkarcı kimseler çevirmiştir. Üçüncü Murad bu padişahlardan biridir. Ancak onun avantajı sancakta yetişmiş olmasındandır. Daha sonraları şehzadelerin sancak beyliği yapma usulleri de ortadan kaldırılmıştır.

Yazının devamını okumak için sonraki sayfaya geçiniz.

Devlet idaresinin bozulma sebeplerinden biride padişahın kadınlara olan düşkünlüğü ve bu yüzden saray masraflarının büyük ölçüde olmasıdır. Üçüncü Murad, şehzadeliği sırasında kendisine cariye olarak takdim edilen Venedik’li bir valinin kızı olan Safiye Sultan ile evlenmişti. Aşırı bir şekilde bağlandığı bu kadından soğutmak padişaha özellikle annesi tarafından çok sayıda güzel kadın takdim edilmişti. Bu sebeple cariye nüfusu oldukça artmıştı. Söylentilere göre, bu yüzden tutsak pazarında cariye fiyatları 2 yüz – 3 yüz altından, 2 bin – 3 bin altına çıkmıştır. Vefatı sırasında 20 erkek, 26 kız çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Hatta öldüğü sırada hamile eşleri olduğu ( bazı tarihçiler 7 gece cariyesinin olduğunu yazmaktadır ) çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Osmanlı tarihini yazan yerli ve yabancı tarihçiler onun çocukları ve kadınları konusunda farklı rakamlar vermektedir. Bazılarına göre 102 çocuğu vardır. 106 ve 130 çocuğu var, diyenleri de görürüz. Her ihtimalde 100 ün üstünde çocuğu olan bu padişahın acaba nasıl bir Haremi vardır? Babası II. Selim’in hamamda cariyeleri kovalarken ölmesi üzerine tahta geçen Sultan Murat, dedesi Kanuni yerine babasının yolunu seçmişti.

Sultan III. Murat tahta çıkınca erkek kardeşlerini ‘Nizam-ı Âlem için’ boğdurtmuş, kız kardeşlerini ve babasının cariyelerini de eski saraya nakletmiştir. Başta annesi ve eşi olmak üzere saray kadınlarının, padişahın hocasının, şeyhinin ve başkalarının devlet işlerine müdahaleleri idarenin bozulmasına sebep olmuş, askeri teşkilat bozulmuş, akçenin değer kaybı üzerine düşük ayarlı sikke basılmış, bu yüzden Rumeli beylerbeyi öldürülmüştür. Bu Osmanlı tarihinde vuku bulan ilk büyük katildir. Yine bir defasında da ulufe dağıtımı sırasında sipahilere para kalmayınca divan2. Defa basılmış ancak duruma çabuk müdahale edilebilmiştir. Gerek padişah gerekse devlet erkânı mal tahsiline ve hazineye menfaat teminine çalışırken bazen müsadereye yönelmişler bazen de İstanbul’a gelen zahireye bahası verilmeden el koymuşlardır. Muharebelerin uzaması ve saray masraflarının çokluğu gibi sebeplerde hayat pahalılığını artırmıştır.

