2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi, siyaset arenasının olaylı dönemlerinden biri olarak siyasi tarimizde yer edinmiştir. 2000 yılında bir çok partinin önerisiyle göreve başlayan Ahmet Necdet Sezer’in 16 Mayıs 2007 de görevi yeni cumhurbaşkanına devretmesi gerekiyordu: fakat, seçim aşaması çok ateşli tartışmalara sebep oldu ve referanduma gidilmesine karar verildi. Aslında 2007 seçiminin fitili, çok öncesinden atılmıştı. Tesadüfen, 2005 yılında sosyal medyanın etkin sözlüklerinden birinde bu konunun tartışıldığını hatırlıyorum da: aslında yıllar öncesinden 2007’nin o ateşli günlerinin hazırlığının yapıldığını söylemek doğru olur. Zaten seçim dönemine başörtüsü ve laiklik tartışmalarıyla gelinmişti; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan’da Cumhurbaşkanı’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı olması sıfatı ile bu seçimlerin kendilerini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiş ve seçilecek Cumhurbaşkanı’nın cumhuriyetin temel ilke ve kuralları ile Atatürkçülüğün gereklerine özde bağlı olması gerektiğini beyan etmesi gibi ‘radikal’ açıklamalar yapılıyor ve hatta ülkenin çeşitli yerlerinde “Cumhuriyet Mitingleri” adıyla geniş katılımlı gösteriler düzenleniyordu. Bütün bunların amacı iktidar partisinin, kendi siyasal çizgisinden bir ismi cumhurbaşkanlığına seçmesini engellemekti; hatta dönemin muhalefet lideri Deniz Baykal daha ileri giderek, bir konuşmasında ” Erdoğan aday olursa oylamaya katılmayacaklarını ” ifade etmişti. 10. cumhurbaşkanı Sezer’de bu açıklamalara katılıyordu: o dönem verdiği röportajlarında cumhurbaşkanlığı makamının korunması gerektiğini ifade eden açıklamalar yaparak; daha önce bir çok kez ‘laiklik’ karşıtı oldukları iddiasıyla kapatılma davalarıyla karşılaşan bir geçmişe sahip olan iktidar partisine abiane tabirle ‘aba altından sopa’ gösteriyordu. Seçimin ana gündemini ise, seçimden 4 ay önce ortaya atılan 367 tartışmaları belirliyordu. Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun bir gazetede yayınlanan makalesi üzerinden başlayan bu tartışmaya göre Anayasayanın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranması şartı sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı idi. Bu görüşe göre oylamalara 367 kişi katılmaz ise sonucun geçersiz olacağı iddia edildi. Tabii muhalefet partilerinin o güne kadar olan çabalarına destek ifade eden bu sözler sonrası, sandalye sayısı 354 olan iktidar partisi tek başına cumhurbaşkanı seçemeyecekti.
Bütün bunlara rağmen iktidar partisi adayını açıklamakta kararlıydı; dönem gazete başlıklarına bakılırsa, Erdoğan’dan tutun Nimet Çubukçu’ya kadar bir çok kişi iktidar adayı olarak kulislerde konuşuluyordu; hatta 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da o dönemde iktidar partisinin adaylarından biri olduğu öne sürüldü. Yine de iktidar partisi istişareler sonrası adayını açıkladı: Abdullah Gül. İlk tur oylama 27 Nisan’da yapıldı ve Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylama sonrası ana muhalefet partisi, 367 iddiasıyla sonucu anayasa mahkemesine taşıdı. Aynı günün akşamı ise Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesine sonrasında emuhtıra olarak alınacak bir basın açıklaması ekledi. Açıklamada seçimlerde laikliğin tartışma konusu yapıldığı ve Genelkurmay’ın bu konuda taraf olduğu söylendi. Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs’ta verdiği kararla, 367 iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti. Bunun üzerine 6 Mayıs’ta yapılan TBMM’deki ikinci ve üçüncü tur oylamalara CHP, ANAP ve DYP katılmayınca 367 yeter sayısına ulaşılamadı ve 11. cumhurbaşkanı seçilemedi. Dönemin muhalefet partilerinden olan DYP ve ANAP’ın bu olaylar sonrasında yapılan ilk seçimde aldıkları hezimet ise hafızalarda yer edindi. Bu sırada görev süresi bitmesine rağmen 10. cumhurbaşkanı Sezer görevinde kalmaya devam etti ve bu duruma o dönemde ‘nedense’ kimse itiraz bile etmedi.
Burada ayrı bir parantez açmak gerek: 2014 yılında yapılan seçimlerde muhalefet partilerinin neredeyse hepsi birleşip, ortak adayla seçime girmişti. 2007’nin bir benzerliği de: neredeyse iktidara karşı olan tüm kesimin, bir ortak aday olmasa da: ortak bir tartışma konusunda uzlaşmaları ve o tartışma üzerinden hareket etmeleri idi. Bunlar ise 367 tartışması ile beraber sonrasında ordunun da ortak olacağı laiklik tartışması idi. Daha önce bir çok kez kapatılma kararlarıyla karşı karşıya kalan bir parti geçmişine sahip olan iktidarın, böylesi ithamlarla karşılaşması sürpriz olmasa da: bu yaşananlara yurt dışından bakanların değerlendirmeleri de ilginçti. O dönemde çıkan bir çok yabancı gazete manşetlerinde ” İslamcı ” etiketini sürekli iktidar partisinin ismiyle yan yana kullanıldığını görüyoruz. Hatta o dönem yayınlanmış bir ingilizce makalede şu sözler geçer: ” Türkiye, İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) büyük bir üstünlük elde ettiği 22 Temmuz genel seçimlerinden tam üç ay sonra, 21 Ekim’de cumhurbaşkanının halk oyu ile seçilmesini öngören, ihtilaflı bir anayasa değişikliğiyle ilgili olarak halk oylamasına gidiyor. ” Ayrıca bu ihtilaflı anayasa konusunda ordunun da taraf olduğunu iddia etmesi, çözüm konusunda umutları tek bir kaynağa: yani halka yönlendirmiştir. Taraf olduğunu deklare ettikleri açıklama, ülke kamuoyunda internet aracılığıyla verildiği için “emuhtıra” olarak adlandırılmıştır. 27 Nisan gecesi yayınlanan bu açıklama, dönemin hükümet sözcüsü tarafından aynı şiddette cevaplanmış; bu davranış yıllar sonra parti yönetimi tarafından ” iyi ki öyle cevap verdik. ” şeklinde yorumlanmıştır. Demokrasi tarihimiz için önemli bir tarihi olay olan emuhtıra, 29 Ağustos 2011’de Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinden kaldırmıştır.
2007’de yaşanan krizin arkasında CHP açısından Türkiye’nin tepedeki üç makamın da Milli Görüşçü olmaması ve Cumhurbaşkanı’nın tüm partilerin uzlaşısı ile seçilmesi gerektiği gerçeği yatıyordu. Ordunun da bu olaylara müdahil olması, yurt dışı basının muhalefete destek vermesi gibi neticeler sonuç vermedi; sadece süreci kesintiye uğrattı ve bir çok siyasi analistin değimiyle: aslında iktidarın işine yaradı ve halkın iradesi son kararı vermiş oldu.
Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül; daha önce yapılan devir teslim törenlerinden farklı bir şekilde, sadece ‘kuru bir kutlama’ ve ‘basit bir el sıkışma fotoğrafı’ ile geçiştirilen görev değişimi ile yeni görevine başlamış oldu. 2007 seçiminin en önemli özelliği, iktidar karşıtlarının ortak bir aday olmasa da: aynı tez üzerinden iktidara karşılık vermeleri ve bu tez üzerinden savaşmaları idi. 2014 yılında ise bu sefer, ortak bir aday üzerinden karşılık verecekler ve yine umduklarını bulamayacaklardı.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bu sefer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın görevinden istifa etmeden mitingler düzenlemesinin ‘yasal olmadığı’ iddia edildi fakat herhangi bir yaptırım yaşanmadı. Hukuksal başka tartışmaların olmadığı bu seçimde, halkın ilk kez kendi oylarıyla cumhurbaşkanını seçecek olması önem kazandı ve bu vesileyle adaylar mitingler düzenleyerek yerel seçimleri andırmayacak şekilde oy toplamak için meydanlara indiler. Seçim sonucunda %52 ile iktidarın adayı olan Erdoğan 12. Cumhurbaşkanı oldu. Muhalefetin bir araya gelmesi ise ‘beklenen sonucu’ değiştirmedi. Bakalım önümüzdeki seçimlerde muhalefette neler olacak? Yine hangi yasal tartışmalar yapılacak? Ve tabii ki en önemli soru: kazanabilecekler mi?
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yapılan devir teslim töreni ile 100 e yakın ülkenin konuk olduğu resepsiyonlar; 2007 seçimi sonrası yaşanan basit ve gösterişsiz devir teslim töreni için ” İçimizde ukde kaldı ” şeklindeki Arınç’ın açıklamaları ile daha da önem kazandı. Görkemli törenler, yüksek katılımlar ve daha fazlası: bir anlamda o günlerde yaşanan zorlukların ‘hıncının çıkarılması’ idi. Bu yazıyı yazarken cumhurbaşkanlığı tarafından düzenlenen resepsiyona 3500 den fazla kişinin katıldığını haberlerden okuyorduk.
Anayasal tartışma ve sıkıntılı süreçlerden geçen bir seçimden, halkın seçtiği bir seçime…
Sessiz sedasız yapılan bir devir teslim töreninden, görkemli devir teslim törenine…
İki ‘zıt’ kutbun bir anlamda karşılaştığı seçimden, iki ‘kardeş’ in yer değiştirdiği bir seçime…
Meclisin seçtiği bir seçimden, halkın seçtiği bir seçime…
Nereden nereye değil mi?
KAYNAKLAR:
Referandumkonusunda ingilizce makale: http://www.wsws.org/articles/2007/oct2007/turk- o06.shtml
Wikipedia
Genelkurmay açıklaması: http://www.yenisafak.com.tr/gundem/genelkurmaygeceyarisiaciklama- yapti42573