Dalâletten Kurtuluş

Dalaletten Kurtuluş İmam Gazali

Dalâletten Kurtuluş veya orijinal adıyla El munkizü min – ed – dalâl (kitap kapağında böyle yazıyor ancak doğru yazılışı sanırım El Münkız mine’d-Dalâl şeklinde olmalıydı) adlı kitap, Îmam-ı Gazzâlî (bundan sonra sadece Gazali yazacağım) tarafından kaleme alınan, din ve tasavvuf – mezhepler kategorisinde değerlendirebileceğimiz önemli bir eser. Onur Kitap Yayınları tarafından basımı yapılan bir nüshasının elimde bulunduğu kitabın yaklaşık 79 sayfalık hacmine karşılık dopdolu bir içeriğe sahip olduğunu söylemem lazım. Söz konusu baskısını güvenilir kitap siteleri üzerinde bu yazıyı yazdığım sıralarda yaklaşık 53 TL gibi bir fiyata satın alabiliyordunuz.

Dalâletten Kurtuluş adlı eserin orijinali olan El Münkız mine’d-Dalâl ülkemizde farklı yayınevleri tarafından farklı isimlerle farklı tercümanlara tercümesi yapılarak okuyucuyla buluşturulan bir kitap. İlk kez 1117 yılında yayınlanan El Münkız mine’d-Dalâl adlı eserin ülkemizde “Dalâletten Hidâyete”, “Dalâletten Kurtuluş”, “Hakikat Arayışı”, “Arayışlar Kitabı”, “Hakikate Giden Yol” başlıklarına sahip farklı yayınevlerinden yapılan baskıları ile karşılaşabilirsiniz. Ayrıca kitabın El-Munkızu Mine’d Dalal ve Tercümesi ve el-Münkız Mine’d-Dalâl (Türkçe-Arapça) şeklinde baskıları da mevcut. Zaten ülkemizde Din (İslam) türünde Dalâletten Kurtuluş adlı bu kitabın en çok okunan ilk 50 kitap arasında yer aldığını söylesek yalan olmaz.

Dalâletten Kurtuluş Kitap İncelemesi

Dalâletten Kurtuluş, Onur Kitap tarafından Tasavvuf Kitapları serisi adı altında basımı yapılan 2. eser olarak raflarda yerini almıştı. Kitabın önemli bir özelliği dikkatimi çekti: Onur Kitap Yayınevinin sahibi olan A. Onur Şenyurt isimli kişi kitabın hem genel yayın yönetmeni hem sadeleştireni hem sayfa ve kapak tasarımlarını yapan kişi olarak geçiyor. Tek başına uğraşmış yani… Ancak kitabın tercümesini kimin yaptığını, tercüme ederken Arapça orijinal kaynaktan mı yoksa farklı kaynaklardan mı yararlanıldığını bilemiyoruz. Yine kitapta bir otobiyografi olmadığını, yayınevinin herhangi bir not veya bilgi paylaşmadığını ekleyeyim.

Tek sayfalık ayrıntılı bir içindekiler kısmından sonra bizleri yayınevi tarafından hazırlanan Önsöz karşılıyor. Bu kısımda Gazali’nin hayatından bilgiler verilirken yazar ‘’Gazali yaşadığı asırda Şafii fukahasının en yükseği olup, parlak bir zekaya, üstün bir belagat ve talaka sahipti. İlmiyle ve faziletiyle mümtazdı.’’ (s.6) sözleriyle tanıtılıyor. Bu kısma önsöz demek yerine giriş kısmı denseydi ve son kısmına yayınevi ve yazının yazıldığı tarih eklenseydi, daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Gazali, kitabına besmele ile başlıyor. Daha sonra peygamberimize hamd ederek devam ediyor. Bu arada Dalâletten Kurtuluş adlı eserin içeriğinin Gazali’ye soru soran bazı kişilere yazar tarafından verilen cevap olduğunu ‘’Eski alimlerden bazıları kendilerine tevcih edilen suallere bir risale ile cevap verirlerdi. İmam-ı Gazali hazretlerinde de bu adet vardı. Birçok eserlerinde olduğu gibi bu eserini de kendisinden sorulan suallere cevap olmak üzere te’lif etmiştir.’’ (s.9) sözleri ile öğreniyoruz. Yazar ilk kısımda kendisine sorulan 3 adet soruya ayrıntılı cevap vereceğini söyledikten sonra her sorunun cevabını ayrı ayrı vererek okuyucuyu bir yolculuğa çıkartıyor (Soruya konuşarak cevap vermek yerine sayfalarca yazarak cevap vermekteki asalete bakar mısın? Çok iyi).