III. Murad’ın padişahlığı sırasında 11 defa sadrazam, 7 defa da şeyhülislam değiştirilmiştir. Böylece ilk şeyhülislam azli de bu devirde olmuştur. Yine bu dönemde divan ilk defa basılmış ve yine ilk defa olarak Defterdar öldürülmüştür. Sık sık sadrazam, şeyhülislam, kazasker değiştirme, sadrazamın nüfusunun azalması, nedim, mahrem, mabeyinci, sarayda görevli ulemanın tesirlerinin çoğalması, tımar ve zeametlerin sipahiler yerine çingenelere kadar verilmesi, saraya Yahudilerin girip çıkmaya başlaması, rüşvet ve zülumun artması, defterdar ve valilerin devlet malını yağma etmeye başlaması, yeniçeri ağalarının kendilerince seçilmeleri, yeniçeri saflarına yabancıların ve her çeşit insanın katılması, para ayarının bozulması, rütbe ve makamların rüşvetle dağıtılır olması, âlimlerin birbirini çekememesi devletin düzeninin bozulmasına sebep olmuştur.Devlet merkezinde otorite zaafa uğrayınca eyaletlerdeki beylerbeyi ve sancak beylerinin kanunsuz hareketleri baş göstermiş ve bunlarla rekabet edercesine hâkimlerde halkı soymaya başlamış bunun üzerine Anadolu’da sert tepkiler gösteren Celaliler türemiştir III. Murat zamanında Ceneviz, Venedik ve Fransızlara verilen kapitülasyonlar ile ticaret gemileri Osmanlı limanlarında ticaret yapma hakkına sahiptiler. 1583’de İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth bir elçi göndererek aynı imtiyazlardan faydalanmak istediğini belirtti. Venedik ve Ceneviz haricindeki kapitülasyonu olmayan devletlerin tüccarı, Fransız bayrağıyla Osmanlı limanlarına geliyordu. 1572’daki Bartalameos Katliamı yüzünden Katoliklerden yüz çevirmeye başlayan Osmanlı hükümeti, Papa’nın koyduğu stratejik harp malzemesi ambargosunu kırabilmek için Protestan olan İngiltere’ye yakınlaştı.[13] Böylece Akdeniz’de İngiliz-Fransız rekabeti başlamış oldu. Bu rekabetten Osmanlı Devleti de birçok siyasi menfaat kazanmış oldu.Hükümet idaresi gibi İmparatorluğun direklerinden biri olan ilmiye sınıfı da bu sıralarda bozulmaya başlamıştır. İktidar da bulunanların aksi görüşte olanların kâfir olduklarına dair fetvalar alınıp verilmiş, muhalifler zülüm görmüş ve tehdide maruz bırakılmıştır. İlmiye sınıfının terfilerinde ve kadıların tayinlerinde rüşvet ve iltimas rol oynadığında adli tayinlerdeki isabetsizlik ve haksızlık halkın hükümetten nefret etmesine ve âlimlerin karamsarlığa düşmesine sebep olmuştur. Hele ki 1592 yılından sonraki bilginlerin bilgileri dini bilgilerde ve edebi fenlerde sınırlı kalması, vezirlerin ve devlet ileri gelenlerinin çoğunun cahil kişiler olması sebebiyle işi çok yüklü devlet yönetimi gücünü yitirmeye başlamıştır.  Bu arada uğursuzluk gibi batıl itikatlarında oldukça revaç bulunduğunu görülmektedir. Mesela Siyavuş Paşa uğursuzluğu geçinceye kadar devlet hizmetinden uzaklaştırılmış, Budin valisi Mustafa Paşa sarayına ve cephaneliğine yıldırım düştüğü gerekçesiyle katlettirilmiş, Takiyüddün Mehmed Efendi’nin kurduğu rasathane de gökleri gözlemlemenin uğursuzluk getireceği gerekçesiyle yıktırılmıştır.

Bu devirde sağlam bir dış politika takip edilmeye çalışılmış, İngiltere ile iyi ilişkiler içerisine girilmiştir. İran harbinin başından itibaren Özbek hükümdarı Abdullah Han’a Safevilere karşı ortak bir hareket planı takip edilmesi hususunda teşvik ve telkinlerde bulunulmuş, Leh kralının tahta çıkması Osmanlı hükümeti tarafından temin edilmiştir. III. Murad zamanında il teşkilatı daha düzenli bir organizasyona kavuşmuştur. Sultan Murad her ne kadar bazen harcamalarda aşırılığa varmışsa da yine de devlet gücünün israfına izin vermemiştir. Bir ara Müslümanlara katı bir şekilde içki yasağı uygulamışsa da fakat sipahilerin taşkınlıkları üzerine her türlü düzensizlikten sakınmak şartıyla şarap içmeyi tazammum eden yeni bir emir kalmak zorunda kalmıştır. Bazı hayırlı teşebbüslere de padişahın çevresindekilerinin tesiriyle engel olunmuştur. Mesela Karadeniz’i Sakarya ve sapanca gölü üzerinden İznik körfezine bağlama projesi için 30bin işçi seferber edilmişse de halkın sıkıntı çekeceği şiddetli zülüm ile kazanç sağlamanın uygun olmadığı önemli mühimmatın yine gemilerle taşınabileceği bu sebeple gemi yaptırmanın daha uygun olacağı şeklinde padişaha başvurulunca donanma onarılıp çoğaltılarak bu işten vazgeçilmiştir.[14]

III. Murad tahta çıkınca Kanuni ve II. Selim devrinin de sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’yı yerinde bırakmıştır. Sultan Murad’ın tayinlerinde ne kadar isabet etmeye çalıştığını bu hadise göstermektedir. Buna diğer bir delilde tarihçilerimize göre Yavuz, Kanuni, Babür, Şah İsmail hükümdar kumandanlar hariç 16. Asırda yetişen Türk kara askerlerinin en büyüğü olan Özdemiroğlu Osman Paşa’yı da sadrazamlığa da getirmesidir.Şuan da adet haline gelmiş bazı şeylerin başlangıcı da Sultan 3. Murad zamanına uzanmaktadır. Bunlardan biri Şeyhülislam Bostanzade zamanında ilk defa olarak yılın 7 mübarek gecesi olan Regaip, mevlid, miraç, kadir, iki bayram ve berat gecelerinde gecelerin de camilerde kandil yakılmasıdır.Matbaa da ilk defa olarak bu devirde yurda girmiştir. Bunun için Osmanlı harfleriyle kitap basmak ve gümrük vergisinden muaf tutulmak üzere izin istenmiş ve alınan ferman da 1588 de basılan bir kitabın başına aynen konulmuştur.

SULTAN III. MURAT’IN SANAT ANLAYIŞI VE ÇAĞDAŞLARI İÇERİSİNDEKİ YERİ

Sultan III. Murad büyük dedeleri II. Murad, Fatih Sultan Mehmed, II. Beyazid gibi hattattı.[15] Bilhassa nesih ve talik yazı da mahareti büyüktü. Yazmış olduğu levhalar bugün hala elimizdedir. Bunlardan biri de İstanbul Yazı Sanatları Müzesi 255 numarada kayıtlı 26 cm çapındaki üzerinde 3.Murad’ın 4 mısralık hattı ile Kadirî kavuğu şeklinde resimlemesi bulunan levhadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi T. 5580 numaradaki Münirî Divan-ı’nın müstensihi de Üçüncü Murad’dır. Sultan Üçüncü Murad Halvetiye’nin Ahmediye kolunun şubesi olan Hasan Hüsameddin Uşakki’nin kurduğu Uşakkiye Tarikatına mensuptu. Yukarıda vasıflarını söylediğimiz levha onun kadiri olabileceğini de düşündürmektedir. Zaten o devirde yoğun bir dini faaliyet vardı.

III.Murad kelimelerin ruh ve anlamlarını bütün inceliklerini bilecek kadar uyanık ve bilgili bir insan olarak yetişmiştir. Türkçeden başka Arapça ve Farsçayı bu dillerde şiir söyleyebilecek kadar bildiği divanından anlaşılmaktadır. Sultan III. Murad’ın mahlası ‘Muradi’dir. Bunu bazen ‘Murad’ şeklinde de kullanmıştır. Sultan III. Murad şiirlerini diğer Osmanlı padişahları gibi sade ve basit bir dille söylemiştir. Oldukça işlek bir şiir tekniğine sahiptir. Şiirlerinde Arapça ve farsça kelime kullanmakla beraber terkiplere fazla rağbet etmemiştir. Sanat yapma endişesi yoktur. Adeta konuşur gibi bir şiir yazma tekniğine sahiptir. Üçüncü Murad şiirlerinde kâinatın hakikat sırlarını ortaya koymuş yer ve gökteki yüce sanat eserlerine bakarak Cenab-ı Hakk’ın azamet ve kudretini bir kere daha ifade etmiştir. Vahdet-i Vücudu ispatlar mahiyetteki bu sözlerin çoğu güzel ve zarif sözlerdir. III. Murad şiirlerinde yaşadığı inanç dünyasını aksettirmeye çalışmış, dünyanın faniliğini, cihanın süsünün geçiciliğini, tevekkülü, teslimiyeti ve vuslatı dile getirmiştir.

Sultan Üçüncü Murad’ın şiirlerinden özellikle gazellerinin mahlasını söylediği makta beyitlerinde aşırı bir övünme görünmektedir. Öyle ki o marifet dükkânını Attar’ın[16] hocasına kuşdilinde söyletecek biçimde açmıştır. Onun şiirlerindeki rumuzları Şeyhi Basri[17] bile bilemez. O bir aşk ehlidir. Onun açıkladığı müşkilleri anlayanlar için dahi kıyamete kadar menkıbe yazılsa yeridir. Sultan Üçüncü Murad şiirlerinde aşkı, sözlerinin gücü, mantığı, manevi kudreti, nefesi, duası, inayeti ile övünmektedir.

Yazının devamını okumak için sonraki sayfaya geçiniz.

Sultan III. Murat’ın Tasavvuf Anlayışı

İyi bir tasavvuf kültürüne sahip olan Sultan Üçüncü Murad İslam halifesi olduğu halde şiirlerinde 4 halifeden de pek bahsetmemektedir. Bir beyitte Ali ve Ömer, birinde Haydar ve diğer birinde de Mürteza isimleri geçmektedir.  Divan’da İbrahim Edhem’den başka veli adına da rastlanmamıştır. Sadece bir beyitte Şeyh-i Basri ismi geçmektedir.

Sultan III. Murat’ın Divan Özellikleri

Osmanlı sultanları, diğer şairlere numune olacak derece de ve üç dilde tarih düşürmüşlerdir. Sultan Murad’ın da en güzel tarih, mısra ve beyitleri vardır. Ancak bu bazı yerler ve hadiseler için düşürülen tarihler divanda yoktur. Oldukça hacimli bir eser olan Muradî divanında 1567 gazel, 1 Muhammes, 49 Mesnevi, 38 kıta ve 47 müfret vardır. Bundan hareketle Muradî için rahatlıkla bir gazel şairidir diyebiliriz. Muradî divanındaki mülemmaların sayısı da hayli fazladır. Divanda Arapça – Türkçe olarak 81 mülemma gazel, 4 Mülemma mesnevi, 1 Nazım: Arapça – Farsça – Türkçe olarak bir gazel: Arapça – Farsça olarak bir gazel yer almaktadır. Divanda 23 vezin kullanılmıştır. Divan edebiyatımızda bu ölçüde bu vezne müracaat eden şair sayısı fazla değildir. Eserde ‘Mukattaat’ başlığı altında kısa şiirler yer almaktadır. Muradî divanının beyit sayısı 8398 e ulaşmaktadır Aruza hâkim olan Muradî’nin şiirlerinde bazı vezin hatalarına da rastlanmaktadır. Türkçe kelimelerin vezne intibakı sırasında yapılan imaleler çok defa onun şiirine ahenk kazandırmıştır. Kafiyelerinde rediflerden oldukça istifade eden Muradî daha çok tam kafiyeyi kullanmıştır. Sultan Murad şiirlerinde halk deyimleri ve iktibaslara da yer vermiştir. Sultan III. Murad’ın şiirlerinde Yunus, Hoca Dehhani, Nesimi, Süleyman Çelebi, Fuzuli ve Baki’nin izleri görülmektedir. Ruhî, Bakî ve Nabî gibi şairlerin bazı beyitleri onun şiirlerini hatırlatmaktadır.[18]

SONUÇ

III. Murad’ın babasından farkı, iki yönde kendini göstermektedir: Birincisi, babası kendi hayatını yaşarken, devlet işlerini tamamen Sokullu Mehmed Paşa gibi liyakatli devlet adamlarına bırakmıştı. III. Murad ise, hem Saray’da kendi hayatını yaşıyor ve hem de devlet işlerini vasıflı devlet adamlarına bırakamıyordu. İşte bu boşluktan istifade eden örneğin Valide Sultân Nurbanu, Kadın efendi Safiye Sultân ve kalfa Canfedâ devlet işlerine de karışmaya başlamışlardı. İkincisi, babası II. Selim’in en azından gençliğinde de olsa gayri meşru denebilecek bazı fiilleri işlediği söylenmektedir. Ancak III. Murad, babasından farklı olarak hem Arapça ve Farsça şiir yazacak kadar âlim ve hem de hayatında gayri meşru hiç bir iş yapmayacak kadar da takva sahibi idi. Onun en büyük kusuru, meşru daire içinde de kalsa, kadınlar konusundaki suiistimalidir. Yine de Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme Dönemi son padişahı olması ile imparatorluğun en büyük sınırlarına ulaştığı dönemin padişahı olması sebebinin yanında özel hayatı, eğlenceleri, eserleri hasebiyle araştırılması gereken farklı padişahlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Akademik ödevi

– Arkadaşım tarafından yazılmış olup, içeriğin derlenmesinde ona yardımcı olduğum için blogumda paylaşıyorum.

Kaynakça:

[1] Halil Gürdal, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı,İstanbul 1999,s. 164

[2] Mehmet Öz,Kanun-i Kadimin Peşinde Osmanlıda Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları,İstanbul 2013,s.67.

[3] Ahmet Kırkkılıç, Sultan Üçüncü Murad, İstanbul 2003,S.167.

[4] Önder Şuşoğlu, Destan Of The Kalleşlik, Kum Saati Yayınları, 1.b, 2006, s.57

[5] H. Ahmet Kırkkılıç, Sultan Üçüncü Murad, s. 5 Ankara

[6] Bilinmeyen Osmanlı, Ahmet Akgündüz, OSAV Yayınları

[7] Uğur Tanyeli, ‘’III. Murat Türbesi’’, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul1994

[8] İsmail Hakkı Uzunçarşılı,  Osmanlı Tarihi III. Cilt, 1 s 56 , Ankara,  2003

[9] Gürdal a.g.e  c.1,  2007, s. 138

[10] Orhan Kılıç, 16 – 17. Yüzyıllarda Van ( 1548 – 1648 ) , 1997, 46

[11] Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi ( Hazırlayan: Mümin Çevik ), c. 1- 2, İstanbul, 1986, 574

[12] Bekir Kütükoğlu, ‘’Murad III’’, İA,  s. 615

[13] ‘’Osmanlı’nın Hayaleti” s. 149, Yeditepe Yayınevi. (2005).

[14] Necdet Sakaoğlu, “Bu Mülkün Sultanları”, Oğlak Yayınları, İstanbul, 1999, s. 161–180

[15] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), İstanbul, 2003 s.200

[16] Ahdi Ahmet Çelebi, Gülşen-i Şuara, Milli Kütüphanesi, 774

[17] İsmail Erünsal, Tercüman 1001 Temel Eser, 2 c.

[18] Ahmet Kırkkılıç, Sultan Üçüncü Murad, 48

BİBLİYOGRAFYA

AKGÜNDÜZ, Ahmet, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 2002.

ÇELEBİ, Evliya, Evliya Çelebi Seyahatnamesi ( Hazırlayan: Mümin Çevik ), c. 1- 2, İstanbul, 1986, s.574.

İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (13001600),  İstanbul, 2003.

KILIÇ, Orhan, 1617. Yüzyıllarda Van ( 1548 – 1648 ) ,  İstanbul 1997.

KIRKKILIÇ, Ahmet, Sultan Üçüncü Murad

KÜTÜKOĞLU, Bekir, Murad III, İA

SAKAOĞLU, Necdet,  Bu Mülkün Sultanları, İstanbul 1999

ŞUŞOĞLU, Önder, Destan Of The Kalleşlik Ankara  2006

TANYELİ, Uğur, ‘’III. Murat Türbesi’’, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994 s.67.

UZUNÇARILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi III, Ankara, 2003.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık