Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki adlı eser, uzun zamandır ara verdiğim okuma serüvenine, 52 sayfalık küçük hacmiyle ancak ecdadımızın büyük fedakârlıklarla kazandığı zafer sonrası askerlerimizin yaşadıklarını anlatan derin içeriğiyle yeniden başladığım o ilk adım oldu diyebilirim. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından yayımlanan eser Türk gazeteci, yazar, siyasetçi ve diplomat Ruşen Eşref Ünaydın tarafından kaleme alınmıştır. İlk baskısını 1960 yılında yapan eserin elimde 2023 yılında Türk Tarih Kurumu Yayınları tarafından yayımlanan 4. baskısı yer alıyor ve TTK mağazasında kitabı 9 TL gibi çok düşük bir fiyatla satın alabiliyordunuz.
Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki (İngilizce başlığı şu şekilde verilmiş: Those Who Fought in Çanakkale Told), içeriğinde yazarın birebir görüştüğü 5 askerin Çanakkale savaşında yaşadıklarını anlatan kısa 5 farklı anı ile bir mektup ve bir köşe yazısından oluşuyor. Eserin önsöz kısmı yok çünkü yazar önsöz yazmaya niyetlenmiş ancak ömrü yetmemiş; bunu sunuş kısmında yer alan “… Ne yazık ki ölüm bu önsözün yazılmasını engelledi. Rahmetlinin yazamadığı bu ‘önsöz’ yerine ben, eserin mahiyetini biraz olsun açıklamak amacıyla bu kırık dökük ‘sunuş’u yazmak ödevini aldım.” sözlerinden anlıyoruz.
Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki: Kitabın Tarihçesi
Önsöz yerine kitapta tarihsiz bir sunuş başlığı yer alıyor; bu kısım öğretmen, gazeteci, yazar, bürokrat ve aynı zamanda Türk Tarih Kurumu’nun eski genel müdürü olan Uluğ İğdemir tarafından kaleme alınmış. İğdemir kitabın içeriğini bu kısımda “… Ünaydın’ın Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki adını verdiği bu kitapçığa alınmış olan ilk beş yazı, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında ve 1918’in ilk yarısında Yeni Mecmua’nın 18 Mart 1915 zaferinin yıl dönümü münasebetiyle çıkan olağanüstü sayısında yayınlanmıştır (s. sunuş)” sözleriyle anlatıyor. Kitapta yer alan dipnottan anladığım kadarıyla bu tarihte 1918 yılına denk gelmekte yani kitapta yer alan anılar ilk olarak 1918 yılında yayımlanıyor.
Bu baskıda yer alan bir mektup ve bir yazı konusunda ise İğdemir şu ifadeleri kullanıyor: “… Rahmetlinin ‘Çanakkale’yi Tavaf’ adını verdiği diğer iki yazısı ise, 1950 yılında Ankara’da Çanakkaleliler Dayanışma Derneği tarafından 18 Mart Zaferinin 35’inci yıl dönümü dolayısıyla çıkarılan Çanakkale adlı dergi için Atina’dan yazdığı bir mektupla bir yazıdır (s. sunuş).” Buradan da sonradan eklenen söz konusu yazıları 1950 yılında yazılıp yayımlandığını görüyoruz.
Ruşen Eşref Ünaydın, Türk Tarih Kurumu’nda görev yapmasının yanında, yaşadığı dönemde Gazi Mustafa Kemal ile de yan yana gelen, onunla birlikte çalışan bir isim: “Harf inkılabı başlangıcında Gazi Mustafa Kemal bir gün Çanakkale’ye gitmişti. Yanında bulunanlar arasında ben de vardım.” (s. 44).
Yazar kitaptaki mülakatları bizzat kendi askerlerimiz ile yapmış ve kayıt altına almış. Sunuş kısmında bu durum “Kitaptaki mülakatlar kahramanlarının ağızlarından çıktığı gibi not edilmiş, yazarın kendisi tarafından bunlara bir tek kelime katılmamıştır. … 43 yıl önce çıkmış olan bu yazılardaki Türkçenin sadeliği ve güzelliği üzerinde durmak yerinde olur. Tasvirler çok canlıdır.” sözleriyle anlatılıyor. Örneğin askerlerin “Bilemeyom” (s. 6) gibi kullandığı kelimeleri, söylendiği gibi aynen aktarmış. Yine de anlatımı yaparken bazı kelime hataları, tırnak işaretlerinin doğru verilmemesi gibi ufak hatalar da göze çarpıyordu.
Cepheden İlk Ağızdan Anılar
52 sayfalık Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki adlı eserin içeriğinde çok anlamlı bulduğum kısımlar da oldu. Örneğin İngilizler hakkındaki, cephede savaşan ecdadımızın “Hiç on para etmez İngiliz” (s. 3) ile “… Askeri korkaktır, yani… Denizden gücü çoktur. Yoksa karada yüzü yoktur. Bir kere Türk’ün askerini gördü mü, gerisi geriye kaçmaya yüzü yeter; yoksa başka bir şeye yetmez.” (s. 12) tespitleri önemliydi. Dedelerimiz İngilizlerin ne olduğunu çok iyi anlamış ve ona göre hareket etmiş diye düşündüm.

Bunun yanında dedelerimizin savaş esnasında inançlarını korumak adına nasıl hareket ettiklerine yönelik ifadeleri de önemliydi: örneğin, “… Zabitlerimiz bize tembih ederdi ki: ‘Oğlum, Salâten Tüncina’yı okuyun’ derdiler. Bilenlerimiz okurdu. Bilmeyenlerimiz de tekdir alırdı.” (s. 13) cümlesinden anlıyoruz ki askerlerimiz güçlü olmak için imanlarını da sürekli kullanıyor, inançlarını kaybetmemek adına ruhlarını da kalplerini de desteklemeye gayret ediyorlardı. Buna rağmen yazarın ısrarla askerlere “şarkı markı söyler miydiniz, eğlenir miydiniz?” sorularını sorması da garipti. Yani, ne alaka?
Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki adlı eserde kaymakamlara da rastlamak güzel oldu. Savaştaki rollerini anlamak adına anlamlı olan bu cümleleri okurken, bu mesleğin tarihinde ne kadar önemli görevler üstlendiğini görmek, güzeldi. Örneğin “… bizim mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey tarafından aldığı emir üzerine ateş ediyor.” (s. 30) ve “… giderken, İngiliz, Mıntıka Kumandanı Mahmut Bey’e demiş ki: ‘Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okudum. Bu defa da cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakârlıklarını bilemezdim. Bu derecesini İngiliz bile yapamaz.” (s. 32) sözleri, kaymakamların savaş içindeki önemi ve İngilizlerle münasebetlerine yönelik anılar olarak gösterilebilirdi.
Kitapta yazarın bir tespitine sonuna kadar katılıyorum: “Yenenler izsiz, yenilenler belli.” (s. 45) cümlesini okuduğumda, içim cız etti diyebilirim. Bu tespitteki ironi çok acı; vatanı işgal etmeye gelenlerin (yenilenlerin) bile geride isimleriyle anılan “belli” bir izi varken, vatanı savunan kahramanlar (yenenler) bu uğurda her şeylerini feda ederek “izsiz” kalmışlar. Onlar, vatanı korumak için o toprağın kendisine dönüşmüş, bireysel izlerini kaybetmişlerdir. Onların izi, bir mezar taşında değil, kurtardıkları vatanın her karışındadır.
Peşi sıra “Bir gün bu geçitte Türkler durdular; düşmanlarının zorlu inadını kırdılar; dünyayı buradan öte aşmağa bırakmadılar!” (s. 52) cümlesini okumak ise yine ecdadımızla ne kadar gurur duysak azdır, dedirtti.
Kitaba sonradan eklenen son yazıda yazar, savaşın insani boyutuna, toprakların kutsallığına ve Türk askerinin gösterdiği “ölmez ruh” ve “büyük fedakârlık” temalarına yoğunlaşır. Savaş alanının bıraktığı izlenimler üzerinden, okuyucuya Çanakkale ruhunun ne anlama geldiği ve gelecek nesiller için taşıdığı önem hakkında son ve güçlü bir mesaj vermeye çalışır. Ancak dönemin yansımasından mı olsa gerek araya serpiştirdiği “Milletin altın talihi gibi sarışın başın, ey Anafartalar kahramanı, bize bu dağlardan doğdu… Yaşatıcı hava ve aydınlatıcı ışık yeryüzünü nasıl kaplıyorsa, o günden beri senin hizmetlerin de yurdu öyle kapladı. Türk ülkesinde ne yana baksak, gözümüzde ve gönlümüzde sen varsın, ey Kemal!” (s. 52) cümlesi, ana temanın dışında olan bir güzelleme olarak dikkatimi çekti diyebilirim.
Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki adlı eser, güzel bir düşüncenin ürünü ancak daha da geliştirilebilirdi dedirten bir kitap. Örneğin daha fazla askerle birebir görüşülebilirdi: bunun yanında askerlerin düşüncelerinin aynen aktarılması, doğru ve anlamlı bir yöntemdi. Kitapta anıların sayısının az olması, konu hakkında keşke daha fazla kişiyle mülakat yapılsaydı dedirtti.
Son tahlilde iyi ki okumaya dönüşümü bu 52 sayfalık eserle yapmışım dedim. Hem ecdadımı andım hem de okuma tutkumu yeniden alevlendirdim. Yine de kitabın ilk sayfasında yazdığı cümle ile yazımı sonlandırmak istiyorum; aşağıya da o dönem Türkçesinde kullanılan ancak günümüzde unutulan bazı kelimeleri ve anlamlarını yazmak istiyorum: “Her satırı bir destan olan bu küçük eserin de Türk gençliği tarafından zevkle okunacağına inanıyorum.”
İyi okumalar.
Mecruh gitmek: Yaralı halde gitmek. (Mecruh: Yaralı)
Mündemiç: İçine alınmış, kapsanmış, içinde bulunan.
Kânunusani ayı: Ocak ayı.
Tahassüsat: Duygular, hisler. (Tahassüs kelimesinin çoğulu)
Vazife-i Vicdaniye: Vicdan görevi, vicdanın emrettiği görev.
Muttasıl: Aralıksız, sürekli, birbirine bitişik.
Maatteessüf: Üzülerek, maalesef, ne yazık ki.
Şayan-ı Hayret: Hayret edilecek, şaşılacak, şaşkınlık verici.
Mülahaza: Düşünce, fikir, göz önünde bulundurma, değerlendirme.
Desiseler: Hileler, entrikalar, gizli oyunlar. (Desise kelimesinin çoğulu)
Vesaik: Belgeler, evraklar, dokümanlar. (Vesika kelimesinin çoğulu)
Tarassut: Gözetleme, izleme, dikkatle denetleme.
Sergüzeşt: Macera, başından geçen olaylar, serüven.
Tetevvüç etmek: Taç giymek, taçlandırılmak.
Şayan-ı Dikkat: Dikkate değer, dikkat çekici, önemli.
İnkişaf etmek: Gelişmek, açığa çıkmak, ortaya çıkmak.
Menakıp: Bir kişinin veya nesnenin üstün nitelikleri, faziletleri. (Övgüye değer hayat hikayeleri/menkıbeler.)
Mevrûs. Miras kalmış, kalıtsal, atalardan geçmiş.