Gazali, Dalâletten Kurtuluş adlı kitabında hakikate nasıl eriştiğini, hangi süreçlerden geçtiğini ve yazıyı yazdığı güne nasıl ulaştığını kısa kısa anlatmakta, sorulara cevap vermekte, bazen sorulara kendi de sorular ekleyerek bu soruları cevaplamakta, nihayetinde bazı fırkaları inceleyip tenkit ederek eserini oluşturuyor. Bu kısımda yazar ‘’Her fırka da kendisinin doğru yolda olduğunu zanneder.’’ (s.10) diyor ve ekliyor ‘’Hz. Resulullah: ‘Yakında ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların içinde yalnız bir tanesi kurtuluş fırkasıdır.’buyurmuştur.’’ (s.10). Yani yazar temelde sorulara cevap verse de aslında fırkaların hatalarını anlatarak felsefenin tehlikesi üzerinde duruyor. Hatta felsefe nedeniyle fırka sayısının daha artmasına engel olmak için çabalıyor desek yeridir.

Dalâletten Kurtuluş adlı eseri salt din kitabı olarak göremeyiz: çünkü temelde dini konulara çok girmiyor. Gazali’ye sorulan 3 sorudan hareketle felsefenin, kitabın yazıldığı tarihteki durumu üzerinde duruluyor. Yazar ‘’Şunu da bilmek lazımdır ki, hiçbir İslam filozofu İbni Sina ve Farabi kadar Aristo felsefesini bize doğru olarak nakletmemiştir. Başkalarının naklettikleri, okuyanın zihnini karıştırmaktan ve hatalardan hali olmamıştır.’’ (s.25) diyerek kitabın başında ve sonunda eleştiri getirdiği İbn-i Sina ve Farabi hakkında olumlu tek bir görüş bildiriyor. Diğer sayfalarda ise genelde sert bir şekilde eleştiriyor.

Dalâletten Kurtuluş sadece bir din veya felsefe kitabı değil

Ancak yine de ‘’İbni Sina ve Farabi’nin naklettiklerine göre, Aristo’nun bizce malum olan bütün felsefesi üç kısma ayrılır. Bunlardan bir kısmı küfrü mucib, ya’ni bu yolu tutan kafir olur, bir kısmı bid’at ve sapıklık sayılır, diğer bir kısmı ise red veya inkârı icap etmez.’’ (s.25) sözleri ile temelde felsefenin olumsuz olduğunu dile getiriyor. Gazzâlî bunu yaparken kuru kuruya hareket etmiyor: gerekirse 2 yıl oturarak kelam veya felsefe öğreniyor, sonra 10 yıl oturarak tasavvuf öğreniyor. Mesela felsefe öğrenerek ve felsefi yöntemler kullanarak felsefecilerle tartışmış, yetmemiş: felsefe alanında önemli isimler olan Aristoteles, İbn-i Sina ve Farabi hakkında reddiyeler yazmıştır. Yani cenk meydanına hazırlıklı çıkıyor.

Gazali, felsefe ilmiyle ilgili tüm kitapları okuduktan sonra bu ilmi ‘’Felsefe ilimleri arzu ettiğimiz maksada göre, altı kısımdır; Riyaziye, mantık, tabiiye, ilahiye, siyasiye, ahlak.’’ (s.25) sözleriyle 6’ya ayırdığını, özellikle Riyaziye kısmıyla meşgul olanları ‘’Bu ilimle çok meşgul olup da dinden çıkmayan, takva gemini nefis atının başından sıyırıp atmayan pek azdır.’’ (s.27) sözleriyle itham etmektedir (isim vermeden). Ancak yine de felsefe ilmine karşı topyekun karşı durmamış, bu ilimlerle ilgilenilmesi gerektiğini söylemiş, felsefeyi tamamen inkar etmenin cahil bir durum olacağını dile getirmiştir. Özetle; felsefeye karşı değil ama kitabı yazdığı dönemdeki felsefe düşünce ortamının İslam’a zarar verdiğini düşünerek mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Zaten kitabı yazma amacı da bu…

Dalâletten Kurtuluş adlı eserde Gazali’nin İbn-i Sina ve Farabi özelinde özellikle Yunan felsefesini çalışmaları nedeniyle bir cevap verme isteği olduğunu görüyoruz. ‘’İbni Sina ve Farabi’nin naklettiklerine göre, Aristo ilahiyatta mezhebini İslam mezheplerine yaklaştırmıştır. Fakat felsefeciler ilahiyat bahsinde yirmi yerde hataya düşmüşlerdir. Bunların üçünde onları ikfar (kafir yapmak) vacif olur. On yedisinde ise bid’atçi sayılırlar.’’ (s.30) cümlesinde olduğu gibi bu düşünürlerin ve onları takip edenlerin kitapları ve düşüncelerini okuduktan sonra tespitlerini yazarak, düşmüş oldukları hataları kısa ve öz bir şekilde okuyucuya aktarmaya çalışıyor.

Gazali, felsefeyi ayırdığı kısımlardan ahlak hakkında kullandığı ‘’Okuyup beğendiği sözlerin kendisine bıraktığı müsbet intiba dolayısıyla ona karıştırılmış olan felsefecilerin batıl fikirlerini de hemen kabul etmekte bir mahzur görmez. İşte bu, batıla doğru bir nevi istidraç (yakınlaşma) dır. Bu felaketten dolayı o kitapları okumaktan halkı menetmek lazımdır. Çünkü içinde bulunan batıl fikirlerinden dolayı onları okumakta büyük mahzur vardır.’’ (s.35) cümlesi ise dikkat çekici bulduğum, kitabın en önemli cümlelerinden biriydi.

Gazali’nin Dalâletten Kurtuluş adlı kitabında ayet ve hadislerden sonra üzerinde durduğu bir konuda içtihat meselesiydi. Bu konuda yorumda bulunurken Peygamberin bile hata yapabileceğini ima ederek ‘’Halkın içtihada baş vurması bir zarurettir. Çünkü Peygamberler, imamlar bilgileri olmakla beraber bazen hata ederler. Hatta Resulullah Efendimiz, ‘Ben zahire göre hükmederim. Kalplerdeki sırları Allah bilir.’buyurmuştur. Yani ben, şahitlerinden hasıl olan galip zan ile hükmederim.’’ (s.41) şeklindeki paylaşımı, içtihat konusuna verdiği önemi ve net düşüncesini anlamak için yeterliydi.

Dalâletten Kurtuluş adlı kitabın 65. sayfasında Gazali’nin “ilahiyatçı felsefeciler” diyerek nitelendirdiği İbn-i Sina ve Ebu Nesr ile Farabi’ye yönelik ithamları yenilir yutulur cinsten değildi: “Bu adamlar ise İslam dinini kendilerine süs vasıtası yapan felsefecilerdendir.” (s. 65) cümlesi kavgada bile söylenmemesi gereken cümlelerden biriydi. Bu kısımda Gazali yukarıda bahsettiğim cümleden önce neden böyle düşündüğünü örneklerle açıklayıp, misaller üzerinden öznel yorumda bulunuyordu. Kendince haklı gerekçeleri vardı:       ‘’İbni Sina, Kuvvetli bir imana sahip olduğunu, ibadetleri ihmal etmediğini anlatırken, yalnız tedavi maksadıyla şarap içmeği müstesna kılmıştır. İste felsefecilerden iman sahibi olduğu iddia edenlerin imanı bu kadardır. Onlara bir kısım insanlar da aldanmıştır.’’ (s.66) gibi.

Gazali, Dalâletten Kurtuluş adlı kitabında, din ile aklı kıyaslayabilmek ya da ikisinden birisini kabiliyet bakımından üstün konumda tutabilmek için aynı dili konuşmaları gerektiğini anlatıyor. Kısaca akıl ile dinin hakikatlerine ulaşılamayacağını, dinin inanmak için var olduğunu, bir şeye inanmak için onun gözle görülebilmesi, dil ile tadılabilmesi, ten ile dokunulabilmesi ya da kulak ile duyulabilmesine gerek olmadığını anlatmaya çalışıyor. Özellikle kitabın sonuna doğru Gazali’nin aklın idraki haricinde kalan şeyleri idrak etmenin ancak nübüvvet yolu ile mümkün olacağını belirttiğini görüyoruz.

Dalâletten Kurtuluş adlı eserde; gereksiz tırnak işaretleri (s. 6 gibi), gereksiz iki nokta üst üste eklenmesi (s. 7 gibi), virgüllerden sonra büyük harfle başlaması (s. 13 veya 14 gibi), özel isimleri tırnak işaretiyle ayırmaması (s. 18 gibi), büyük harfle yazdıklarını genelde siyah/kalın olarak gösterirken bazı sayfalarda göstermemesi (s. 29 gibi), siyah/kalın harfle yazdığı cümleleri tırnak işareti içerisine almaması (s. 29), “de” ekinden önce virgül kullanılması (s. 50), “ayrıldıktan” yerine “ayırdıktan” şeklinde yazılmaması (s. 52), “işitiyorum” yerine “istiyorum” şeklinde yazılmaması (s. 69), “ilaçını” yerine “ilacını” şeklinde yazılmaması (s. 70), “caizir” yerine “caizdir” şeklinde yazılmaması (s. 78) gibi eksiklikler göze çarptı.

Gerçek adı Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî olan Gazali, Dalâletten Kurtuluş adlı eserinde kendi yolculuğunu muhtasar bir şekilde anlatmış, bu yolculuğu sırasında inancını sorgulayan, kendisine göre gerçeği aramak için yola devam eden, tahsil yapan, yorumda bulunacağı alanlarda iyice bilgi sahibi olmadan yorum yapmayan, hayatından pek çok örnekleri aktardığı, İslam dünyası için önemli bir kitap olduğunu söylemek lazım. Benim bu kitapta cevap aradığım konulardan en önemlisi de felsefe ilmi gerçekten kötü mü? Şeklindeydi ve sanırım cevabını da şu sözle vermem gerek: “gerçek bir sarraf, kalpazanın kesesine elini daldırmaktan korkmaz çünkü gerçek altınla sahtesini ayıracak bilgiye sahiptir.”

55 yaşında vefat ettiğinde Felsefe, kelam, Batınilik, tasavvuf, astronomi gibi kendi içerisinde dili, konusu ve anlaması bir o kadar zor olan bilimlerde yüzlerce kitap okuyup sonrasında bu konular üzerinde hakikati yorumlamaya çalışmak ve alanında uzman kişilerin yazdıklarına karşı reddiyeler yazmak üzere 500’e yakın eser bırakmak… Ben Dalâletten Kurtuluş adlı kitap hakkında bu satırları yazarken iki saatimi harcayıp yorulmuşken yazarın yorulmadan çalışması; bununla kalmayıp okuma, yazma ve ders verme dışında bizzat deneyimlemek için şan, şöhret, makam ve mevkisini düşünmeden terk edip, hakikati aramaya çıkmak… Yetmemiş onlarca senesini halvet içinde sadece ibadet ve zikir halinde yaşamak… Ne söylenebilir ki?

Velhasıl…

Gazalî’nin de dediği gibi, taklîdi imana sahip olduğunun farkına vardığın zaman, taklit bozulur. Eğer taklitten tahkîkîliğe doğru derin bir yolculuğa çıkmak isteyen varsa, bu kitap çok güzel bir yol arkadaşı olacaktır. Bu vesileyle Dalâletten Kurtuluş adlı kitabı anlayarak okumanız dileğiyle diyorum.

Dalâletten Kurtuluş adlı kitapta altını çizdiğim önemli cümleler;

‘’Ehl-i talim’’ şiilerden bir taifedir. Bunlara göre hakikatleri imam tanıdıkları bir zattan öğrenmek icap etmektedir. Bunlara ‘İsmailiye’ ve ‘Batıniye’ adı da verilir.’’ (s.10)

‘’Mucizenin asıl sahibi olan Hz. İsa’nın bile bu mucize ile davasında doğru olduğunu bütün halk kabul etmemiştir.’’ (s.44)

‘’Fisagor en eski felsefecilerden biridir. Mezhebi, felsefe mezheplerinin en kötüsüdür. Aristo onun mezhebini reddetmiştir.’’ (s.47)

‘’Cenabı Hak insanlara nübüvvetin hassasından bir nümune vermiştir. O da uykudur. Çünkü uyuyan bir kimse gayıptan haberdar olur. Gelecekte olacak hadiseleri ya açık olarak veya tabirle anlaşılacak şekilde misalle idrak eder.’’ (s.57)

‘’Allah’ı bilmemek helak edici bir zehirdir. Nefsin arzularına uyarak Allah’a isyan etmek o zehrin verdiği bir hastalıktır. Allah’ı tanımak onun diriltici panzehiridir. Nefsin arzularına muhalefet ederek Allah’a Taat ve ibadette bulunmak, şifa verici bir ilaçtır.’’ (s.61)

‘’İbaha mezhebi, insan bu mezhepte istediği her şeyi yapmakta serbesttir.’’ (s.64)

Dalâletten Kurtuluş adlı kitapta altını çizdiğim ve anlamını bilmediğim kelimeler ve anlamları:

Kaide ne demek: Kural veya bir heykel, vazo ya da sütunun altında yer alan ve onları destekleyen öğedir.

Vehim ne demek: Sözlükte “kuruntu, zan, tahmin; içe doğan şey” anlamındaki vehm (çoğulu evhâm) bilgi değeri açısından “iki önermeden tercihe uzak ve iki kanaatin daha zayıf olanı, gelecekle ilgili zan, tahmin ve hayal” mânasında kullanılır. Bazan iki önermeden doğruya yakın olanı için zan, uzak olanı için vehim denilir.

Zühul ne demek: dalgınlıkla yapılan yanlışlık.

İlm-i Yakin ne demek: Sözlükte “bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek” anlamına gelen ilim ile “gerçeğe uygun kesin hüküm, inanç veya bilgi” mânasındaki yakīn kelimelerinden meydana gelen terkip, “kesin olan aklî ve naklî delillerin ifade ettiği bilgi” diye tanımlanabilir.

Mahsusat ne demek: Varlığı beş duyu ile anlaşılan, duyulan, hissedilen şeyler: “Bir ilim ki mahsûsattan ileri gitmez, bu ilim cehille müsâvîdir” (Sâmiha Ayverdi).

Müsellem ne demek: Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde ellerindeki çiftliklerine karşılık atlarıyla sefere giden, daha sonra geri hizmet kıtası olarak hizmet gören, vergiden muaf oldukları için bu unvanla anılan askerî grup.

Teşviş ne demek: Karıştırma, bulandırma.

Mücerret ne demek: Soyut veya dünya ve âhiret kaygısını bir yana bırakıp Allah’a gönül veren ve sadece O’na bağlanan derviş anlamlarında kullanılabilir.

Tenakuz ne demek: Bir sözün diğer bir sözle çelişmesi, çelişki. Tenâkuza düşmek ise birbiriyle çelişen, birbirine zıt düşen sözler söylemek.

Mağşuş ne demek: Osmanlı hazînesinin sıkıntılı zamanlarında çıkarılmış olan gümüşü çok az bakır para, içinde fazla bakır olan değeri düşük para

Muttali ne demek: Genellikle muttali olmak şeklinde kullanılan bu kalıp, haberdar olmak, bilgi edinmiş olmak ve konuya hakim olmak anlamlarına gelmektedir.

Hüccet ne demek: Hüccet, İslâmî literatürde ve özellikle kelâm kaynaklarında delil ile aynı anlamda kullanılmış, hak veya bâtıl, kat’î veya zannî, burhanî-cedelî yahut hatâbî olsun, şiire, mugalataya veya safsataya dayansın bütün delillere ve kıyas şekillerine hüccet adı verilmiştir.

Müsbet ne demek: Olumlu, pozitif anlamına gelir. Bu kelime genellikle müsbet şeklinde yanlış yazılmaktadır. Doğru kullanımı müspet şeklinde olmalıdır (Menfi tam tersidir).

Hüsnü zan ne demek: Hüsnü zan kelimesinin TDK sözlük anlamı iyi ve güzel olan düşünce ve niyet demektir. Başkasına karşı beslenen güzel fikir ve düşüncelere hüsnü zan denir. Ayrıca hüsnü zan şüpheli bir konumda olan biri hakkında iyi düşüncelerde bulunmak şeklinde de ifade ediliyor.

Bürhan ne demek: Kanıt, belge. Doğruluğunda şüphe bulunmayan ve zaruri bilgi getiren kesin delil; mantıktaki beş sanattan biri. Gerçeğe ulaştıran şey anlamında kelâm ve fıkıhta kullanılan terim.

İyi okumalar.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık